Kahire’nin Şubat Sabahları İçin
Kibriti çaktığında, kuru bir palmiye yaprağı gibi kavrulup döküleceğini biliyordu bedeninin Muhammed Buazizi, bu kesin!
Dünyada kendisi gibi kaç milyon gencin, güvenceli bir gelecek için üniversite okuyup da işsiz kaldığından da haberi yoktu, bu ihtimal.
Kaç üniversite mezunu genç, el arabasında kendisi gibi marul satardı, ya da salatalık, ya da limon, bilmiyordu.
Marul yüklü el arabasına atılan zabıta/polis tekmesinin onuruna savrulduğunu biliyordu ama, bu da kesin!
Kesin olan bir şey daha var mutlaka.
Muhammed Buazizi, kara kuru bedenine kibrit çakarken bunun, yoksul Arap halklarının zalimlere karşı öfkesini tutuşturacağını da bilmiyordu.
Bedenini ateşe veren o korkunç çaresizliğin, aç yığınların bilincinde bütün ezberleri alt üst eden bir çareye dönüşeceğini nasıl bilebilirdi Muhammed!
Sadece Muhammed de değil, kim bilebilirdi ayrıca?
Onuru kırılmış, geleceğe ait umutları tüketilmiş bir hayat, değersiz bir kâğıt parçası gibi buruşturulup, tiksintiyle suratına fırlatıldı düzenin. Muhammed’in bu tarih yazan isyanı, onurları kırılmış yoksul Tunusluların ortak isyanına dönüştü. Açlar ellerinde ekmeklerle sokaklara döküldü. Önce Tunus parladı alev alev. Arkasından, Cezayir, Mısır, Yemen.
Kuşkusuz hem tarih, hem nüfus potansiyeli ve hem de politik önem açısından Mısır, Arap ülkeleri arasında farklı bir yerde duruyor. 80 milyonluk nüfusuyla, kültür ve bilgi birikimiyle Arap uygarlığının en köklü temsilcisi Mısır. Aynı zamanda İsrail’e sıkı müttefik konumuyla, en sivri ABD işbirlikçisi. Neoliberailzmin etkisini en derin yaşayan bir halk Mısır halkı. En kaba bilgilerle, nüfusun yüzde 25’i on beş yaşın altında. Çalışabilirlerin yüzde 60’ı işsiz ve işsizlerin yüzde 90’ı otuz yaşında bile değil. Nüfusun yüzde 40’ı günde 1,5 Dolarla yaşamak zorunda. Neoliberalist “İslam” “açlıkla imtihan ediyordu” Mısırlıları. En küçük bir tepkiye ve sivil örgütlenmeye zinhar izin vermeyen kapkara bir diktatörlükle susturulmuş ve korkuya boğulmuş bir halktı Mısır halkı.
Korku… İçimizdeki düşman. Bütün geri ülkelerde, en insanlık dışı yöntemlerle; işkencelerle, zindanlarla, sokak ortası ya da dağ başı infazlarla, katliamlarla terörize edilen yoksul yığınların içinde yaratılan korku.
İşte Tunus’tan Mısır’a Arap halkı, yıkılamaz sanılan Mübarek diktatörlüğünden önce, kendi içlerindeki korkuyu yendiler. Ecel sınırına dayanan yoksulluklarına korkunun fayda etmeyeceğine, Muhammed’in kıvılcımıyla inandılar. Korku, bir anda zıddına, cesarete dönüşüverdi. Korkuya karşı zaferlerini, cesaretlerini ortaklaştırıp, toplu isyana durdular. Mübarek duramadı, gitti.
Bizde yoksulluğun açlık sınırına ulaşması, evlere dağıtılan AKP-makarna poşetleriyle engellenmeye çalışılıyor. Dinci/faşist kırması neoliberalist soygun savunucusu kalemşörler, Mısır vb. Arap ülkelerine “Türkiye modelini” öneriyorlar ya bugün, işte akıllarından geçen bu: “İsyana yol açmayacak, bastırılmış açlık.”
Şimdi ne olacak? Bir kere, Obama’nın ağzından duyduk ki “artık hiç bir şey eskisi gibi olamaz!” O kesin!
Mısır Devriminin en büyük zaafı örgütsüzlüğü ve öndersizliği. Ama bu bir paradoks gibi görünse de günümüzde neoliberal politikalara karşı yoksul isyanlarının tipik karakteristiğidir de. Dünya yoksulları kaçınılmaz olarak bir süre, belki de bu yoldan yürüyecek. Örgütsüz, öndersiz. İhtimal, Dünya devrimci hareketi kendisini teorik, politik ve örgütsel olarak yeniden kurgulayıncaya dek.
Ve belki o zamana kadar, yoksulların isyanları ve dev(i)rimleri “kitaplarımıza” uymayacak, ezberlerimizi zorlayacak. El Tahrir’de milyonlarca yoksul devrimcinin toplu namaza duruşu, kimilerimizi ürkütecek. Küresel Neoliberalizm soygunun en işbirlikçi zalim diktatörlüklerine karşı yoksul müslüman yığınların “Allahü ekber” çığlıklarının, Türkçedeki toplumsal karşılığının “Yaşasın Adalet!” olduğuna inanmakta güçlük çekeceğiz. Kim bilir, “Şimdi bunun neresi devrim?” sorgulamasına girişecek, yoksulların “geri(ci)”liklerine bakıp, “Bunlar mı şimdi tarihin tekerleğini ileri çeviriyor? misali, apışık sorular soracağız.
Kesin olan bir şey daha var. Hiçbir şey, ama hiçbir şey, yoksul, ezilmiş ve aşağılanmış yığınların, zalimlerin diktatörlüğüne karşı ekmek ve adalet için can havli isyanlarında “kitabi” doğrular aramayı haklı çıkartamaz. Hele o burun kıvırdığımız “geri(ci)” yığınlar kadarcık olsun hayattan öğrenme yeteneğimizi yitirirsek, tarih önünde hepten “madara” olmamız kaçınılmazdır.
Tunus’tan Mısır’a yoksul Arap halklarının isyanı, tarihin geleceğine tutulan bir fener gibi yolumuzu aydınlatıyor. Karanlıktan şikâyet edenler ancak, gözlerini yaşanan gerçeklere yuman aymazlar olabilirler. Kesin olan bir başka gerçek de bu.
Yine de Kahire’nin şubat sabahlarına ve biraz da “kitabımıza” uyuyor diye:
…
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir sabah vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
Nazım Hikmet
[button link=”www.sodap.org/kuzey-karahan-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]