Tahrir’den Taksim’e Yansımalar
M. Sinan MERT
11 Şubat 2011
Halk sahneye çıkınca herkese izleyicilik düşüyor. Herkes Tahrir Meydanı’nın tepkisini anlamaya çalışıyor. “Mübarek Ömer Süleyman’a devrederse Tahrir ne der?”
Mübarek onu bile yapmadı. İstifa etmedi. Ama devrim hızından bir şey kaybetmeden devam ediyor. Ve sonuç olarak 11 Şubat’ta Mübarek’in Kahire’den ayrıldığı haberleri geliyor.
Bir takım iflah olmaz karamsarlar hala her şeyin ABD’nin bir oyunu olduğuna inanmaya azimle devam ediyor. Bunlara ne anlatsanız ikna edemezsiniz. Yüreği soğumuş bir adama hiçbir şey anlatamazsınız. Yaşayan ölülere, insanlara dair tüm inancını kaybetmiş olanlara kör gözün gördüğünü bile ispatlayamazsınız. Bunların kafasında devrim geçmişe ait bir olaydır. Halklar, ezilenler devrim yapamaz. İpler muktedirlerin elinden hiçbir zaman düşmez. Bu adamların düşündükleri doğru olsaydı insanlık bir adım ileri gidemezdi. Bugün Mısır’da yaşananların en fazla ABD-İsrail ikilisini tedirgin ettiğini görememek için ancak cahilin okumuşundan olmak gerekir. Bunlardan TV ekranlarında bol bol görebiliyoruz.
Dünya nefesini tutmuş, bir meydanı dolduran insanların ne tepki vereceğini tartışıyor. Perde arkasında bir sürü büyük güç çalışıyor, “güvenli bir geçiş” için kulisler yapılıyor, ama bütün tartışmalar Tahrir Meydanı ile sona eriyor. İşte burada devrimin temel niteliği ortaya çıkıyor. İnisiyatifin ezilenlerin, alttakilerin eline geçmesidir devrim. Güçlülerin güçsüzleşmesi, alttakilerin potansiyel güçlerini gerçekleştirmesidir. Devrim bir inisiyatif, bir iktidar meselesidir; program meselesi bunun ardından gelir.
Koskoca süper güçlerin bir meydan dolusu insan karşısında hazır ola geçişi son yılların muhakkak ki en heyecan verici olayıdır. Sıradan, o ana kadar kimse tarafından ciddiye alınmamış insanların bir anda dünyanın esas özneleri haline gelmesini insanlığın büyük rövanşı olarak da okuyabiliriz. Popüler kültürün hipnozundan kurtulabilen insanların ne büyük bir gücü temsil edebileceğini canlı seyredebiliyor olmak ne büyük bir mutluluk.
21. yüzyıl sosyalizminin hedefinin belli bir programın hayata geçirilmesinden ziyade iplerin hep alttakilerin, halkın, ezilenlerin ne derseniz deyin onun elinde olması gerektiğini düşünmek çok mu abartılı olur? Büyük programların hayata geçirilmesi adına inisiyatifin ezilenlerin elinden alınması hayallerimize vurulan en büyük darbenin yollarını döşemedi mi?
Aslında belki de şu anda yapılması gereken en ön önemli şeylerden biri bizlerle Mısırlı devrimcilerin içinde bulunduğu durumların karşılaştırılması olmalı. Mısırların bu kadar büyük bir gücü bir koalisyon olarak nasıl olup da bir arada tutabildiğini anlamanın bize katabileceği çok şey var. Bütün iyi niyetimize rağmen, belki de bir takım olumsuz alışkanlık ve geleneklerimizden kurtulamadığımız için böylesi bir toparlanmayı sağlayamıyoruz. Mısır’da yaşananların bizlere bu konuda bir şeyler öğretebilmesine imkân verebilirsek süreçten en büyük kazanımı elde etmiş olacağız.
Mısır ile Türkiye arasındaki en önemli farklardan biri toplumun içindeki kültürel bölünmelerin boyut farkı. Müslüman Kardeşler taraftarları ile solcular bir arada durabiliyorlar. Bizde böylesi bir durum mümkün olamazdı. İslamcılarla solcuların aynı yerde olması durumunda, hele de işler bu kadar gerilmişken muhakkak bir takım kavgalar kıyametler kopardı. Bu da biz de Kemalist Devrimler’in ne kadar köklü etkilere sahip olduğunu anlamak açısından önemlidir. Hatırlayalım, Irak’ın işgaline karşı mücadele veren platformda bile İslamcıların varlığına ciddi tepki üreten kesimler vardı. Bugün de solu zenginlere karşı mücadele yerine İslamcılarla mücadele hedefine kilitlemeye çalışan bir sürü aklıevvel ortalıkta gezip duruyor.
Yine bizim solculardan önemli bir kısmı Tahrir’de bekleyenlerin nasıl olur da şimdiye kadar Başkanlık Sarayı’nı basmadığı üzerinden yola çıkarak meydanın “reformistlerin” elinde olduğu iç tartışmalarını geliştirmeye başlamış olurlardı. Hareketi bölmeyi, “devrimci” kesimi harekete geçirmeyi (Leninizmin bir garip yorumu) tüm kitleden kopmamaya tercih etmeye aklı yatacak bir sürü adamın olacağını öngörmek çok da zor değil. Belki Mısır’da da böyleleri vardır ama etkilerinin çok daha sınırlı olduğu açık.
Burjuva demokrasisinin hegemonik gücünü de gözlemlemek burada mümkün. Hafife alınmaması gereken bir durumdur. AKP’nin Mübarek kadar kısa vadeli bir sonla karşılanması ihtimalinin küçük olmasının büyük oranda seçilmiş olması ile ilgili olduğu unutulmamalıdır.
Şiddetle ilişkilenme biçimi de önemli dersler veriyor gibi. Hareket meşruiyetini kaybetmemek için önemli bir mesai harcadı şimdiye kadar. Sabırla bekliyorlar meydanda. Bugün Başkanlık Sarayı’na yürüseler kimse bunu neden yaptınız diyemez, ama bugüne kadar sabır göstermelerinde de bir keramet yok mudur?
Kitleler nezdinde meşru olmak ile haklı olmak arasında önemli bir fark var. Politik yeteneği yüksek olan özneler bu ikisini çakıştırmak için özel bir önem veriyor.
Mısır isyanının siyasi tezahürü ile ilgili daha çok tartışmak gerekecek. Mısır Devrimi yaratabileceklerinin çalınmasına direnebilecek mi? Eşitlik ve adalet talepleri, devrimin en belirgin amacı siyasi reform arayışlarının yanında ne kadar yer bulabilecek? Ömer Süleyman denen adam inisiyatifi ele alabilecek mi? Bunların hepsine olumsuz yanıtlar oluşsa bile Mısır halkı, 21. Yüzyıl devrimlerinin ivmelenmesinde çok önemli bir çıkışa imza atan bir halk olarak tarihe geçecektir.