Referandumun HAYIR cephesinde moral ve enerjiyi yükselttiği bir aşamada yapılabilecek en büyük yanlış 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kilitlenmektir. Bunun en önemli sebebi ise önümüzdeki iki yılın çok uzun bir süre olması, bu dönemde Saray’ın seçim koşullarını tek taraflı bir biçimde değiştirebileceği bir hukuksal statüyü kazanmış olmasıdır. İşlerin normal, hukuki, olağan biçimlerde ilerleyeceğini düşünenler bu dönemde kaybetmeye mahkûmdur. Saray’ın yaşadığı iç ve dış sıkışmayı hesaba kattığımızda ise bir yumuşama ve gevşeme beklemek gereğinden fazla safçadır. Düzen, HAYIR’ın moral üstünlüğünü dağıtmak için saldırıya hazırlanıyor. 21 Mayıs’ta Erdoğan’ın partinin başına geçmesi sonrasında her kesimde AKP içi de dahil olmak üzere tasfiyenin derinleştirilmeye çalışılacağını düşünmeliyiz. Dün Erdoğan ile Yıldırım arasındaki 5 buçuk saatlik toplantıyı bunun hazırlıklarının meşgul ettiği açıktır.
Dolayısıyla bu hazırlıklar yapılırken HAYIR’ın daha seri manevralarla gündemi belirleyebilmesi gerekiyordu, hala da gerekiyor. CHP’nin “Sokak eylemlerini kurumsal olarak desteklemiyoruz.” demeci sonrasında sokakların sakinleşmesi ise kitlelerin halen baktığı öncülüğü işaretlemesi açısından önemlidir. Sokakların ruh halini CHP belirlemeye devam edecekse Saray’ın oyunlarının deşifre edilmesi ve süreçte ön alınması zordur. 1 Mayıs’ın kitleselliğinin gösterdiği gibi kitleler referandumda çevrilen dolabı kabul etmemektedir. Fakat buna nasıl yanıt üreteceğiyle ilgili bir yol yöntem geliştirememektedir. Baykal’ın fırsatçı tutumu %49’u sıçrama tahtası olarak gören CHP kodamanlarının 2019’u nasıl anlamlandırdıklarının bir örneğidir. Sol, kendisini bu dehlizde kaybederse ülke belki de son fırsatını büyük bir hovardalıkla boşa harcamış olacaktır.
Önemli olan önümüzdeki sürecin kısa vadeli ve orta vadeli ölçekte nasıl planlanacağıdır. Kısa vadede bizim cephenin bir yol haritasına ihtiyacı var. Önemli olan Saray’ın yapıp ettiklerinin eleştiricisi olmanın ötesinde kendi gündemini üreten ve dikte eden bir demokrasi cephesi inşasını başarabilmektir. Bu demokrasi cephesi, HAYIR diyenlerin nasıl bir Türkiye istediklerini topluma anlatabilmek durumundadır. Bu başarılamazsa sosyalistler yerli Macron ile Le Pen arasında sıkışmaktan kurtulamaz. Oysa HAYIR esas olarak bir özgürleşme olanağı yarattığı için bu kadar kıymetlidir. 2017’nin HAYIR’ı 2010’un HAYIR’ından nitelik olarak daha özgürlükçüdür. Eski rejimin tahkimini isteyen reaksiyoner bir talep değil demokrasi, eşit yurttaşlık ve toplumsal barış taleplerine yer açabilecek bir tutumdur. Dolayısıyla düzenin onun bu niteliğini sönümlendirme ve umutları tüketme operasyonuna izin verilmemelidir. Saray bunu zorla ve baskıyla, CHP ise topu 2019 seçimlerine atarak ve Baykal ile Gül arasında papatya falı açarak yapmaya çalışacaktır.
Bugün demokrasi cephesinin temel talebi bir 3. Cumhuriyet ve onun özgürlükçü Anayasası olmalıdır. HAYIR cephesinde olup eski düzenin tahkiminin ötesinde bir ufku olanlar rahatlıkla 3. Cumhuriyet bayrağı altında toplanabilirler. 3. Cumhuriyet, cumhuriyetin demokratikleşmeden yaşayamayacağını çok iyi bilenlerin ortak talebi olabilir. 1. Cumhuriyet, Soğuk Savaş konseptiyle sol düşmanlığına ve neo-liberalizmle emekçi düşmanlığına batarak yıkılışının taşlarını dizdi. Soğuk Savaş piyonluğu giderek İslamcı hareketin güçlenmesinin önünü açtı. Şimdi aptalca “Cemaat, devlete nasıl bu kadar sızabildi?” sahte şaşkınlıklarına düşenler emperyalizmin Türkiye’den beklentileri ile türlü çeşitli İslamcı kolların, Komünizmle Mücadele Dernekleri günlerinden beri nasıl üst üste düştüğünü, 12 Eylül sonrasında sola karşı İslamcılar tercihinin nerelere vardığını görmüyorlar mı? Neo-liberalizmin hık deyicileri yarattıkları yoksullar ordusunun Erdoğan’ın fanatik militanları haline getirildiğini, sosyal devlet kırıntılarını ortadan kaldıran Derviş reformlarının AKP’nin oy deposunu ürettiğini hala mı anlamadılar? Anadolu’nun kadim halklarına düşmanlığın sadece emperyalizmin ekmeğine yağ sürdüğü neden hala görülemiyor? Türkiye toplumu, devletinin Rojava’ya gösterdiği paranoyakça düşmanlığın bölgede emperyalizmin elini nasıl güçlendirdiğini, Ortadoğu halklarına umut olacak bir projenin pırıltısını nasıl zayıflattığını göremiyor mu? 3. Cumhuriyet bu anlamda sadece Türkiye halklarının değil bölge ve dünya halklarının da kurtuluşunun ipuçlarını sunabilecek bir parolaya dönüştürülebilir. Sosyalistlerin Cumhuriyet kavramına alerji duymaları kendi tarihlerine cahilce bir ihanettir.
Sosyalistler HAYIR cephesinde belirleyici bir rol oynayabilmek için AKP’nin sınıf hegemonyasını kıracak bir siyaset üretmek durumundadır. AKP’nin işçi sınıfı üzerindeki hegemonyası kırılmadan ya da en azından zayıflatılmadan ve bu sol eliyle başarılamadan, sosyalistlerin bu ülkenin geleceğinde belirleyici bir rol oynaması beklenemez. (Referandum sonuçlarında sınıfsal konumların belirleyiciliğini vurgulayan bir yazı için bkz. http://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/05/01/post-hizmetkar-sirket-devlet-anayasa-referandumunun-sinifsal-ve-mekansal-bir-analizi/) Bu konuda bugünden yarına olumlu gelişmeler beklemek çok gerçekçi olmayabilir ancak solun bu konuda bir yol haritasına sahip olmaması kabul edilemez. HAYIR’ı solun sınıf meselesindeki görevlerinin ikamesi olabilecek bir araç olarak tanımlamak ise sosyalistleri kaçınılmaz olarak “ilerici neoliberaller”in peşine takar. Bu ikameciliğin bir örneğini şurada görebiliyoruz: “Son olarak diyebiliriz ki AKP/Saray rejimine karşı Hayırcılık, mavi yakalıdan plaza emekçisine, karşımıza pür anlamda ‘sınıf çelişkisi’yle çıkmayan sınıfın, adlı adınca ‘sınıf kapasitesidir’ ve sosyalistlerin görevi, ‘yoksa sınıfı unutuyor muyuz?’ demeden tam da burada işçi sınıfının rolünü büyütmek, örgütlü hale getirmektir…” (http://ilerihaber.org/yazar/sinifi-unutmak-saray-rejimine-karsi-esitlik-ozgurluk-yurttaslik-71317.html) Böylesi bir tür elmalarla armutları bir arada sayma mantığının sosyalistlere orta vadede hiçbir faydası olmayacaktır. Sınıf meselesinde güvence talebinin çeşitli biçimlerde gündemleştirilmesi 657’nin de giderek kadükleştiği günlerde sınıfı bütünleştiren bir talep haline getirilebilir. “Zengine vergi, topluma güvence” ütopik bir hedef değildir, tam tersine tam da AKP’nin güç merkezine dönük bir hamledir. Tek eksiği ise bu hamlenin AKP’nin somut patronaj ilişkileri karşısındaki soyut halidir. Ancak bu talebi ete kemiğe büründürmek de bizlerin görevidir.
Muhtemelen Erdoğan’ın Trump görüşmesi sonrasında dananın kuyruğu kopacak. Erdoğan cephesi Trump’tan hala çok umutlu, Hamas’ın son bel kıvraklığı, Cem Küçük’ün “manyak İslamcıları”, Erdoğan’ın “Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki…” demeci aslında hep Trump’un anti-İslamcı tutumuna göz kırpmalar olarak okunmalı. Ancak buradan Saray’a iş çıkar mı derseniz çok zor. Artan riskleri yönetmek için de tasfiyeye ve saldırıya devam etmek zorundalar. Tasfiyenin boyutları CHP ve AKP içine de uzanırsa şaşırmamak gerekiyor. Her şeyi kazanmaya da kaybetmeye de çok yakın olmak hissi her türlü çılgınlığa kapıyı aralıyor.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]