İran’da Golestan eyaletinde Zemestan-Yurt madeninde meydana gelen kazada 35 işçi hayatını kaybetti. Kaza sonrasında maden bölgesini ziyarete giden Devlet Başkanı Ruhani, işçilerin yoğun protestosu ile karşılandı. Devlet Başkanı’nın arabası işçi kitlesinin ortasında kaldı, öfkeli işçiler arabayı salladı. Ruhani konuşmasını işçilerin protestosu altında gerçekleştirdi. “Hükümet olarak madencilerin hayatından biz sorumluyuz.” demek zorunda kaldı.
Demokrasi, devlet denen aşırı güç birikimin toplum tarafından denetlenebilmesi, dengelenebilmesidir. Demokrasi ile gemlenemeyen bir devlet toplum için en büyük tehdittir. 7 Haziran 2015 sonrasında, “beka” derdine düşmüş, Bizans entrikalarını anımsatan içi çatışmalarla derin dehlizlerindeki cerahati ortaya döken, kendi derdiyle sadece kendi toplumunu değil bölgesini de cehennemin içine çeken bir devletin ne büyük bir risk ve tehdit kaynağı olduğunu deneyimliyoruz.
Cumartesi sabahı “DHKP-C İstanbul sorumlusu çıkan çatışmada öldürüldü.” haberi ile uyandık. 18 yaşındaki Sıla Abalay katledilmişti. Ardahan’da düzenlenen cenaze töreninde mezarına karanfil bırakanlar gözaltına alındı. Sonra operasyonun aslında başka bir örgüte yönelik düzenlendiği, Sıla Abalay’ın “tesadüfen” öldürüldüğü haberleri yayınlandı. “Reis’e en yakın bendim” mide bulandırıcı polemiğiyle kendinden geçmiş yandaş medya açısından bir “terörist” daha öldürülmüş ve olay kapanmıştı.
Silopi’de bir gece yarısı zırhlı akrep aracı, bir duvarı yıkarak girdiği evde yatağında uyuyan 7 ve 8 yaşlarındaki Muhammet ve Furkan kardeşleri öldürdü. Kıyamet kopmadı. Yatağında uyuyan çocukların zırhlı araç tarafından ezilmesi vakayi adiyedendi. Çocukların cenazeleri ailelerine bile gösterilmedi. 2 Kürt çocuğu daha ölmüştü, “İslamcı düşmanı Trump sevici İslamcı medya” Reis’in Washington çıkarmasının şehvetiyle bu olayı da kapatmıştı. Bunca telaşın içerisinde iki Kürt çocuğun lafı mı olurdu? Hem Kürtler Rakka’yı alırsa yeni Osmanlı’nın hali nic olurdu!
Gazi Mahallesi’nde yakındaki koruda bir arabada toplanmış, yanlarında sazları bu sefil dünyada bir parça dostluk sıcaklığıyla ruhlarını ısıtmaya çalışan gençler, Özel Harekat polislerinin hedefi oldu. Katledilen Barış Kerem’in annesi şöyle demiş: “Bizim çocuklarımız gizli saklı bir yere gitmedi, ailelerin gittiği bir piknik alanına gittiler. Geçen öğrendim, bir adam ailesinden dört beş kişiyi öldürmüş ve o adamı tutuklayabilmek için bir saat dil döküyor katile polisler. Bu çocuklarsa piknik yapıyor, doğum günü kutluyor, arabaya binip dönüyor. Şimdi bu kaçan Etiler ya da Nişantaşı dolmuşu olsaydı böyle olur muydu?” Özel Harekatçılar, sazı uzun namlulu silah sanmışlar. Savcı da şöyle demiş: “Ben de anlamadım polis ne düşünerek ateş etmiş?” Anlaşılmayacak bir durum yok, toplumuna savaş açmış bir devlet. Kendi toplumuna karşı ancak Özel Harp ile ayakta kalabileceğine inanmış bir aparat. “Acırsak acınacak duruma düşeriz.” sözündeki vahşeti bile güzelleyecek bir delirme hali.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça… Bir KHK ile onlarca yıllık emeği çöpe atılmak istenen, kamu hizmetinde çalışması yasaklanan, sağlık güvencesi olmayan, işsizlik ödeneği verilmeyen, yaşayan birer ölüye çevrilmek istenen iki devrimci kamu çalışanı… Canlarını ortaya koyarak bir itiraz dillendiriyorlar. Ölüm kapıyı çalınca sessizlik duvarı biraz yıkılır gibi oluyor. “Anayasa’ya aykırı ama yine de Evet oyu vereceğiz.” diyerek işlerin bu noktaya gelmesinde yol gösterici görevi yapan “ana” muhalefet lideri “Bıraksınlar biz bu işin takipçisi olacağız.” çağrısı yapıyor. Oysa kurucusu oldukları için son kertede hiç kıyamadıkları devletlerinin sonu gelmez gaddarlıklarından bir tanesi daha sadece söz konusu olan. Sanki Soma’nın hesabını sorabilmiş, mesela 1915 ile ilgili bir laf edebilmiş, sanki daha bir hafta önce duvarı yıkan akreple ilgili iki cümle kurabilmiş gibi… Binali ile kikirdeşirken bu konuyu takip etmek aklından çıkıvermiş zaar.
Soma’da katledilen 301 işçinin, Cizre bodrumlarında yakılanların, yataklarında akrep tarafından ezilenlerin, canlı canlı sosyal ölüme mahkum edilenlerin, saz çalıp türkü söylerken “Dur!” ihtarına uymayıp öldürülüveren gencecik çocukların vebali o kadar ağır ki devlet “Acırsak acınacak duruma düşeriz.” demek zorunda kalıyor.
Demokrasi mücadelesi, devleti toplum için en büyük tehdit olmaktan çıkarma mücadelesidir. 7 Haziran 2015’ten beri yaşadıklarımız bu mücadelenin başarıya ulaşmasının toplumun beka meselesi olduğunu ayan beyan ortaya koyuyor.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]