Süleyman Demirel’in ölümü sonrasında kendisinin Deniz’lerin idamının oylanmasında iki elini birden havaya kaldırarak nasıl büyük bir şevkle partisini yönlendirdiğini anımsadık.
Türkiye Sağı’nın tarihi aslında bir utanç tarihidir.
Türkiye Sağı’nın ideolojik babaları Necip Fazıl Kısakürek ile Nihal Atsız’dır. Atsız dediğiniz, bildiğiniz su katılmamış bir ırkçı ve despotizm meraklısıdır. “İtaat edilen yanlış karar bile, tartışılan doğru karardan daha verimlidir” der, insan hakları denilen “lüzumsuz hürriyetlerden bazılarının kaldırılmasını” savunur. Atsız’a göre “bütün milletin aynı bir milli-askeri terbiye ile yetişebilmesi için ortaöğretim Eğitim Bakanlığı’ın elinden alınarak Erkan-ı Harbiye’ye verilmelidir.” “Türkiye’de imhası vacip olan yegane unsur münevverlerdir. Bunlar cemiyetin şirazesini bozarlar, muhtelif vesilelerle vatana ihanet edenler bunlardır”
Erdoğan’ın üstad diye andığı Necip Fazıl’ın ise faşistlikte Atsız’dan eksiği yoktur, fazlası vardır. Atsız’daki laik ırkçılık Necip Fazıl’da İslamcılıkla buluşur, Batılılaşma ile hesaplaşma görüntüsü altında rafine bile denemeyecek pespaye bir restorasyonculuk söylemi geliştirir. “Yeni ve bütün bir cemiyet inşası ve ilk modeli 1839 markalı sahte inkılapların ürettiği mesnetsiz cemiyeti taş üstünde taş bırakmaksızın yıkma, yerle bir etme davası” peşindeydi Erdoğan’ın Üstadı. 1934 yılında İslam alimi Arvasi ile tanışana kadar bohem bir şair iken “cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi iman eksikliğidir” noktasına ulaşır. “Demokrasi Kahramanı” Menderes’e “Eğer Türk Milleti’nin hudutsuz itimadını kazanmak istiyor ve nardan gelen münevverleri değil de nur’dan gelen münevverleri kendine bağlamak istiyorsan, gebert Halk Partisi isimli sıçanı” diye seslenir 1952 yılında yine Menderes’ten para dilenerek çıkardığı dergisinde. 1968 yılında, dünyanın devrimlere koştuğu bir dönemde çıkardığı İdeolocya Örgüsü başlıklı kitabında “Türk vatanının yalnız Müslüman ve Türklerle meskun, yalnız Türkler ve Müslümanlardan ibaret hale gelmesi, hain ve muzlim unsurlardan baştan başa temizlenmesi için her türlü önemle alınacaktır” diye yazar. Bu kitapta “Başyüce” adıyla Erdoğan’ın hayali Başkanlık sistemini de açıkça savunur. Başyüce “ bütün salahiyetler beşeri haddin en üstünüyle eline teslim edilmiş, milletini tek şahıs içinde yekunlaştıran bir önder, bir timsaldir” Hükümet üyelerini Başyüce seçer ve “Başyüce”nin bir emriyle hükümet değişir. Necip Fazıl azılı bir militaristtir, İslamcı sisteminin gerektiğinde zorla dayatılması için güçlü bir orduya ihtiyaç duyar, “Büyük doğu militarizması bütün insanlığa icabında tam bir vicdan hürriyeti, icabında da operatör bıçağı gibi cebir ve zorla tatbik edilecek bir ideal manivelasıdır”
Bugün çoğumuza çılgınca gelecek bu fikirler Türkiye Sağı’nın düşünsel dünyasını hala büyük oranda şekillendiriyor. Nuri Bilge Ceylan’ın özellikle ilk filmlerinde altını çize çize anlattığı kasaba kasvetinde semiren küçük esnaf ruh halinden türeyen bu inanışlar Soğuk Savaş yıllarında devrimci bir kopuşun önünü almak için Türkeş ve Erdoğan eliyle popülarize edildi. Barajlar Kralı Demirel, tüm siyasi hayatı boyunca “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyerek bu kadroların sırtını sıvazladı, onları devletin çeşitli noktalarına yerleştirdi, devlete ve üstüne bağlılık dışında hiçbir vasfı olmayan adamlar vasıfsız bir bürokrasinin koltuklarını yıllarca işgal ettiler. Özellikle 12 Eylül sonrasında devlet tümüyle bu kafa yapısındaki adamlara emanet edildi. Tabii yukarıda anlatılan ideolojik çerçeveler, kapitalizmle temas ettikçe sadece hırsızlıkları örtbas etmekte kullanılan şifreli söylemlere dönüştü. Sağın iktidarı her zaman muazzam bir çürüme, yozlaşma ve soygun ile birlikte yürüdü.
Bugün geldiğimiz noktada AKP-MHP koalisyonu ihtimalinin arttığı gözleniyor. Koalisyon isimli pilav daha çok su kaldırır, Kürtlere saldırmanın doğrudan IŞİD ile açık ittifak anlamına geleceği günlerde bir NATO ülkesinde yeniden savaş hükümeti yaratma girişimlerinin düzen içi kimi engelleri olduğu açıktır, fakat salt buradan yola çıkarak böylesi bir koalisyonun imkansız olduğunu söyleme imkanı yok. MHP 2001’den bu yana AKP’nin iktidara gelmesi ve iktidarda kalması için kritik tüm momentlerde iradesini AKP lehine kullandı. Kürtlerin Türkiye sınırları dışında olsa bile bir parça rahat nefes almasını bir tür kıyamet olarak algılayan Atsız- Kısakürek çizgisi şimdiden etrafın kan kokmasına yol açıyor: “ Türk atına atladı/ Çin’in ödü patladı/ Silinmez damağından/Kılıcın kanlı tadı”
1970-80 arasında ülkede yaşanan tüm pogrom/katliamlarda başrol oynamış olan, Maraş/Çorum/Sivas katliamlarındaki rollerinden hala müstehzi bir edayla tatlı anılar olarak bahseden bu kadroların bugün “Kobane düşerse ülke rahatlar “ diyen Perinçek sefilinin de verdiği “psikolojik destek”le halklarımızın çatışmasızlık başta olmak üzere fiili kazanımlarına saldırıya geçmesinin Türkiye’yi Suriyelileştirme potansiyeli taşıdığı açıktır. Katliamların hesabını soramadıkça “gençleri sokaklardan çekti” diye bir Fuhrer bozuntusunun evliyalaştırılmaya çalışıldığına tanık olduk. Oysa Türkiye halklarına hesap vermesi gereken yıllarca paramiliter çeteler halinde Sosyalistleri, Alevileri, Kürtleri, aydınları, gençleri, kadınları katleden Atsız- Kısakürek lafazanlıklarıyla kendinden geçen düşkünlerdir.
Barışı ve devrimi savunmaya, mücadeleyi büyütmeye her koşulda devam edeceğiz.
[button link=”www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]