Potansiyel Kırılma Noktaları
Mehmet YILMAZER
3 Aralık 2008
Türkiye yerel seçim havasına girmiş durumda. Yaklaşan seçimlerin önemi yeterince açıktır. Fakat girilen süreç dünya seviyesinde iki önemli olguyla birlikte yaşanacağı için ayrı bir önem taşıyor. Bunlardan ilki kapitalizmin krizidir; diğeri Amerika’nın yeni başkanı Obama ile uygulayacağı politikalardır. 2009 yılı önemli bir yıl olacaktır. Krizin kazanacağı derinlik açısından ve Beyaz Sarayın yeni başkanı ile uygulayacağı politikaların netleşmesi bakımından 2009 yılı özel bir önem taşıyor. Dünya ve Bölgemizdeki gelişmelerin genel çerçevesini göz önünde tutarak Türkiye’deki gelişmelere bakıldığında dört potansiyel kırılma noktasını tespit etmek mümkündür.
Kriz her tarafı sardığı için ekonomiden başlayalım. Kapitalist merkezler krize karşı gelgeç tedbirler üretmekten öteye adım atabilmiş değildir. Kapitalizmin tarihi, büyük krizlerin yapısal değişimleri zorladığını gösteriyor. Henüz merkezlerde bu anlamda yönelişler görünmüyor. Neoliberal politikalara düzeltmeler yapmaktan öteye ortaya bir ekonomik strateji çıkmamıştır. Türkiye ise bu konuda hala adım atabilmiş değildir. Bu gecikmenin nedeni yeni bir strateji arayışı değil, tamamen hükümetin pragmatik tercihlerinden kaynaklanıyor. Türkiye hem dünya finansı hem de TÜSİAD tarafından IMF’nin önüne oturmaya zorlanıyor. Böyle bir anlaşma seçim öncesi AKP’nin elini kolunu bağlayan sonuçlar yaratacaktır. Öte yandan, IMF ile yapılacak anlaşmada ilk tercih büyük işverenlerin yabancı bankalara olan borçlarının garanti altına alınması olacaktır. Oysa Erdoğan “zulalarınızdaki birikimleri çıkarın” diyerek bugüne kadar Türk finans kapitalinin duymaya alışık olmadığı şeyler söylüyor. Çok sınırlı kaynakları hükümet kendi cenahına, KOBİ’lere aktarmak istiyor. Ortada krize karşı bir strateji arayışı yoktur, kriz ortamında kıt kaynakların paylaşım kavgası vardır. Bu durum böyle gittiği takdirde Türkiye finans kapitali ile AKP hükümeti arasındaki zaten zayıflayan bağlar iyice kopabilir. Uluslar arası finans kapitalden- Economist, New York Times’daki yazılar, Moody’s un açıklaması –Erdoğan’ı uyaran tepkiler sıklaşmaktadır. Sonuç olarak, AKP için ballı günler bitti, ya IMF’nin dediklerini yaparak kitlelerde yarattığı beklentiyi önceki her iktidarın başına geldiği gibi boşa çıkartacaktır, ya da Arap sermayesi beklentileriyle ekonomi arabasını duvara çarpacaktır. Ancak Türkiye finans kapitali buna izin vermez. Bütün bunlardan çıkarılabilecek sonuç, AK Partinin ekonomi politikalarda bir kırılma noktasına gelip dayanmasıdır. 2001 krizinden yeni çıkmış ve yabancı sermayenin akmaya başladığı dönemdeki güzel günler bitmiştir. Bedel ödeme zamanı gelip çattı. Erdoğan bu bedelin hiç değilse bir kısmını Kasımpaşalılık yaparak Türkiye finans kapitaline yüklemeye çalışıyor. Buna gücü yetmez. Bu noktadan itibaren kırılma başlayacaktır. AK Parti hükümeti ya IMF ve TÜSİAD’la arasını bozacaktır; ya da kendi yandaşı KOBİ’lerle. İki tarafı da idare edecek kaynaklara Türkiye sahip değildir.
Diğer potansiyel kırılma noktası dış politikadadır. Obama Beyaz Saraya oturunca bir süredir uykuda olan dış politika sorunları yeniden canlanacaktır. Erdoğan, Amerika’da yaptığı bir konuşmada Obama’yı nükleer silahlar ve İran konusunda uyardı. Irak’ın işgalinden beri ABD’nin bölge politikalarıyla Türkiye’nin bölgedeki çıkarları arasında kapanmayan bir açı oluştu. Türk dış politikası Babacan’ın ağzından geçen Temmuz ayında dünya ekonomisindeki ağırlığın doğuya kaymakta olduğunu ve çok kutuplu bir dünyada olduğumuzu açıkladı. Bölgede ise İran ve Suriye ile Washington’un bazen sabrını zorlayan ilişkiler geliştiriyor. Obama ile neler değişecek? Yapılan açıklamalardan Obama’nın çok kutuplu dünya gerçekliğine daha yakın politika izleyeceği anlaşılıyor. Ancak bu kadarından somut sonuç çıkartmak mümkün değildir. Türkiye gerek Kafkas olaylarında gerekse Ortadoğu’da kendine yeni bir konum edinmeye çalışıyor. Amerikan şahinleriyle takviye edilmiş yeni Amerikan Başkanıyla sorunlar yaşaması kaçınılmazdır. Bu noktada kapsamlı uluslar arası denge kaymalarının etkisi devreye girecektir. Büyük kriz dünyada kartların yeniden karılmasını kaçınılmaz hale getiriyor. Bu yeni düzenlemelerde en fazla basınç altında kalacak ülkelerden birisi Türkiye olacaktır.
Bir diğer kırılma noktası Kürt Sorununda ortaya çıkacaktır. Bu iki nedenle böyledir. ABD’nin canlı istihbarat sağladığı dönemin sonuçlarının alınacağı bir sürece giriliyor. Öte yandan, Güvenlik Anlaşması ile Irak’ta özellikle Türkiye’yi yakından ilgilendiren yeni bir dönem başlayacaktır. Canlı istihbaratla da bir sonuç alınamadığı yakında Türk devletine yakın müttefiki tarafından söylenecektir. Olaylar siyasal çözüm yönünde birikiyor. Irak’taki Güvenlik Anlaşmasından sonra Türk devleti hem Bağdat ile hem de Kürt Federe yönetimiyle farklı ilişkiler kurmaya zorlanacaktır. Kürt Sorunu, PKK’ye odaklı bir politika olarak yürütülme zeminini kaybedeceği günlere doğru ilerliyor. Barzani yönetimini daha fazla dikkate alan politikalar yürütmekle yüz yüze gelecek olan Türk devleti bu kapsamlı dönüşü kolayca yapamaz. İç politikada kaçınılmaz gerilimler yaşanacaktır. Aynı zamanda Barzani yönetimiyle PKK’nin geleceği üzerine yapılacak çetin pazarlıklardan hangi sonuç çıkacaktır? Bir sonuç şimdiden yeterince açıktır. Hangi pazarlık yapılırsa yapılsın PKK’nin tasfiyesi mümkün değildir. Dolayısıyla Türk devletinin önünde hem Kürt Federe yönetimiyle daha farklı ilişkiler kurma süreci vardır; ayrıca bu süreçten PKK’nin tasfiyesinin çıkamayacağı için Ankara kendi Kürt sorunuyla ilgili siyasi çözüm yaratmak için daha fazla baskıyla karşı karşıya gelecektir. 2009 yılı Kürt sorununda yeni gerilimlerle yüklü olarak geliyor.
Son olarak, ünlü “irtica-laiklik” yüz yıl savaşlarında garip gelişmeler yaşanıyor. Konumuz dar anlamda CHP’nin “çarşaf manevrası” değildir. Baykal son konuşmalarından birisinde neredeyse Cumhuriyetin “kıyafet devrimini” bile eleştirdi. Bunlar Cumhuriyet için kıyamet alametler midir? Hem evet, hem de hayır! Batılılaşma çoktandır büyüsünü kaybetmiştir. Erbakan boşuna “Batı Kulübü iflas etmiştir” demiyordu. Tüm dünyada “Batı değerleri” çöküşe giderken Türkiye’de ayakta durabilir miydi? Üstelik CHP, son dönemlerde batılılaşma ile arası en çok bozulan parti haline gelmişti. Son yaşanan ekonomik kriz sadece kapitalizmle ilgili ekonomik çöküntüler yaratmakla kalmayacak, aynı zamanda onun tüm moral değerlerinde de büyük çökmeler ortaya çıkartacaktır. Daha krizin başlarındayız. Piyasalara milyar dolarlar şırıngalayarak bu krizin keskin etkileri yumuşatılsa bile çok geçmeden çok daha köklü depremler kapitalist ekonomileri sarmaya devam edecektir. “İrtica-laiklik” yüz yıl savaşlarındaki garip gelişmelerin bir temel nedeni Batı moral değerlerinin tüm dünyada çürümeye başlamasıdır.
Fakat son garipliklerde siyasal bir neden de vardır. AK Partisinin siyasal islam propagandası ve yardımlarla yürüttüğü politik etkide artık bir kırılma noktasına gelinmiştir. Büyük kent varoşlarında neoliberalizmin yarattığı büyük yoksullaşma ve AK Partinin de eninde sonunda kendi yandaşlarına servet aktarmaktan öteye gitmeyen politikaları daha göze batar hale geldikçe varoşlardaki “örtülü” öfke kendine yeni yollar aramaya çıkmıştır. CHP çarşaf manevralarıyla bunu karşılayabilir mi? Kesinlikle hayır!
Sınıf çıkarlarının üzerindeki “türban” örtüsünün kalkması iyi bir şeydir. O zaman bu ülkedeki yoksulluk ve çürümenin gerçek nedenleri daha çıplak bir şekilde ortaya çıkabilir. İstediği kadar “çarşaf manevrası” yapsın CHP’nin bu gerçekliğe sahip çıkma gücü olmadığı için son siyasal manevralarının da etkisi çok sınırlı kalmaya mahkûmdur. Ancak son gelişmeler sınıflar mücadelesi üzerindeki örtülerin sıyrılması anlamında olumludur. Varoşlarda AK Parti etkisinde bir kırılma yaşanıyor. CHP buna talip olmaya çalışıyor.
2009 bu potansiyel kırılma noktalarının yaratacağı gerilimlerle yüklü olarak geliyor. Sınıflar mücadelesinin gerçek sahipleri için yeni olanakların açılması kaçınılmaz görünüyor. Hızlı örgütlenip, usta taktiklerle politik ortama müdahale edebilmek koşuluyla!