G20’ler Toplandı: “Eski Tas Eski Hamam”
Ayşe TANSEVER
20 Kasım 2008
Dünyanın en gelişkin ekonomilerinden olan 20 ülke lideri, ABD Başkanı Bush’un düzenlediği bir toplantıyla Washington’da bir araya geldi. Dünyamızın içine hızla girdiği finansal olmaktan çıkıp artık küresel, çok boyutlu hale gelen krizden çıkış yolları aradılar. Düşünüldüğünden kısa bir toplantı oldu. Sonrasında dünya borsalarının hızla düşüşünün de gösterdiği gibi toplantıdan önemli bir değişiklik çıkmadı.
Oysa toplantıya her yerde büyük bir hazırlık yapılmıştı. AB büyükleri arkasından grup olarak defalarca çeşitli düzeylerde toplanıldı. 3. Dünya ülkeleri G-20 çerçevesinden bir hafta önce finans bakanları düzeyinde toplandı. Öneriler geliştirdi. BRIC ülkeleri denilen Brezilya, Hindistan, Rusya ve Çin aralarında görüş alışverişinde bulundular. Petrol zengini Suudi Arabistan IMF’ye kredi vermesi için zorlandı. Çin, rezervlerini dünyanın krizden çıkması için kullanmaya davet edildi. Yani çok boyutlu yoklamalar ve zorlamalar yapıldı. Dünya finans kapitalinin nabzı çeşitli şekillerde tutulmaya çalışıldı.
Ayrıca önemli bir karar çıkması gerektiği herkes tarafından kabul ediliyordu. Tüm dünya finans kapitali gözlerini dikmiş, borsalarda soluklar tutulmuştu. Bekleniyordu. Eğer dişe gelir bir karar çıkmaz ise ne tür tehditlerin dünya ekonomisini beklediği biliniyordu. Ortak davranma tehdidi tepede Demokles’in kılıcı gibi duruyordu. Ortak davranmamanın sonucu eski krizlerde görüldüğü gibi ticaret savaşları, gümrük duvarlarının yükselmesi, şirketlerin batması, işsizlik, halkların yoksulluğu ve sonuçta bir dünya sıcak savaşı gibi tehditler demekti. Bu bilinmesine rağmen toplantıda önemli bir karar alınmadı. Ortak davranma adına alındı denilen kararların o güne kadar tek tek uygulanan önlemlerden bir farkı yoktu.
Sonuçta bu tehditlere, yapılan araştırma ve toplantılara rağmen dağ fare doğurdu. Her şey eski tas eski hamam olarak kaldı. Kimse toplantı sonucundaki gülümsemeler, fotoğraflar ve yansıtılmaya çalışılan iyi niyete kanmadı. Borsalar düşüyor. Merkezler dahil tüm dünyada şirketler ya işçiler çıkarıyor ya da iflas ediyorlar. Tüm dünya ekonomik verilerinde imdat zilleri çalıyor. 3. Dünya ülkeleri para birimlerini düşürüyor. İhracat yapmak için can hıraş bir şekilde yeni yollar yaratmaya çalışıyorlar. Halklar gelmekte olan büyük yoksulluğa karşı kara kara düşünüyor. Büyük bir huzursuzluk, korku her yere hakim.
Çeşitli Görüşler ve Öneriler
Toplantıda özünde 3 ayrı görüş vardı. Birincisi ABD’nin “Do no harm!”, ikincisi AB’nin “ABD egemenliğine son!” görüşüdür. Üçüncüsü de aralarında çok sayıda çıkar farklılığı olan bir avuç 3. Dünya ülkesinin “Bizi de görün!” görüşüdür. Ayrıca bunlara, toplantıda temsil edilmeyen sokaklardaki halkların “bankaları değil bizleri kurtarın” görüşü eklenebilir.
a) ABD Tavrı “Do no harm!”
Dünya finansının görüşlerini Bush şöyle dile getirdi. “Bush çözüm olarak yaygın düzenlemeler getirilmesinden yana olmadığını açıkladı… Kriz serbest pazar ekonomisinin başarısızlığı değildir. Çözüm, sistemi yeniden yaratmaya çalışmak olmamalıdır… Amacımız daha fazla devletçilik olmamalıdır. Daha akıllı devlet olmalıdır.” (basından)
Toplantıyı düzenlemek zorunda bırakılan ABD krizden pek şikayetçi değil. Krizin tahribatlarını giderici önlemler alarak aynı kurallarla devamından yanaydı. Pazar ekonomisi içinde her şey olur. Yeni bir kapitalizm yaratılamaz. Ancak bu düzen bir yerlerinden düzeltilebilir. Devlet biraz daha akıllı davranmalı yani finansı biraz daha dikkatle izlemelidir. Kapitali zora sokacak riskler almaması sağlanmalıdır. Yani Do no harm! Aman bu gidişe zarar vermeyelim. Bu içerikte bazı kozmetik değişiklikler yapılabilir. Hesaplama daha geliştirilebilir. Yolsuzluklar daha iyi denetlenebilir. Devletlerarasındaki işbirliği arttırılabilir. Ancak bu kadar! Daha fazlasına gerek yoktur. Gerisi zarar verir. ABD’nin görüşü buydu.
ABD’nin bu sistemde büyük bir değişiklik istememesinde anlaşılmayacak bir şey yoktur. Finansın dünyayı soymasının devamı için bundan iyi kurallar olamaz. ABD geberen kapitalist olarak üreterek değil para ile para kazanan bir yapıdadır. Yaşanan iflasların, kurtarma paketlerinin arkasından birileri paralar kazanıyor. Dünya sömürüsü finans kurumları yoluyla korkunç boyutlarda sürüyor. ABD para bilimi dolar henüz dünya parası, Wall Street dünya borsalarının merkezi olduğundan ABD finansı bu gidişten cebini düşünde görmediği şekilde dolduruyor. Neden değiştirilmesini istesin? Hatta kendi kapitalinin yaşadığı sıkıntılara rağmen değişikliğe direnç gösteriyor. Evet, elbette “Do no harm!” derler.
Sonuçta toplantıdan çıkan kararlar da beş aşağı on yukarı zaten bu görüşün kazandığını gösteriyor. Ciddi kararlar alınmamasına bahane olarak Barack Obama’nın olmaması gösterilmeye çalışıldı. Asıl kararlar geleceğe ısmarlandı. Adının açıklanmasını istemeyen bir Beyaz Saray yetkilisi özünde toplantıdan “finans konusuna reform yapılmalıdır” kararının çıktığını açıkladı, sanki zaten bunun için toplanılmamış gibi. Sözde reform için birileri görevlendirildi. Nisan 2009 içinde yine toplanılacak. Yine yılan hikayesine dönecek bir sürece girildi. Sonucun sonucu, ABD çıkarları korundu. ABD başarılıydı.
b) AB Tavrı: “ABD egemenliğine son!”
Toplantı öncesi Sarkozy şöyle keskin açıklamalar yaptı. “Finans dünyasının oyun kurallarını değiştirmek istiyoruz… 21. yüzyıla yaraşır yeni finans düzeni kurulmalıdır… Artık kovboy kapitalizmi istemiyoruz… Dolar dünya parası olmaktan çıkmalı.” Bunların bir kısmı AB Başkanı olarak Sarkozy’nin görüşleriydi. Bir kısmı da AB içinde başka ağızlardan çıktı. AB yıllardır bir türlü kurtulamadığı ABD kuyrukçuluğuna karşı bu kriz yoluyla bayrak açtı.
Bu tavır, bu isyan iyidir de AB yerine ne önerdi?
Finans sistemine açıklık getirilmelidir. Yatırım bankaları ve hedge fonları iyi denetlenmelidir. Almanya Hükümet Başkanı Merkel, erken uyarı sistemi kurulmasını talep ederek yeni oluşacak krizlerin önceden fark edilmesinin sağlanmasını önerdi. Hiç olmazsa önlem alınabilirdi. Yani engellemek değil, zarara karşı hazırlıklı olunabilirdi. Böylece kredi akışının aksaması engellenebilir hale gelecekti. Bankaların rezervleri arttırılarak yıkıma karşı dayanıklı hale getirilebilirdi. AB genelde devlet eli ile kurtarmak zorunda kalınmasına karşı oldu. Bunun önlenmesine sağlayacak bir sistem kurulsun istedi. Küçük bir ayrıntı da banka yöneticilerinin gereğinden fazla para almalarına karşı önlem isteyerek, halklarının öfkesini de arkalarına almaya çalışmaları oldu.
Özünde bu reform talepleri ABD finans gücünün sınırlandırılması anlamına geliyor. Başka bir deyişle şöyle söyleyebiliriz: AB görüşleri özünde belki de finans egemenliği altında ezilen, zarar eden kapital çıkarlarını dile getirmektir. Finansın denetlenmezliğine bir set koyma isteğidir. Bunlar zaten küreselleşmenin başlaması, borsaların dünyanın her yerinde kurulmasından ve böylece milyarlarca dolar paranın günde dünyayı kaç kez turlamaya başlamasından sonra hep söylenen şeylerdi. Yapılmıyordu. Yapılamıyordu. Finans egemenliği kapitalin bu talebini engelliyordu.
Toplantıdan finansın denetlenmesi kararı çıktı. Daha şeffaf olmaları sağlanacak, devlet bunları daha sıkı denetleyecek. İşte reform denilen bu! Bizim Başbakanımız Erdoğan da bu finansa “Yalnız bu yıl 11 milyar kazandınız, geçen yıl 12 milyar kazandınız. Bunları çıkarın, piyasaya sokun” diyor. Ama bu nasıl yapılacak? Dünya hakimi finansın paraları nasıl denetlenecek? Bunu yapmaya bu burjuva devletlerin gücü yetecek mi? Soru işaretleri.
Evet, reform yapılması için öneriler belirlenecek. Herkes öneri getirmekte serbest. Kurulan komisyon bu önerileri toplayacak ve Mart 2009 sonuna kadar belirlenecek. Sonra yine toplanılacak ve konuşulacak. Ve kim bilir nasıl uzun bir süreç alacak. Ayrıca bu dönemde finans güçlerinin yeni çıkarılacak önlemlere karşı hazırlık yapacağı, yeni kaçış yolları geliştireceğine şüphe yoktur. Bu nedenle reformların dünya burjuva ekonomisinin istediği türden sonuçlar vereceğini bile düşünmek zordur, eğer başka güçler bu zoru dayatmazlar ise.
Sarkozy Fransa Devlet Başkanı seçildikten sonra Bush dostu oluverdi. Ülkesini ABD yanına çekmeye çalıştı. Şimdi de tam tersinden ABD eleştirilerinin başına çekiyor. Bu biraz gariptir. Sarkozy iktidar olduktan sonra ülke ekonomisinde başka gerçekler mi görmüştür, o nedenle rota mı değiştirmiştir? AB Başkanı olarak mı böyle bir çıkış yapmak zorunda kalmıştır? Yoksa 3. Dünya Ülkelerinde gördüğü öfkeye baraj olmak için mi böyle sert konuşmuştur?
Sanırız Sarkozy ve Almanya Hükümet Başkanı Merkel başta ABD yanına yaklaşarak finans sömürüsünden onun gibi pay almayı denediler. Ancak bundan arzu ettikleri başarıyı elde edemediler. Onun dünya egemenliğine katılamadılar. Katılamadıkları gibi onun eski sağ kolu İngiltere’nin durumunu gördüler. İngiltere kriz öncesi çok zor durumda olan ülkesine bir açılım sağlamak için Suudi Arabistan’ı dolaştı. O bile ABD’nin öncülüğünü çektiği yeni liberal politikalardan zarar gördü. ABD ile ortaklığı ona bir kurtuluş sağlamadı. ABD egemenliğine karşı o da belirli öfkeler biriktirdi. Sarkozy ve Merkel bunu görmüş olmalılar. Egemenin yanına yamanamayınca, ona karşı olmak doğaldır. AB yıllardır ABD egemenliğine karşı dövüşmüş ama alttan gelen başka tehlikeleri görünce de yine ona doğru çark etmek zorunda kalmıştı. Yaşadığımız kriz acaba bu egemene karşı bir güç oluşturur mu? Egemenin kuralları yıkılabilir mi? Kriz bir zor işlevi görür mü? Sarkozy’nin denediği budur, ülkesini ve AB’yi ABD egemenliğinden kurtarmak. Kriz bunun bir aracı olarak kullanılmaya çalışıldı. Dolar egemenliği ve onun kurallarına güçlü bir darbe girişiminde bulunuldu. Ama bu deneme başarısız oldu. AB toplantıda arkasına 3. Dünya Ülkelerini almasına rağmen bir başarı sağlayamadı. Şimdilik olsa da yine ABD egemenliği arkasındaki yerini aldı. Toplantı istedikleri sonucu vermedi. Geleceğe ısmarlanan bir reform sözüyle kapandı.
c) 3. Dünya Ülkeleri Tavrı: “Bizi de görün!”
G-20 adı ile anılan ülkeler içinde şimdiye kadar dünyayı yöneten G-7’ler dışında BRIC denilen Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin vardır. Bunlar küreselleşme ile öne çıkan ülkeler. Bir de bunlara Endonezya, Güney Kore, Meksika, Arjantin, Afrika kıtasından Güney Afrika ve petrol zengini Suudi Arabistan ile dış ve iç borçları ile rekorlar kırmasına rağmen kalkınıyor diye örnek gösterilip pohpohlanan ülkemiz Türkiye katıldı.
G-20 ülkeleri kapitalizmin ABD’den farklı bir sürecindeler. ABD artık üretimle değil finans ile para kazanma sürecinde, oysa bu ülkeler üretimle daha canlı bir ekonomiye sahiptirler. Dünya kalkınmasının büyük bir kısmını gerçekleştirirler. ABD’nin tersine üretim çıkarları vardır. Yani kapital çıkarları ABD finansı çıkarları ile zıttır.
Sosyalizm çöküp kapitalist üretim biçimi tüm dünyayı kaplayınca o güne kadar geçerli olan ticaret anlaşması GATT’ın da genişletilmesi gerekti ve bilindiği gibi Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kuruldu. Kurulurken merkez ülkeleri 3. Dünya Ülkelerini “aldattılar” ve DTÖ onlardan yana olmayan kurallar ile kuruldu. 3. Dünya Ülkeleri bu kurallardan zarar görünce merkezlere karşı protestolara başladılar ve bazı kuralların değiştirilmesi için harekete geçtiler. O günlerde de G-20 ülkeleri gruplaşmaya başladı.
G-20 asıl olarak 1999 yılında Asya ve ardından Rusya krizlerine karşı bir çare aramak, merkez ülkelerin spekülasyon ile ülkelerinden bir gecede paraları uçurarak yapay krizlere yol açmasına karşı önlemler almak için kuruldu. Özünde günümüz finans krizine öfkenin çocuğudur. AB de gruba ABD egemenliğine duyduğu öfke ve “reformcu” başka tür bir kapitalist model yapısı ile girmiştir.
Sonra DTÖ içine başka sektörlerin alınması için Doha görüşmeleri başladı. G-20 o güne kadarki deneylerinden kalkarak bu kez Doha’da baş kaldırdılar. Anlaşma bir türlü imzalanamadı ve dağılındı. Yani G-20’nin kuruluşu ve gelişmesi böyle merkez ülkelere karşı sömürü öfkesine oturur. Son finans krizi bu öfkeye tuz biber ekti.
Kriz sonrası Bush’un dünya ülkelerini toplayıp bir toplantı yapma derdi yoktu. Zorlamalar karşısında Bush bir G-7 ya da G-8 yapılabileceğini düşündü. Sarkozy bu grubun yeterli olmayacağını söyledi. 3. Dünya Ülkeleri de alınmalıydı. Onların sesleri de dinlenmeliydi. Bush’u razı etti. Bu toplantının G-20 olarak yapılmasının altında onlarda biriken öfke ve Sarkozy’nin “kurnazlığı” yatar. 3. Dünya Ülkeleri ile Bush bir şey yapmaya zorlanacaktı.
İkinci neden de aslında merkez ülkelerin G-7 olarak krizi dizginleyecek bir güçleri olmamasıdır. Krizden çıkmak için diğer ülkelerin yardımına ihtiyaçları vardır. Güçleri 3. Dünya Ülkelerinin taleplerini susturmaya yetmez. Kurallarını artık onlara dayatıp yaptıramazlar. Onlar da alınmalıdır.
Üçüncü olarak küreselleşmenin vardığı boyut, bu krizden tek tek ülke olarak ya da merkez ülkeler olarak kurtulmayı engellemektedir. Ya toptan çıkılacaktır ya da toptan batılacaktır. Toplantıya en azından iri kıyım 3. Dünya Ülkeleri alınmalıdır
G-20’lerin istedikleri bu geçmişten çıkan sonuçlar içinde, gelişkinliklerine göre farklılıklar taşısa bile “bizi de görün” olarak özetlenebilir.
“Bizi de görün!” anlayışı temel olarak iki şekilde özetlenebilir. BRIC gibi elinde para olanlar IMF içine girip onun sömürüsünden pay almayı planlarlar. Dünya’da 190 ülke olduğu düşünülürse IMF’nin kredi verip sömürebileceği daha çok ülke vardır. İtibarı düzelsin, yeni pazarlar açsın ve kendilerini de içine katsın isterler.
İkinci ve daha yaygın grup ise IMF yapısının değişmesini ister. IMF II. Dünya Savaşından sonra yürüttüğü merkez çıkarlı politikaları ile tüm itibarını yitirmiştir. Onun öğretilerini ekonomiye uygulayan tüm ülkeler iflas etmiştir. Dayattığı kurallar değişmelidir. Yani tasfiyesi yerine başka bir kurum kurulması, sömürü mantığının değişmesi değil yapısının değişmesini isterler.
Toplantıda IMF’nin yeniden yapılanması kararı alındı. Dünya finans ülkesi İsviçre, Hong Kong ve Singapur’un oluşturduğu Finans İstikrar Forum’u Çin, Brezilya ve kimsenin neden olduğunu anlayamadığı bir şekilde Güney Kore yetkilileri ile birlikte yeniden yapılanma planı hazırlayacaklar. Katılan ülkelerin maliye bakanları ve merkez banka şefleri de öneriler yollayabilecekler. Nisan 2009 başına kadar öneriler üye ülkelerin toplantısı öncesi yollanacak. Çalışmalar başlayacak.
IMF’nin yeniden yapılanmasının içinde olduğumuz krizden çıkış ile pek bir ilgisi yoktur. IMF krize rağmen hala eski kuralları ile kredi veriyor. Yeniden yapılanmasından sonra belki AB’nin istediği doğrultuda bir kriz uyarı mekanizması kurulabilir. Finans kaynaklı krizlere karşı sipere girmeye vakitleri olabilir.
3. Dünya Ülkelerinin toplantıdan çıkmasını istedikleri önemli bir talebi vardı. Kriz ABD’de çıkmıştır. ABD finans güçlerinin yaptığı yanlışlıklardan doğmuştur. Bedeli ise özellikle 3.Dünya Ülkeleri tarafından ödenecektir. Bu ne biçim bir düzendir. ABD sorumluluğu üstlenmeli ve bedelini ödemelidir. Yani ABD çıkacak ben suçluyum, kusura bakmayın, zararınız neyse tazmin edeceğim diyecektir. Bırakın bunların denmesini, kararda kriz “düzenin doğal bir yapısı” olarak tanımlandı.
3. Dünya Ülkelerinin diğer önemli talebi merkez ülkelerin spekülasyon yapmamasıydı. Başbakan Erdoğan da çeşitli yabancı bankaların nasıl hesap ettikleri bilinmez bir şekilde ülke kredi verilebilirliği hesapları yaptıklarından ve bunların gerçeği yansıtmadığından şikayet ediyor. Aslında bu hesaplamalar merkez ülke spekülasyoncularına sinyaldir. Bu sinyallerden sonra 3. Dünya Ülkelerine sermaye gelmez, kredi verilmesi zorlaşır ve ülke ekonomisi bir anda zor durumda kalır. 3.Dünya Ülkeleri bu tür merkez ülke spekülasyonlarına ve kendilerini zor durumda bırakmalarına karşı önlem alınmasını istediler. Bu taleple ilgili de bir karar alınmadı.
Yani ne merkez ülkelerin politikalarının yanlışlığını onlara kabul ettirebildiler ne de sermaye kaçışlarına karşı bir garanti koparabildiler. IMF’nin yapılanması da bakalım nasıl sonuçlanacak. Ayrıca bu grup aralarındaki parçalılığı daha da artırdı. Bazıları reform yapma komisyonlarına alındı. Bazı durumlarda G-20’nin G-13 ya da G-14’de olabileceğini söylediler. Yani aralarından bazılarını atabilirler. Gelecekte bu merkezlerin de işine gelecektir. Karşılarındaki gücü bölmek gibi. Bizim ülkemiz ve Endonezya en baş gidiciler arasında olacaktır. Suudi Arabistan gibi paralı ama sanayisi olmayan, ABD kuyrukçusu bir ülkenin de büyük bir 3. Dünya Ülkesi olarak kalması söz konusu olabilir.
Burada aklımıza gelen bir konuyu açıklamak isteriz. IMF kriz başladığından beri iflas eden ülkelere yardıma yetişemiyor. İzlanda battı. Macaristan ve Ukrayna kapısını çaldı ve kurtarma kredisi aldılar. Daha önce Pakistan ile görüşmeler sürüyordu. Pakistan tam iflas etmek üzereyken 9 milyar kopardı. Türkiye anlaşma imzaladı imzalayacak. Başbakan 30-40 milyar dolardan söz ediyor.
Peki, sonuç ne olacak? Şimdiye kadar alınan kredilerle bir yere varılmadı. Borç üstüne borç birikiyor. İyi günlerde borçları ödemeye yetişemedik. Şimdi kriz ortamında alınan borçları gelecekte nasıl ödeyecek bu ülkeler?
IMF kredi açmasa, bu ülkeleri bıraksa krizin tüm dünyaya yayılması artacak. Peki, iflas eden ülkeler artar ve verilen krediler geri ödenemez duruma gelinemez mi? Böyle bir risk yok mudur? Bize göre vardır. Arjantin 2000 başlarında ödeyemez duruma geldi. Ödemiyorum dedi, Venezuela yardımından güç aldı. Baş kaldırdı. “İlk önce halkım gelir” dedi. Faiz ödemelerini durdurdu ve anaparayı çok küçük taksitlere bağladı. Ayrıca zor durumda kaldığında yine ödemiyor.
Hatırlayalım bir zamanlar ABD’nin Baker Planlarını yaşadık. Ülkeler aldıkları borçları ödeyemez duruma geldiler. O dönemde “borçlar ödenmesin” sloganları çıktı. Kriz derinleştikçe gelecekte, ödemelerde böyle aksaklıklar olabilir. Arjantin, İzlanda gibi ülkeler de iflas edebilir. O durumda IMF’nin bu bedeli ödeteceği yedek ülkelerinin olması ne kadar “iyi” olur asıl hissedar merkez ülkeleri için değil mi? Hiç şüphemiz olmasın ilk önce bu sonradan sermayedar olanların parası batacaktır. 3. Dünya Ülkeleri merkez paraları için bir sibop gibi kullanılabilir, eğer dikkatli davranmazlarsa.
Kapitalizm sömürmek üzerine kurulu bir düzen olduğundan 3. Dünya burjuvaları da “bedelini” ödeyeceklerdir. Bu anlatılanlar ışığında toplantıdan çıkan kararların 3. Dünya Ülkelerinin “Bizi de görün!” talebini karşıladığını söylemek olanaksızdır. Onların daha ödeyeceği bedeller vardır. Yeni kararlar krize daha çok bedel ödeyeceklerini gösteriyor.
Toplantıdan Çıkan Kararlar
Toplantıda 3. Dünya Ülkeleri merkezler tarafından bir kez daha “idare edilmişlerdir.” Sesleri duyulur gibi yapıldı, dinlenildi, öfkeleri yatıştırılmaya çalışıldı. Belki de sadece grup içine alınarak göğüslerine bir madalya takılmış oldu.
Toplantıda kriz başladığından bu yana yürütülen politikaların devamı kararlaştırıldı. İflaslara karşı yeni para paketleri açıklanacak. Yeni kurtarmalar yapılacak. Şimdiye kadar dünya ölçüsünde çıkarılan para miktarı 3-4 trilyon doları buluyor. Buna yenileri eklenecek. Burjuva hükümetler finans-kapitallerini korumaya devam edecekler.
Yeni liberal politikalar 3. Dünya Ülkelerinde uygulandığından bu yana devletler züğürtleşmiştir. Varını yoğunu özelleştirmiş, elinde beş kuruş para kalmadığı gibi iç ve dış borç içinde yüzmektedir. Bunlar nereden para bulup kurtarma yapacaklar? Para basarak. Para basmak gelecekte büyük enflasyon altında halkın canını almak demektir. Kabul edilen devlet yardımları devleti içten batırmanın diğer bir adıdır. Yani 3. Dünya Ülkeleri merkezlerin bu paket kararına imza atarak kendi ölümlerini kabul etmiş oluyorlar.
İkinci konu ise para birimleri konusudur. Bu ülkelerin aynı bizde olduğu gibi para birim değerleri merkez para birimleri karşısında sürekli düşüyor. 3. Dünya Ülkeleri Karakas mali uzmanlar toplantısında söylendiği gibi bir “rekabetçi devalüasyon” içine giriyorlar. Dövize ihtiyaç duyan bu ülkeler ihraçlarını diğer rakipleri karşısında arttırabilmenin yolunu işçilik maliyetlerini düşürmede buluyorlar. Bunun yolu da sürekli devalüasyondur. Bu konuda 3. Dünya Ülkeleri hiçbir tavır ortaya koyamadılar. Bu durumda bu ülke halklarını büyük açlık ve yoksulluk beklemektedir. .
Sonuçta toplantıdan bir kez daha finans güçlerinin zenginleşmesi doğrultusunda reformist bazı kararlar çıkmıştır. Bunların arasında 3. Dünya burjuvalarının merkez burjuvaları karşısında kendilerini koruyucu bir önlemi yoktur. Merkezler kendi yol açtıkları sorun için bir bedel ödemedikleri gibi düzenlerini sürdürmeye devam edecekler. 3. Dünya Ülkelerinin burjuvaları da buradan belki bir şeyler otlarlar. Bu önlemlerin krizi önleyici bir gücü yoktur.
Bu krizin bir noktası daha vardır. Artık krizin etkisi sadece 3.Dünya Ülkeleri ile sınırlı kalmayacak, merkez ülke halkları da bir bedel ödeme durumunda kalacaklardır. Bütün bu olanlar ile halkların ayaklanması her an gündeme gelebilir. Ya da 3. Dünya Ülke halkları bu gidişe hayır diyebilirler. O zaman artık ABD ve dünya finans çıkarlarına oturtulmaya başlayan dünyamızda bir şeyler değişmeye başlayabilir.
“Bankalar Değil Halklar Kurtarılsın”
Toplantıya katılmayan ama talepleri olan başla insanlar da vardır. G-20 ülkelerinin halkları dünya nüfusunun 2/3 ünü oluşturuyorlar. Dünya üretiminin %90’nını gerçekleştiriyorlar. Ticaretin %80’i bu ülkeler arasında yapılıyor.
Banka kurtarmalarına karşı en başta ABD’de olmak üzere halklar şu sloganlarla sokaklara döküldüler. “Bankaları değil halkları kurtarın”. Elbette bunların seslerine kulak verilmediği toplantı kararlarından ortaya çıktı.
Peki, içinde yaşanan düzen çerçevesinde krizin etkisinden halklar nasıl korunabilir? Krize karşı halkçı önlemler olabilir mi? Varsa nedir? Halktan yana talepler neler olabilir?
Venezuela başkenti Karakas’ta krizin hemen arkasından dünyanın sayılı ilerici ekonomistleri toplandılar ve ne tür önlemler alınabileceğini tartıştılar. (Bu kararların çevirisi bu sitede çıktı bn.) Latin Amerika halklarını krizden korumak için bazı talepler belirlendi. Krizlerden çıkmanın başka türlü yolları da vardır. Halkların canını acıtmadan, onları işsiz aşsız bırakmadan, koruyarak çıkma yolları bulunur. Doğru olan da bu yolların tutulmasıdır. Washington toplantısından çıkan kararlar kapitalist sömürü düzeninin çarpıklıklarının böyle su yüzüne çıktığında örtülmesine hizmet eder. Bir ayıbın, yanlışın düzeltilmesine yarar. Yoksa halkların çıkarına getireceği zaten bir şey olamazdı.
1.İlk olarak eğer devlet bankaları ve şirketleri kurtarıyorsa, bu halkların paralarıyla yapılmaktadır. O nedenle kurtarma miktarına göre bu şirketler halk şirketleri statüsüne girmelidir. Yani o ölçüde kamu malı olmalıdır. Eğer borç olarak veriliyorsa, borçlar mutlaka bankalar ve şirketlerden geri tahsil edilmelidir. Gerekirse bu doğrultuda banka mülkiyeti ya da müdürlerinin mülklerine el konulmalıdır.
2. 3. Dünya ülke hükümetleri mademki para oyunları ile yabancı sermayenin ülke dışına kaçtığını görüyorlar, öyleyse bunları engellesinler. “Ülke ekonomisini dar boğaza sokuyorsunuz. Binler, yüz binlerce insanı açlığa yoksulluğa itiyorsunuz. İnsan hakları çerçevesinde bu paraların çıkışını engelliyoruz. Onu işletmeye devam edeceğiz ve uygun bir zamanda size ödeyeceğiz.” diyebilirler.
3. İhracatı arttırma uğruna para değerlerinin düşmesine karşı ciddi önlemler alınmalıdır. Para değerinin düşmesi dışarıdan alınan malların pahalılaşması demektir. Bu bir anlamda halkların soygunu demektir. İhracatın finans kapital güçlerini zenginleştirirken halkları yoksullaştırmasıdır.
4. 3. Dünya Ülkeleri kendi aralarında “rekabetçi devalüasyonlara” karşı anlaşmalar imzalamalıdır. Aralarında ortak para politikaları yürüterek merkezlere karşı sağlam durmanın yollarını aramalıdır.
5. 3. Dünya Ülkeleri merkez bankaları, merkez ülkelere karşı işbirliği içine girmeli, rezervlerini onlara karşı koruyucu önlemler almalılar. Acil durumlarda birbirlerine yardım etmeyi gerçekleştirebilmeliler.
6. Sermaye kaçışını önlemenin bir diğer yolu da eskisi gibi sabit kur düzenine yeniden geçilmesidir.
7. Halkların ihtiyacına göre kriz sırasında borç ödemeleri durdurulmalıdır.
8. Halkları korumak için özellikle geniş yığınların tüketim mallarındaki fiyatlar dondurulabilir.
9.Doğal kaynaklar mümkün olduğunca halka ve ulusal mülkiyete geçirilmelidir. Çünkü ancak böyle bir mülkiyet biçimi en çok ulusal halk çıkarına olacaktır.
10. Ulusal ve bölgesel Acil Durum Fonları oluşturulmalıdır. Gerektiğinde bu fonlar halkların karınlarını doyurmak için kullanılmalıdır.
11. Bütçelerde sosyal harcamalar için ek fonlar oluşturulmalıdır. İş güvenliği, evrensel gelir, konut, sağlık ve eğitime öncelik verilmelidir. Kriz var diye bunlardan kesintiye gidilmemelidir.
12. Düşük gelirliler ve emeklilerin krizden en çok zarar göreceği düşünülerek bunların aylıklarını dolaylı arttırıcı önlemler alınabilir. Fiyat kontrolleri, sübvansiyonlar yapılmalı, anti-enflasyonist önlemler alınmalıdır.