Suphi Nejat Ağırnaslı ya da Paramaz Kızılbaş önümüze cevaplarını bulmamız gereken sorular dökerek ölümsüzlüğe uçtu.
Türkiye Devrimci Hareketi giderek içine gömülmeye başladığı rutinin içinde devinmekten, mevzi savaşında takılıp kalmaktan nasıl kurtulacak? Kendisini giderek sıradanlaşan bir varoluştan nasıl çıkaracak? Paramaz’ın deyimiyle “toplumu büyüleme” kapasitesi nasıl geliştirilecek? Paramaz’ın eylemi, en temel olarak devrimci faaliyetin genel rutinleşmesine ve etkisizleşmesine dönük bir çığlık olarak da okunmalı. Kadıköy’deki yürüyüşte babası Hikmet Abi de bu çığlığı oldukça gür bir biçimde yükseltti.
Devrimcilik sadece akılcı bir biçimde yürütülemez. İrrasyonel ve mitsel öğesini kaybeden bir devrimcilik ise ister istemez büsbütün bürokratik bir mekanizmanın işletilmesine kadar daralır. Düzenin elindeki en büyük silah karşısındaki direnci, devrimci öfkeyi sistematize edebilmesi, bilindik davranışlar sergileyen bir kalıba dökebilmesidir. Bir süre sonra bu kalıpların kendisi, devrimci özneler için de siyasetin olası yegane biçimleri olarak kanıksanır. Kanıksanan bir faaliyet haline sokulan bir devrimciliğin ise “toplumu büyüleme” kapasitesi elinden alınmış olur. Ezilenleri büyüleyemeyen bir devrimci siyaset ise yine ezilenlerin rasyonalitesinin desteklediği, gündelik hayatın idamesini esas alan kalıplar karşısında yenik düşmekten kurtulamaz.
Paramaz’ın eyleminde soru soran ve etkileyici olan yan ise onun kendini aşma ve dönüştürme, kabuğunu kırma konusundaki yetisidir. Devrimci bireyin yaşamını oturttuğu bir raydan çıkarabilme kapasitesine sahibi olabilmesi, bu anlamda yersiz yurtsuzluğa ve göçebeliğe açıklığı onun en büyük gücüdür. Devrimci bireyin rutinini kırabilme kapasitesi, hayatı ve mücadele tarzını “normal”in ötesinde bir noktaya sıçratabilmesi aslında bir devrimciliğe davet olarak okunması gereken “büyü”nün temel kaynağıdır. Devrimci birey için gerçek olan devrimci siyasi özne için de geçerlidir. Gerektiğinde kendi gidişini tersyüz edebilecek bir manevra yeteneği kalmamış bir devrimci özne kaçınılmaz olarak iddialarının altında kalır.
Paramaz’ın eyleminde etkileyici olan yan onun bu sıçrama ve dönüşüm yeteneğini göstermesidir. Kendisi de şehadetinin Kobani Direnişi’nin diğer isimsiz kahramanlarının arasından fazlaca öne çıkarılmasını istemezdi, bu yaklaşımı hayatını anlatan dostlarından ve son mektubundan rahatlıkla anlayabiliyoruz. O aslında kabuğunu kırma noktasındaki eylemini “sıradan” bir tutum olarak gösterme konusunda oldukça ısrarcıdır. Bu sıradanlık vurgusu ise kendini aşmaya dönük bu kapasitenin aslında herkeste bulunduğunun altını çizmek içindir. Paramaz “Hayatınızı kendiniz için bir zindan haline getirmeyin, duvarlarınızı yıkın, ufkunuzu öteleyin, bunu başarabilmek için olağanüstü olmanız gerekmiyor” çağrısı yapmaktadır.
Eylemi aslında güncel devrimciliğin yegane görevi olarak Kobani’de savaşmayı gösteren bir çağrı olarak da okunmamalıdır bana kalırsa. Esas olan faaliyetin kabuğunu kırması, Kobani olunması çağrısıdır. Esas olan arzuladığı yaşam için her şeyini ortaya koyabilecek bir büyünün etkisine girebilmektir. Aklın rasyonalitesi ile iradenin coşkusunu sentezleyebilmektir. Düzenin dayattığı aklın herkesi nasıl bir tımarhanenin içine hapseden bir akıl tutulmasına yol açtığına dair bir inancın iradeleşmesidir.
Ülke ve dünya büyük bir alt üst oluştan geçiyor. Bu altüst oluşlar 31 Mayıs 2013’ten bu yana devrimci sıçramalar için muazzam olanaklar yaratıyor. Fakat bu olanaklar ezilenlerin politik iradesinin güçlendirilmesine dönük hamlelerle taçlandırılamayınca faşizm kendisini daha derinlikli tahkim etmeye çalışıyor. 31 Mayıs 2013’ten bu yana değerlendirilemeyen fırsatlar fiili bir diktatörlüğün inşası ve gözü kara bir Ortadoğu maceracılığı olarak bizlere fatura ediliyor. Önümüzde çok daha kaotik günler var.
Bu kaotik günlerde ezilenlerin iradeleşmesine öncü güç olarak yanıt üretmek isteyenlerin, ezilenleri günlük hay huylarının ötesinde bir umuda bağlamak için mücadele edenlerin Paramaz’ın eylemiyle sorduğu sorulara gerçek, sahici ve büyüleyici yanıtlar bulmak zorunda olduğu açıktır.
Paramaz’ın Boğaziçi’li olması çok öne çıkarıldı. Bundan da hiç hoşlanacağını zannetmiyorum. Ama Boğaziçi deyince okulun 90’lı yıllardaki devrimci geleneğine yeri doldurulamaz bir katkı sunan Ekrem Demirci yoldaşı anmadan geçemeyeceğim. Paramaz’ın fotoğrafındaki hınzır bakışları Ekrem’inkilere fazlasıyla benziyor. Ekrem devrimcinin göçebeliğe bağlı olması, devrimci yaşam dışında hiçbir hayata alışmaması konusunda muazzam bir iradeye sahipti.
[button link=”www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]