‘Bu toprağın her parçası halkımın gözünde kutsal…”
Kobanê bir büyük direnişin adı.
Bir devrimin kalesi.
Artık ve şimdiden bir insanlık tarihi.
Bir halkın elleriyle doğurduğu devrim Rojava’da can buldu. Kürt halkının parmak ısırtırcasına, özenle bezenle yarattığı devrim tüm halklara örnek oldu. Başından beri bir kadın devrimi olduğu söylendi durdu.Evet Rojava devrimiyle kadının memede bebe emzirirken toprağı tekrar varedişine tanık olduk.
PYD EşBaşkanı Asya Abdullah’tan Ankara’da katıldığı bir söyleşide dinlemiştim Rojava’nın kadın devrimine nasıl dönüştüğünü. Kadın yönetimlerinden bahsetmişti. Gözleri ışıl ışıl ve büyük bir heyecanla anlatmıştı o kuruluş günlerini.
Şimdi Kobanê üzerinden Rojava devrimine yönelik çok yönlü saldırılar var. Devrim yok edilmek isteniyor. Kadınlar için şimdi de doğurup büyüttükleri devrimi yaşatma zamanı gelmiş. Arin Mirkan ruhuyla Kobanê’de savaşan, direnen kadınlar bugün aynı zamanda tüm kadınların varoluş mücadelesi verdiği erkek egemen düzene karşı da savaşıyorlar. Peki bu direnişi büyütmek ve dayanışmak için bizler ne yapıyoruz? Bu soruyu kendimize samimiyetle sormalıyız.
Kobanê’de sınırları aşan kadınlarla buluşmaya karar verdiğimizde bizler açısından çok önemli bir deneyimin ortaya çıkacağını biliyorduk. Kadın dayanışmasının sınırları aşması gerektiğini biliyor, savaşın kadınları ve çocuklarıyla buluşmanın da heyecanını yaşıyorduk. ”Barış Böyle Olmaz” diyen kadınlar olarak üç otobüs Kadıköy’den yola çıktık. Gidemeyen çok sayıda kadın arkadaşımızda bizi yolculamak için buluşma yerimize gelmişti. Sımsıcak selamlar ve ”Biji Berxwedana YPJ” sloganlarıyla uğurlandık. Yolda, halaylar, türküler, zılgıtlar hiç susmadı. Zılgıt çekmeyi de Suruç yolunda öğrendim. Sonra herkes kendi öykülerini anlatmaya başladı. Bizim ziyaretimizden bir hafta önce sınırı da aşarak Kobanê’ye giden arkadaşlar vardı aramızda. Bir anda bize de nasip olsun diye dua ederken bulduk kendimizi. Görüşmelerimizde zaman zaman ölüm haberleri, Kobanê’ye sayısız havan topu düştüğü vb. bilgiler ediniyorduk. Kafamda o zamana kadar savaşa dair sadece resimler vardı. Daha çok da Filistin’li çocukların enkaz altında kalmış bakışlarının olduğu resimler. Ya da bölgede 90’ları anlatan resimlerle sınırlıydı hafızam.
İlerledikçe heyecanım artıyordu. Suruç’a yaklaşmıştık. Devlet Suruç’a girişimizi panzerle, tomalarla, asker ve polisleriyle engellemek istedi. Ancak alternatif yollardan geç de olsa girebildik. Yirmiüç saatin sonunda nihayet Suruç’taydık işte. İlk olarak İstanbul’dan Kobanê’ye derlediğimiz dayanışma malzemelerini Suruç Belediyesine teslim ettik. 100-150 kişilik kadın heyetimizle malzemeleri ulaştıracağımız depoya yaptığımız zincirde dayanışmanın güzel fotoğrafıydı.
Suruç’ta bizi karşılayan koordinasyondan arkadaşlar, Sebahat Tuncel ve Belediye Eş Başkanı Zuhal arkadaşla ayaküstü yaptığımız sohbette iki günlük programı da oluşturmaya çalıştık. Kobanê’ye dair ve üzerimize düşen iş bölümüne dair bilgiler aldık.
Behte Köyü’ne yerleştirileceğimiz söylendi. Tekrar yola çıkmadan önce küçük bir kaza geçirdiğim için Suruç Devlet Hastanesi’ne gitmem gerekti. Ateşli silahlarla yaralanmış savaşçılar getiriliyordu an be an. Hastanede tam bir telaş. Herkes oraya buraya koşturuyor. Doktorlar bir taraftan tarihten kalma tıbbı cihazlarla cebelleşiyorlardı. Doktorların zamanla yarıştığı, olanaksızlıklar içinde yaralıları canhıraş bir şekilde tedavi etmeye çalıştıkları böyle bir ortamda sedye meşgul etmenin mahçubiyetiyle bir an evvel oradan çıkmak duygusunu yaşadık hastaneye geldiğim yoldaşlarla. Ağlayan çocuklar, çaresiz bekleyen insanlar ve doktorlar… Bu tabloyla karşılaşmak aslında iki günün nasıl geçeceğinin de işaretlerini veriyordu. Behte Köyü’ne doğru tekrar yola çıktık ve o gece sınırda nöbet tutmak üzere iş bölümü yaptık.
Savaşı çıplak gözle izlemeye başlamıştık. Sınırdan gelen top seslerinin gürültüsü her defasında bizi o tarafa çekiyordu. Her seferinde sınıra daha yakın olma isteğimiz ise koordinasyondaki arkadaşların engellemeleriyle karşılanıyordu. Dediklerine göre biz sınırdayken YPG/J’li savaşçılar bizlere zarar gelmesinden çekindikleri için IŞiD’e müdehale etmekte zorlanıyorlar. Bizler de dostlarımızın işini zorlaştırmamak için inisiyatife mümkün olduğunca uygun davranmakla yükümlü olduğumuzu hissettik.
Atılan havan toplarının, atışların kime ait olduğunu anlayabiliyorduk artık. İzlediğimiz dürbünlerden IŞİD çetecilerinin ve YPG/J’nin mevzilerini görebiliyorduk. Küçük bir kız çocuğu da elindeki kırık tuğlayı dürbün yapmıştı. Görmek istediği belki ablası, abisi, belki de babasıydı. Gözlerinden uzaklara taşınmak istediği belli oluyordu.
Ertesi gün uyandığımızda köydeki koşturmacada hemen yerimizi aldık. Herşey komün usulüydü. Kahvaltı ekibine de girdik. Sınırda, önce kadın zinciri sonra da insan zinciri oluşturduk. Yüzlerce insan vardı. İnsan zincirinin güvenlik duvarı anlamının yanı sıra YPG/J’nin mevzilerinden göründüğünü ve moral yarattığını duyunca, türlü türlü hallere girip zinciri alabildiğince uzatmak için çaba gösterdik. İnsan zincirinde kadınlar, gençler, milletvekilleri, çocuklar, yaşlılar sloganlarımızı onlara duyurmak için vargücümüzle haykırıyorduk.
Kobanê’den gelen insanlarla kaynaşmaya başlamıştık çoğumuzun dil bilmezliğine rağmen. Köydeki insanlarda ziyaretçi ve misafirlere oldukça alışkındı ve bizleri muazzam bir özenle ağırlıyorlardı. Küçücük evlere yüzlerce insan dolup taşıyor ve dostluğumuzu pekiştiriyorduk. Evin önünde çocuklar boyama yapıyorlardı. Gülüşleri çalıştıkları kağıda yansımış, güneşle bir olmuşlardı. Eserlerine baktık: üç renk ve üç harften oluşan çizimler yapmışlardı.
Kobanê’den gelen insanlar kurulan çadır kentlere yerleştirilmiş ve ihtiyaçları karşılanmaya başlanmıştı. Çadır kentlere yerleşmek için bekleyenler de vardı. Rojava çadır kentine geldiğimizde her bir çadırın onlarca öykü barındırdığını anladık. Annelerden biri IŞİD saldırılarından üç kez kaçtıklarını nasıl da anlattı. Rakka’dan Kobanê’ye, Kobanê’den Türkiye’ye. Sınırda TC askerlerinin kendilerine zulüm ettiklerini, alay ettiklerini anlattı. Başka bir genç kadın ailesiyle birlikte Kobanê’den geldiklerini, eşinin ise savaşmak için tekrar Kobanê’ye döndüğünü anlattı. Kucağında oturan iki kız çocuğu ise babalarını anlatan annesini merakla dinliyorlardı. Anlatan kadın aynı zamanda hamileydi.
Bir amca ise oğlunun şuan IŞİD’in elinde tutsak olduğunu bildiklerini ancak akıbetini öğrenemediklerini söyledi. Başka bir çadırda annelerden biri ise ülkelerine mutlak geri dönmek istediğini anlattı. Bizleri asıl Rojava’da misafir etmek istediğini söyleyince aslında şuanda ikimizinde misafir olduğunu anlamış olduk.
Oradan tekrar depoya, dayanışma malzemelerini tasnif etmek için belediyeye gittik. Belediyede çocuk montu, giysisi, ayakkabısı, kadın, erkek… diye ayırdıktan sonra oradaki işi yarım bırakarak çıkmak zorunda kaldık. Çünkü orada çok fazla zamana ihtiyaç vardı. Bitmeyen bir iş gibi. Çadır kentte yüzlerce insanı, depoda onlarca işi arkamızda bırakarak tekrar köye döndük.
Behte Köyü’ne dönerken sınıra çok yakın olan köylerin asker ve polis tarafından boşaltıldığını, insanların Suruç merkeze kadar sürüldüğünü öğrendik. Gaz bombalı bu saldırılarda çok sayıda insanın yaralandığını öğrendik. Köye indiğimizde koordinasyondan arkadaşlar kaldığımız köyünde saldırı tehdidi altında olduğunu ve hazırlıklı olmamız gerektiğini söylediler. Gençler köye giriş çıkışlarda arama noktalarını işletiyorlardı. Bu saldırılar öfkeyi perçinliyor, herkesi mücadeleyi daha fazla sahiplenmeye çağırıyordu. Daha dün 30-40 genç sınırın öte tarafına Kobanê’ye geçmişti bile.
Gece herhangi bir saldırıyla karşılaşmadık. 2. gün tekrar insan zinciri yapmak için toplanıyorduk. Yeni gelişlerle birlikte köyde daha görkemli bir kalabalık olmuştuk. Hakkari grubu, Siirt grubu, İstanbul grubu, gençlik grubu, kadın grubu çok çeşitliydik. Coşkumuz giderek artmıştı. İnsan zincirinden sonra yani sınırın ötesine sesimizi ulaştırdığımızdan emin olduktan sonra halaylarla, sloganlarla o alandan ayrıldık.
Saldırıların arttığı zaman sınıra yöneliyorduk. Çok sayıda havan topu sesi gelmeye başlamıştı. YPG/J’nin mermilerini ekmek gibi tasarruflu kullandığını öğrendik.
Arin Mirkan feda eylemi yapmış, yüzlerce IŞİD çetecisinin bu eylemde öldüğü haberini almıştık. Sevinmeler, gülmeler, ağlamalar, bütün duygular ve düşünceler bir arada çarpışıp duruyordu.
Oradan ayrılma zamanımız yaklaşıyordu. Ayrılma duygusuyla karşılaşınca hepimiz buruklaştık. Oradaki dostları ve görevlerimizi bırakmak istemiyorduk. Yaşadığımız kente Kobanênin soluğunu ve mücadelesini taşımak gerekiyor diye düşündük. Köydeki ailelerle, çocuklarla, gençlerle tek tek helalleşip ayrıldık.
İstanbul yolunda Kobanê’nin düştüğü, kentin IŞİD çetesi tarafından işgale başlandığı haberleri yayıldı. Bir an otobüste geri dönme fikrini bile tartıştık.
O günden itibaren Türkiye halkları da Kobanê’yle dayanışmanın büyütülmesi için sokaklara döküldü. Belki de ilk defa Kürt halkıyla bu ölçekte bir yan yana gelişi sokaklarda buluşturabilmiştik. Devletin aynı anda bölgede hizbul kontrayı, Türkiye’de de sivil faşistleri harekete geçirerek saldırması da bu birleşmenin muktedirler açısından ne kadar tehlikeli bir şey olarak görüldüğünün kanıtı gibiydi.
Kobanê direnişi ve dayanışması büyüyerek devam ediyor. Köprüleri, havaalanlarını işgal eden kadınlar, sokakları meydanları teslim alan gençler, yürüyüşler, üniversite boykotları ve cezaevlerinde yeni başlanan açlık grevleri…
46 ölüm, yüzlerce yaralı, binden fazla işkenceli gözaltı…
Paramaz Kızılbaş yani Suphi Nejat Ağırnaslı’nın direnişte şehid olduğunu öğrendik!
Direnişin büyüklüğü karşısında şaşıran devlet sokakları teslim almak istiyor. Sokağa çıkma yasağı, olağanüstü hal koşulları, 90’ları özleyen devlet polise yeni yetkiler yazıyor.
Kadri Bağdu’yu kim öldürdü?…
Kobanê direnişi, halklarımızın birleşen isyanı, sınırları aşan kadın isyanı ve dayanışması güzel günlerin habercisi olacak.
Bir kez daha haykırıyoruz, ölüyoruz, korkmuyoruz, sokaklarda olmaya devam edeceğiz.
Yaşasın Halkların Direnişi
Biji Berxwedana Kobane
Biji Berxwedana YPG/J
[button link=”http://www.sodap.org/elif-irmak-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]