Kürt Sorununda Hangi Duraktayız?
M. Sinan MERT
21 Eylül 2010
Kürt sorunu açısından çok hareketli günler geçiriyoruz. Diyarbakır ve Ankara’yı ziyaret eden akil adamlar heyeti, Hakkâri katliamı, anadil talebi için yapılan boykot ve PKK’nin ateşkesi bir hafta daha uzatması. Öcalan’ın son açıklamalarından bir takım görüşmelerin devam ede geldiği de anlaşılıyor.
Artık Kürt Hareketi neredeyse sorunun başından bu yana yaşadığı büyük meşruiyet sorununu büyük oranda aştı. Basındaki en gerici kalemlerin bir kısmı bile BDP’nin Kürt sorununun çözümündeki asli rolünü vurgular hale geldiler. Öcalan’ın ağırlığını da gözü en kör olanlar dışında herkes kabullenmek zorunda kaldı. Bu durumun ortaya çıkmasında önce DTP’nin sonra da BDP’nin yürüttüğü çalışmanın başarısının etkisi unutulmamalıdır. Türkiye tarihinin en başarılı “yasal parti” çalışmasının yapıldığı söylenebilir. Başarının büyüklüğü, düzenin yasal partiyi PKK’den ayırmaya dönük bütün girişimlerinin tam tersi yönde bir tepki verilerek karşılanması, bu sayede Kürt direnişini doğrudan gündelik siyasetin bir parçası yapabilmekten kaynaklanıyor. Parti grubunun kararlılığı olmasaydı silahlı mücadele böylesi bir denge kuramazdı. Herhalde bunun tersi de doğrudur. Türk solu parlamento seçimleri başarısından bir trajik komedi üretirken, Kürtler Araftan geçerek önemli bir değer yaratmayı becerdiler. Bu iki hareket arasındaki maddi, manevi dengesizliğin emarelerinden biri olarak okunabilir.
Fakat ortada kesinlikle sona ermiş, kazanım hanesine yazılmış bir durum yok. AKP’nin kafasında halen ne gibi tilkilerin gezindiği açık değildir. Özellikle Hakkari’deki sivillere dönük katliamın sonrasında AKP iktidarının tüm mercilerinden verilen tepkiler çözüm arayışı içinde olan bir yaklaşımın sinyalleri olarak okunamaz. MİT müsteşarının apar topar ABD’ye yollanması hayati olabilecek adımların öngünlerinde olduğumuzu gösteriyor fakat tamamen ucu açık bir süreç ile karşı karşıya olduğumuz açıktır. AKP’nin her halükarda Kürt Sorunu açısından birincil çözümü PKK’nin tasfiyesidir. Bütün imkânlar zorlanarak bu yolda adımlar atılmaya çalışılıyor, Kürt halkının bir açığı bulunsa buradan yürünmeye çalışılacak. Son Diyarbakır’daki 14 STK olayının nasıl da üstüne atlandı hepimiz şahit olduk. Kısa vadede PKK’ye bir alternatif yaratılamayacağı geçtiğimiz bir-iki yılda yaşananlarla iyice belirginleşti. AKP, özellikle son referandum başarısından da sonra en zayıf karnının Kürt sorunu olduğunu bilerek hareket ediyor. Tasfiye yönünde yoğun adımlar atamamasının en önemli sebebi hem ülke içi güçler dengesine hem de Ortadoğu denklemine güvenememesidir. İşler kendileri açısından bu kadar iyi bir noktadayken nereye varacağının kestirilemeyeceği bir savaşı körüklemeyi göze alamıyorlar. AKP hükümeti kızışan savaşın, artan can kayıplarının kendi aleyhine yazılacağını çok iyi biliyor. Fakat ortada liberallerin çizmeye çalıştığı gibi “Kürt sorununu çözmeye can atan ama elleri kolları bağlı” bir AKP yoktur. Kürtler de bunun farkında olduklarından son dönemde çuvaldızı yoğun olarak AKP’ye batırıyorlar.
İşlerin bu kadar sürünmesinde Türkiye solunun etkisizliğinin rolü büyüktür. Düşünün ki ülkenin tümünün kilitlendiği 20 Eylül tarihinden önce solun tümünün önüne bir mitingle kendi sözünü söyleme olanağı açılıyor, fakat referandum gazisi solumuzun önemli grupları “onlar varsa ben oynamam” anlamına gelecek çocukça tutumlar alarak Kürtlerin böylesi bir tarihi dönemlerinde bile onlarla aynı fotoğrafa girmekten imtina edebiliyorlar. Toplumun tüm metabolizmasını etkileyen böylesi bir olayla ilgili bu kadar apolitik tutumlar alınabilmesi solumuzun çocukluk hastalıklarının en bariz görüntüsü olmuştur. Yaşanan acıların büyüklüğünü yüreğinde hissedemeyen, bir halkın bunca bedel ödeyerek yarattığı değerlere bu kadar soğukkanlılıkla yaklaşabilen, dar rekabetçi anlayıştan bir türlü kurtulamayan bir solun ezilenlere vaat edebileceği hiçbir şey kalmamış demektir. Solumuzun önemli bir öbeğinin TKP’nin ruh haline ve politik çizgisine çekilmesi hiç kuşku yok ki son dönemlerin en can sıkıcı hallerinden biridir. Bunların salt liberal solculara karşı diklenmekle devrimci olunamayacağı, toplumun gerçek gerilim noktaları içinde siyasi faaliyet yapabilir hale gelemeden büyüme şansımızın olmadığını görebilmelerini düşünmenin büyük bir saflık olduğuna artık iyice inanabiliriz.