Kürt Sorunu: “Umutlar ve Kara Bulutlar”
Mehmet YILMAZER
27 Eylül 2010
Kürt Sorunu yeni bir aşamanın eşiğinde. Hükümetin BDP ile görüşmesi ve görüşmeden “yeni bir anayasa” dileğinin çıkması olumlu bir gelişmedir. Elbette “yeni anayasa”nın neleri içereceği belli olmadığı gibi, bunun çok zorlu bir süreç olacağı biliniyor. Öte yandan Öcalan ile görüşmeler bir tabunun kırılması anlamında olumludur. Pazarlıkların ana hatlarını tahmin etmek mümkünse de, pratik sonuçları henüz bilinmiyor. AKP çöken ilk “açılım” adımını referandum sonuçlarından hız alarak yeniden diriltmeye çalışıyor. Siyasetin en önemli gündem maddesinin artık eski yaklaşımlarla yürütülemeyeceği ortaya çıkmıştır.
Bu yeterince açık bir gerçeklik olmasına rağmen, AKP hükümetinin soruna yaklaşımında ne ölçüde bir değişim olmuştur? Bu sorunun cevabını bulmaya çalıştığımızda “umut”tan çok “kara bulutlar” ortalığı kaplıyor. Erdoğan’ın “bizden ana dilde eğitim beklemeyin” ve ardından “İmralı’nın ağırlığı yok” açıklamaları Hükümetin sürece yaklaşımında ilk önemli olumsuz işaretlerdir. Daha önemlisi İçişleri Bakanının Erbil ziyareti ve Amerikalı generallerle yapacağı görüşmeler, MİT müsteşarının uzun ve kapsamlı ABD ziyareti, AKP’nin Kürt Sorununa yaklaşımında esasta bir anlayış değişikliği olmadığının güçlü kanıtlarıdır. Bütün bunların yaklaşan seçimlerin hükümetin elini bağladı yollu bahanelere sığdırılması mümkün değildir. AKP, büyük bir komediye dönüşen ilk “açılım” yoluna çıktığındaki mantığını bütünüyle koruyor. Süreç PKK’nin tasfiyesine bağlı olarak yürütülecektir. Yeniden bu yolda “çok yönlü” temaslara başlanmıştır. Hükümetin konuya yaklaşımında “stratejik bir değişiklik” yoktur. Değişim görünüşte kalmaktadır.
Bu yaklaşımıyla Hükümet, Kürt Özgürlük Hareketi’ndeki değişimi ya kavramıyor, ya da kavramak istemiyor. Kürt Özgürlük Hareketi, ne 1999’daki, ne de “açılımın” ilk günlerindeki konumundadır. AKP, PKK’nin “üçüncü stratejik dönemin kapandığını” ilan ettiğini unutmasına imkân yok! Anlaşılıyor ki, PKK’de “bölünmeler” bekleyerek, ABD ve Irak’daki “dostlarına” güvenerek, bu gerçekliği görmezden gelmeyi tercih ediyor. Dördüncü stratejik dönemin en temel özelliği, Kürt Özgürlük Hareketi’nin devletle çözüm arayışlarından tümüyle vazgeçmeden, kendi “özerk” inisiyatifini bölgede tüm alanlarda inşa etme kararlılığını ilan etmesidir. Bu süreç fiilen başlamıştır da!
AKP, Kürt Sorununun çözümünde, tam bir komediye dönüşen “açılım”ın başındaki duruşunu koruduğunu gösteriyor; fakat Kürt Özgürlük Hareketi’nin o günkü konumundan çok farklı bir noktada olduğunu kabul etmek istemiyor. Başlayan “yeni” sürecin kırılma noktası buradadır.
Referandum boyunca “demokrasi” nutukları atan AKP’nin bu konuda en önemli sınavının Kürt Sorunu olacağı defalarca söylendi. “Üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne” geçileceğini her fırsatta vurguladılar. Ancak bunu söylerken neyin kastedildiği belliydi. Askeri vesayete karşı “hukukun üstünlüğü” savunuldu. Oysa bir büyük gerçek unutuluyor. Bu topraklarda “Türk ulusu” egemen-üstün ulustur; Kürt Halkı ise ezilen! Hükümetin bu konuda “üstünlerin hukukundan” vazgeçmeye hiç niyeti yoktur. O nedenle, Erdoğan, “yeni sürecin” daha başında, “demokrasi” konusunda “ileriye” gitmek yerine yan yollara sapmıştır.
“Yeni” sürecin bir kez daha kırılmaya uğramaması için artık gerçekten yeni bir dönemin açılabilmesi gerekiyor. Bu da Türk halkının yıllardır etrafına örülen şovenizm duvarını aşabilmesinden geçiyor. Bu anlamda Türkiye bir eşiktedir. Bundan sonra da ona anlatılan korkularla mı davranacaktır, yoksa korku duvarını aşacak mıdır? Korkularının esiri olan bir halk için “demokrasi” hayaldir.
Kürt Halkı çok zorlu bir sürecin içine giriyor. Otuz yıllık mücadelenin gösterdiği gibi bu zorluklarla da baş etme gücüne sahiptir. Ancak Türk Halkı bu süreçte de korkularının esiri olur, şovenizm duvarlarının içinde kalır, sürecin aktif aktörü değil, sürüklenen izleyicisi olmaya devam ederse, zaten hergün tırmanan toplumsal çürüme, bundan sonra dayanılmaz noktalara gelecektir. Çürüyen bir toplumda hiçbir değer kalmaz. O zaman, “bölünme”, “mahalle baskısı” gibi korkuların da bir anlamı kalmaz, bizzat yaşamın kendisi korkulu bir eziyete dönüşür.
Meydaya hergün yansıyan olaylar ve skandallar, buzdağının su yüzüne çıkan kısmıdır. Kürt sorununda çözümsüzlük devam ederse, Kürt Halkının acıları şüphesiz ki artar, ancak korku duvarını aştıkları için her yeni duruma göre örgütlenme ve mücadele etme şansları vardır. Fakat Türk Halkı için aynı şey geçerli değildir. Kürt Sorunu çözümsüz kaldıkça, Türk Halkını bekleyen derinleşecek toplumsal çürümedir.