Tarihin akışını kabaca, yapılmış tarihin yaşandığı bir de tarihin yeniden yapıldığı dönemlere ayrıştırabiliriz. Birinci tip dönemlerde yeniden üretim mekanizması olarak işlev gören kurumlar, ideolojiler, yapılar etkindir ve daha önceden kendilerine kaydedilmiş üretim ve yeniden üretim ilişkilerini sürdürebilmeyi başarırlar. Bu kaydedilmiş ilişkiler aslında tarihin bir önceki kırılma ya da yapılma anında hakim olan güç dengelerini yansıtırlar. Dolayısıyla kurumların ilişkileri yeniden üretme kapasitelerini sürdürebilmeleri de kendilerine kaydedilmiş sivil toplum kaynaklı, sınıfsal güç dengelerinin korunmuş olmasına bağlıdır. Bu dönemlerde de toplumsal dönüşümler birikir. Ancak bunların kalıcı siyasi sonuçlar yaratabilmesi kritik kırılma anlarında mümkün olabilmektedir. Böylesi dönemleri kabaca devrimci dönemler olarak da tarif edebiliriz. Fakat kritik kırılma anları her zaman ezilen sınıflarla egemenler arasındaki hesaplaşmalarla belirlenmez. Sağ popülizmin ve neofaşizmin etkinlik kazandığı diğer tüm örneklerde de olduğu gibi dönemin başat çelişkisi sermaye içi gerilimlerden kaynaklanıyor da olabilir. Bu yüzden her yeni güç dengesi bir devrimci dönem açmayabilir. Ancak ezilenler kolektif aksiyon yeteneğini geliştirebildikleri ölçüde sermaye içi çelişkilerden kaynaklanan politik krizleri devrimci momentlere sıçratabilirler.
Tarihin yapıldığı kritik kırılma anları öznel ve iradi öğenin öne çıktığı, yapısal etkenlerin devletler aracılığıyla etkinleştirdikleri belirleyiciliklerinin sınırlandığı, ezilenlerin de kolektif aksiyon yeteneklerini geliştirebildikleri ölçüde tarihsel belirleyicilik edinebildikleri dönemlerdir. Bu noktada ilişkilerin sürdürücüsü olarak kurumlar çözülme emareleri gösterirler. Sürecin sivil toplumda biriktirdiği yeni güç dengeleri, kendilerini kurumlara yeni kurallar olarak kaydetmek üzere daha görünür hale gelmeye başlarlar.
Toplumsal gelişimin böylesi kesikli, sıçramalı ilerlemesi, toplumsal olanın tarihselleştirilmesi aslında yapı/özne sorununun çözümü açısından da önemli olanaklar sunmaktadır. Sonuçta yapı ve özne farklı dönemlerde farklı şiddette etkinlikler ortaya koyar. Uzun bir dönem boyunca uyuyor gibi görünen ancak arka planda biriken toplumsal ilişkilerin evrimi, belli dönemlerde dönüşümlere yol açabilmek için öznelerin etkinliğinin artmasına olanak sağlarlar.
“İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil dolaysızca önlerinde buldukları geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar.” (K. Marx; Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i, s. 30, İletişim Yayınları) Marx’ın toplum biçimlerinin gelişimini en olgun bir biçimde ifade ettiği bu tarifi, yukarıda anlatılanlarla bütünüyle uyumludur. Kritik kırılma anlarında siyasi öznenin etkinliği artar ancak bu keyfekeder, mutlak bir özgürlük bahşetmez. Tercihlerin hiç kuşku yok ki kimi yapısal sınırlamalarla şekilleneceği mutlaktır. Ancak bu siyasi öznenin tercihlerinin, koşullar tarafından mutlak biçimde belirlendiği anlamına da gelmez. Kırılma anı, siyasi öznenin seçeneklerinin kapsam ve niceliğini geliştirir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi kriz, böylesi bir kritik kırılma anı olarak kavranmalı. Finans kapitalin geleneksel kesimlerinin siyasi güçsüzleşmesinin ekonomik sonuçlar doğurmaya başladığının işaretleri görünür olmaya başlıyor. Ülker, Doğan, Doğuş örnekleri bu çerçevede değerlendirilebilir. 2013-2015 kesiti, sermayenin kendi iç çelişkilerinin tetiklediği çatışma ortamında ezilenlerin kendi seçenekleri ile sürece el koyma girişimini ifade ediyordu. 7 Haziran sonrası gelişen gerici reaksiyon, ezilenlerin siyaset sahnesinden süpürülmesini, geleneksel takipçi rollerine geri sokulmalarını hedefleyerek hayata geçirildi. Konjonktürde ezilenlerin seçenek olmasının en önemli olanağı olarak ortaya çıkan Kürt siyasi hareketinin ve dolayısıyla HDP’nin esas hedef olarak ortaya konması saldırının esas olarak ezilenlerin siyasi öznesine dönük olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Saldırıların şiddet dozunun giderek artarak ezilenleri şimdilik görünür bir seçenek olmaktan en azından Haziran günlerine göre uzaklaştırdığı görülebiliyor. Ancak bu durum düzenin krizini de çözmüyor. Çünkü krizin temel kaynağı ezilenlerin ayaklanmasından ziyade sermaye içi güç dengelerindeki kaymaydı. İslam ile Cumhuriyet arasındaki çatışmanın çözümü doğrultusunda tam bir mutabakat sağlanabilmiş değil. AKM yıkıldı ama Taksim Camii de tam olarak hizmet vermeye başlamadı. Erdoğan, kendi rejimini inşa etmek için var olan kurumları işlevsizleştirerek kendisini tek iktidar odağı olarak inşa etme ameliyatını gerçekleştirmeye çalışırken hastanın masada kalmasına da yol açabilir. Moody’s son Türkiye raporunda da işin bu boyutunun öne çıkması dikkat çekici.
Kürt siyasi hareketi açısından 7 Haziran sonrasında saldırıyı içeride püskürtebilecek bir direnç yaratamamanın alternatifi Rojava’daki kazanımlara odaklanmak ve bunları koruyabilmek için de küresel güçlerle ilişkileri derinleştirmekti. 7 Haziran 1 Kasım arasındaki tarihsel momentte, Gezi’yi gerçekleştiren ve 7 Haziran seçimlerinde giderek HDP ekseninde toparlanan güçlerin güçlü barış mitingleri ile savaşı durduracak hamleleri yapamamış olması ve adım adım CHP’nin gölgesine sığınması birçok açıdan yıkıcı sonuçlar doğurdu. Bugün içeriden ve dışarıdan ezilenlerin ortak zeminini tahrip etmeye çalışanlar, türlü gerekçeler üreterek yan yana gelmenin önünde engeller oluşturanlar ister istemez karşı devrimci sonuçlar üretmeye devam ediyorlar. 2015’teki savaş karşıtı mitingleri zayıflatmak için hangi gerekçeler üretildiyse şu anda ezilenlerin ülkenin geleceğinde rol oynaması için bir araya gelme zeminleri de benzer gerekçelerle kötürümleştirilmek isteniyor.
Oysa henüz kapanmamış kritik kırılma anının nasıl sonuçlanacağı belli değilken sosyalistlerin, ezilenlerin sürece dair iradesini ortaya koyacak bir biçimde toparlanmaları çarpıcı sonuçlar yaratabilir. 2010 yılından bu yana toplamda 551 milyar dolarlık yatırım yapılan inşaat sektöründen SOS işaretleri geliyor. 3. Havaalanı’nı inşa eden Cengiz ve türevi holdingler yıllık 1 milyar avroluk kira bedelini kamu bütçesine yüklüyor. Demirörenler Ziraat Bankası’nın sağladığı ve yıl geri ödemesiz milyonlarca dolarla Doğan grubunu devralıyor. Fikirtepe’yi distopik bir gökdelenler merkezi haline getiren inşaat şirketlerinden ikisi batıyor. Türkiye hem aşırı inşaat stoğunun yıkıma yol açtığı İspanya’ya hem de borç krizinin seri şirket çöküşlerini tetiklediği 1980’ler Meksika’sına doğru dolu dizgin ilerliyor. Bu esnada finans kapital vatansız olmanın bir göstergesi olarak varlılarını daha yoğun bir biçimde yurtdışına aktarıyor.
Özellikle alt ve orta sınıfların ekonomik krizin tazyikini pahalılık ve gelir yetersizliği şeklinde giderek daha fazla hissettikleri, Siyasal İslam’ın Erdoğan’ın ilçe kongrelerini gezerek dahi yavaşlatamadığı psikolojik, moral çözülüşünün hızlandığı koşullar ezilenlerin çoklu siyasi öznesinin çıkış yapma zeminlerini güçlendiriyor. CHP’nin öldürmeyen ama süründüren, sanki faşizmin adım adım inşasını mümkün kılabilmek için kitlelerin uyutulmasını sağlamayı amaçlayan politikalarından mutlak kopuşu ifade eden bir çıkış kritik kırılma anında dengeleri ezilenler lehine yeniden tesis eder. Kürt halkının barış ve özgürlük taleplerini doğru gören bir güç konsolidasyonu, sürecin belki de kaçınılmaz sonucu olan Kürt halkının gözünü diğer ezilenlerden birbirlerine daha fazla çevirmesi eğilimini de zayıflatabilir.
Ezilenler olarak kendi tarihimizi kendimizin mi yapacağı yoksa bir süre daha egemenlerin yazdığı tarihi mi yaşayacağımızı bugünlerde neyi nasıl yaptığımız belirleyecek. Bu yüzden “yarın artık bugündür” diyerek harekete geçmek, ezilenlerin öncülüğü iddiasındaki güçlerin mümkün mertebe safları sıklaştırmasını sağlamak hayati önemde görünmektedir. Demokrasiyi, 2. turda başkan adayı kim olsun papatya falları ile değil ezilenlerin görünür bir politik seçenek yaratmasını ve burjuvazinin planlarını bozmasını sağlayarak kazanabiliriz.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]