Önümüzdeki en önemli soru şu: İçinde bulunduğumuz momenti doğru okuyabiliyor ve ona karşı gereken yanıtı üretebiliyor muyuz?
Devasa bir küresel krizin içerisinde büyük bir ulusal altüst oluşun içinden geçiyoruz. Dönemin belirgin teması ise belirsizliktir. 16 Nisan’da ortaya çıkan sonuçlar bu belirsizliği daha da büyüttü. Ortaya çıkan sonuçların Erdoğan için bir zorluk yarattığı ortada. Şimdi en önemli meselemiz, işleri onun için daha ne kadar zorlaştırabileceğimiz.
Sonuçları iki uçtan ele alma yaklaşımı var. Birincisi, bizim taraf açısından yenilginin mutlak olduğu ve işlerin kaçınılmaz olarak faşizmin derinleşmesi ve kurumsallaşması yönünde olacağı. Nuray Mert, Ergin Yıldızoğlu ve Fatih Yaşlı’nın yazılarına bakılabilir buna dair örnekleri görmek için. “Türkiye sürdürülemez bir yönetim modeline sürükleniyor ve bu gidişe karşı durmanın yolları artık kapalı.” (Nafile Analizler, Nuray Mert, 24 Nisan) “Anayasanın, parlamentonun ve seçimlerin olmadığı bir rejimde ise hem düzen siyasetinin alanının iyiden iyiye daralacağını ve bir süre sonra tamamen anlamını yitireceğini hem de legal siyasetin giderek imkânsızlaşacağını söyleyebiliriz.” (Fatih Yaşlı, Parlamentonun, Seçimlerin ve Düzen Siyasetinin sonu) Bu değerlendirmeler dengeleri olduğundan daha fazla Saray lehine okuyor, HAYIR kampanyasının ve referandum sonuçlarının ortaya çıkardığı olanakları kısmen görmezden geliyor. En azından HAYIR cephesinde var olan özgüven artışını ve morali görmüyor hatta onun temelsiz olduğunu ispatlamaya çalışan bir tutum alıyor.
Bir diğer uç ise ortaya çıkan sonuçların Saray’ın mutlak anlamda yenilgisi anlamına geldiğini, faşizmin konsolidasyonunun artık imkânsız olduğunu, çözülüşünün ise an meselesi olduğunu tespit ediyor. “HAYIR biz kazandık” söylemi gerekli ama kesinlikle yeterli değil. Bu iyimser kanat önüne taktik olarak daha ziyade 2019 seçimlerini koyuyor, buna göre Saray ittifakı çözülürken HAYIR cephesi konsolide olarak seçimleri kazanacak bir ittifakı inşa edecek. Örneğin Levent Gültekin sonuçlara itirazı bile manasız buluyor, Voltaire’in Candide’ini hatırlatır biçimde ortaya çıkan sonucun “olası dünyaların en iyisi”ni ortaya çıkardığını iddia ediyor. Baykal ise yine maçın bitmediğini bu işin bir de 2019’u olduğunu hatırlatıyor. Bu yaklaşımın en önemli zararı ise içinden geçilen anın gerilimini düşürmeye hizmet etmeleri. Şu andaki hesaplaşmadan kaçmak için gelecek bir hesaplaşmayı adreslemek gibi zaafla maluller. Manevra savaşı ile mevzi savaşı arasındaki geçiş momentini doğru tesis edebilmek tarihsel olarak siyasi önderliklere ihale edilmiş bir görevdir. HAYIR cephesinin bu konuda en önemli dezavantajı ise böylesi bir kararlılık inşa edecek önderliğe sahip olmaması. EVET cephesi ise tek merkezden idare edilmenin, en azından öyle görünüyor olmanın avantajlarına sahip. Gerçekten de 2019 seçimlerine kadar her şeyin beklendiği gibi gitmesi en küçük olasılık. “Uyum yasaları” ve AB’den uzaklaşma sonrasında bir “seçim”den bahsedebilmek bile imkansız hale gelebilir. Öyle bir noktadan geriye bakıldığında, şu momentte sergilenen akıl ve ihtiyatlılık nasıl okunacaktır?
TKP’nin Okuyan-Güler kliği ise referandum sonuçlarından “restorasyon” tezlerine destek üretmeye çalışıyorlar. “Şu anda Uzlaşma Partisi iktidardadır.” (Kemal Okuyan, “Hay Sizin Sandığınıza”, sol.org.tr) Her şeye muktedir bir emperyalizm fikri kişinin gözünün önündeki bağlı deveyi görmez hale getirebilir. Buna göre referandumu Erdoğan kaybetmiş, restorasyoncu Uzlaşma Partisi kazanmıştır. Yani Erdoğan iktidarda değildir, bunu bu ülkenin komünistlerinin bir kısmı ısrarla iddia edebilmektedir. Okuyan’ın bu hayal dünyasından çıkardığı tek doğru ise 2019 hedefine tav olmanın yaratacağı olası yıkımdır.
Yani bu momente gerektiği gibi yanıt üretememek 2019 seçimlerini bir imkân olmaktan çıkartacaksa? Bu süreçte gerektiğinden fazla aklı başında davranmak açılması olası kapıların bir daha açılmamak üzere kapanmasına yol açacaksa? Referandum sonrasında YSK kararı açıklanmadan, AB’nin üyelik görüşmelerini askıya alma kararını vermeden yaşanan “ılımlılık” bu geçiş dönemini yönetmenin bir yöntemi ise (ki kesinlikle öyle)? “EVET” cephesini ürkütmeme üzerine kurulu bir akıl, bu dönemin gerilimlerini öteleme mantığıyla HAYIR ile ortaya çıkan umudu tüketiyorsa? Bu soruların cevabı üzerine çok iyi düşünmek ve 1 Mayıs ile ilgili kararı da bu soruların cevabı üzerinden vermek gerekiyor.
Tam AB toplantısının yapılacağı günün akşamı Şengal dağlarının bombalanması önemli bir işaret. Bu hem Rakka’nın kapısı Tabqah’ın SDF tarafından ele geçirilmesine bir yanıt hem de devlet içinde AB’den uzaklaşma isteyen kanadın bir hamlesi olarak okunabilir. Son kertede bu var olan belirsizlikleri daha da büyütecek bir hareket. Türkiye’nin Rakka’nın kendisi olmaksızın düşürülmesini hazmetmekte zorlandığını da gösteriyor ancak bu konuda Trump yönetimi ile kat edilmiş bir mesafe de yok. O yüzden Şengal’e saldırının şimdilik daha da derinleşmesi beklenmemeli. Saldırının Zarrap ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı’nın yargılandığı günle ilişkisi üzerine de düşünülmeli.
AKP ve İslamcı cenah içinde de kaynama fokurdama seviyesine ulaşıyor yavaş yavaş. Herkes kendisince büyük hesaplaşma öncesinde bir pozisyon almaya çalışıyor. Cem Küçük meselesinin altında İslamcı cenahın tüm çürümesinin birikimi var. Bu infilak kontrol edilemez bir biçimde gerçekleşirse çok büyük bir yıkıma yol açabilir. MHP’deki çözülme de hızlanırken bu infilak yeni bir siyasi partinin ortaya çıkmasını da hızlandırabilir.
HAYIR’ı ortaya çıkaran çokluğun bir arada tutulmasının gerektirdiği ihtiyat ile dönemin olanaklarından sonuna kadar yararlanmak, inisiyatifi bütünüyle Saray’a kaptırmamak için telaş ve atılganlık arasındaki hassas dengeyi bulmalıyız.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]