Devrimci Hareketin Ağırlaşan Sorunları Üzerine Düşünceler
Mehmet YILMAZER
02.04.2008
Devrimci Hareketin yaşadığı sorunlar zaman zaman tartışılıyor. Ancak bu tartışmalar bugüne kadar hem bir sonuca varmadı; hem de bir sorun olmadığını düşünenlerin sayısının hiç de az olmadığı açık bir gerçek. Olaya nasıl bakılırsa bakılsın inatçı gerçek ortadadır. Sorunun kendisine girebilmek için önce onu tanımlamaya çalışalım; bunun için bazı tespitler yapalım:
1- 1980 öncesi mücadelesinde yer almış bazı siyasetler tamamen tasfiye oldu. Bu tasfiye oluş 80 darbesiyle hemen yaşanmadı; özellikle 1990’lar sonrası bu tasfiye belirginleşmeye başladı.*****************************************
2- Türkiye Devrimci Hareketinin radikal kesimi büyük ölçüde erimeye uğradı. Bazıları açıkça “liberal sol” bir çizgiye yerleşti. Buradan iki önemli soru ortaya çıkar. Türkiye’de radikal mücadele koşulları mı kalmadı? Eğer böyle değilse mücadele biçimlerini değişime zorlayan önemli gelişmeler mi yaşandı? Bir gelecek kurgusu için bu sorulara verilecek cevaplar büyük önem taşır. *****************************************
3- 80 öncesinin “kırlara dayalı stratejilere” sahip siyasetlerin bir bölümü bu konumu açıkça terk etti, hala bu iddiada olanlar ise bir gelişme sağlayamamakla kalmadılar, üst üste yenilgiler alarak, 80 öncesiyle kıyaslanmayacak ölçüde zayıfladılar. Bu durum en kaba bir gözlemle bile kırlarda mücadele koşullarının büyük bir değişime uğradığına işaret eder. Nasıl değişimler yaşanmıştır? Bunların çözümlenmesi de mücadeleyi yeniden kurgulamak için yaşamsal öneme sahiptir.*****************************************
4- Son istatistiklere göre nüfusun yüzde yetmişi kentlerde yaşamaktadır. Devrimci Hareketin ikinci doğuş yılları olan 1960’lı yıllarla karşılaştırıldığında önemli bir değişim. Bu sadece bir nicelik büyüklük değildir. Bu büyük kayma kendine bağlı nitelik değişimler de yaratmış olmalıdır. Bu açık gerçeğe rağmen, kentlerdeki Devrimci Harekette de, zaman zaman gelişmeler yaşanmış olsa da, son yirmi yıla baktığımızda ortada çok açık bir gerileme, kan kaybı ve erime vardır. Kentler yoksullar denizine dönüştü, ancak devrimci örgütlenmeler, bu denizde bir dalgalanma yaratacak konumu yakalayamadılar. Ve bu süreç birkaç yılın işi değil, en azından on beş yılı kapsayan bir olgudur. Devrimci Hareket 65–80 arası on beş yıla neler sığdırmıştı! Son on beş yıl bu anlamda çok yoksun yaşanmıştır. *****************************************
5- Bunlara ilave olarak, son bir tespit daha yapılmalıdır. 80 darbesi sonrası sürece baktığımızda Devrimci Hareket 90’lı yılların ortalarına kadar, önceki dönemle kıyaslandığında çok zayıf olsa da, bir yükseliş göstermiş, 90’lı yılların ortalarından itibaren durgunluk ve erime yoğunlaşmıştır. Buradan da sorunun sadece 80 darbesinde yatmadığı, sonraki süreçte çok başka değişimlerin yaşanmış olduğu gerçeği ortaya çıkar. Böylece, bir temel tespite gelinir: Devrimci Hareketin sorunları, önceleri sık sık tekrarladığımız ve ezberlediğimiz bir yaklaşım olan, mücadelenin gidiş seyrinde bir nabız atışı gibi yaşanan, bir “yenilgi” veya “geri çekilme dönemi” sorunlarından ibaret değildir. Daha derin ve köklüdür. Sadece bir yükselişin bir türlü yaratılamayışından dolayı değil, böyle bir yükselişi yaratabilmek için en başta gerekli olan stratejik-siyasal netlik yoksunluğunun aşılamamış olmasındandır. *****************************************
Devrimci Hareketin sorunlarına bu tespitlerden hareketle baktığımızda, yaşanmakta olan ve derinleşen sorunların temelinde, bugüne kadar akıp giden mücadele süreçlerinde bir bakıma doğal olan yükseliş-geri çekiliş dalgalanmasından farklı bir derinlik olduğu hemen ortaya çıkar. Bugünün sorunlarına hala 80 darbesinin yarattığı etkilerden bakmanın artık fazla bir anlamı yoktur. Yaşanan yirmi yedi yılın getirdiği değişimler ve bunların mücadeleye etkileri çözümlenmelidir. 80 darbesi yaşanınca Devrimci Hareket bundan taktik ve özellikle stratejik dersler çıkartmak göreviyle yüz yüzeydi. Ardından Sosyalist Sistemin 80’li yılların sonundaki çöküşü önümüze çok daha köklü derslerin çıkarılması görevini dayattı. Dünyadaki devrim imkânlarından, sosyalist programların sorgulanmasına kadar büyük ve zorlu bir teorik görevler bütünü ortaya çıktı. Dünya kapitalizminde 70’li yılların ortalarından beri yaşanan, 90’lı yıllarda Türkiye’de de açık etkisini gösteren yapısal değişim ise, devrimci örgütlenmelerin mücadele toprağında onu adeta altüst eden derin bir sürüm sonucunu yarattı. İşler eskisi gibi gitmiyordu. Bir yandan, Sosyalist Sistemin yıkılışının etkileri dalga dalga sahillerimize vururken; aynı zamanda içinde mücadele ettiğimiz kapitalist sistemde de sınıf mücadelesinin yollarını etkileyen bir değişim dipten gelen dalga gibi hükmünü icra etmeye başlıyordu. 80 Eylül darbesinin derin etkileriyle boğuşurken, bu yetmezmiş gibi çok daha büyük farklı darbeler mücadele ortamını bildik, alışık olduğumuz olgularından uzaklaştırmaya başladı. Bütün bunlar Devrimci Hareketin sorunlarının boyutlarını büyüttü. Eski bildik yollardan gitmek için yapılan her çaba bir müddet sonra etkisiz hale geldi, devrimci siyaset zayıfladı, tekrarlarla yıpranmaya, erimeye ve hatta yozlaşmaya başladı. Yaşadığımız günler, bu yozlaşmanın dip noktalarına gelindiği, ancak yine dünya ve Türkiye’de yaşanan değişimlerle yeni bir şansın filizlenmekte olduğu günlerdir. *****************************************
-I-*
Yaklaşık son on beş yılın önümüze koyduğu sorunlar için bir şeyler söylemeden önce, artık bir ders çıkartma anlamında fazla belirleyici olmasa da, 80 öncesinden çıkartılması gereken derslere değinmek gerekiyor. Büyük değişimler geçiren mücadele ortamına Devrimci Hareketin nasıl bir donanımla girdiğini tespit etmek açısından 80 öncesine bir göz atmak önemlidir. Yapılan kahramanlıklar tarihe kalsın, geleceğe yürüyebilmek için zaafları iyi bellemek gerekiyor:*****************************************
Bir, 60 sonrası Devrimci Mücadele ikinci doğuşunu yaparken kendiliğinden yükselen bir hareketin içinde şekillenmiştir. Dünyadaki yükselen dalga kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’ye de yansımıştır. 86 sonrası öğrenci ve işçi hareketindeki kendiliğinden yükseliş eski beklentileri ve alışkanlıkları canlandırmış, fakat olaylar 80 öncesi gibi akmamıştır. Aslında 84 yılında PKK’nin mücadeleyi yeni bir seviyede başlatması olayların 80 sonrası bambaşka gelişeceğinin işaretiydi. Artık kendiliğinden yükselen hareket dalgaları üzerinde siyaset yapma dönemi kapanmış, mücadele dalgasını örgütlerin kendilerinin yaratma dönemi başlamıştı. Ancak Devrimci Hareket böyle bir gelişmeye ne teorik ne pratik olarak hazırdı. 85–90 arası tamamen eski alışkanlıkların tekrarıyla geçmiştir, ancak olaylar eskisi gibi yürümemiştir. Kendiliğinden yükselen hareket 80 öncesi mücadeleye önemli bir güç katmışken, düzenin 12 Eylül sonrası inşa ettiği bariyerler nedeniyle kendiliğinden hareket otomatik olarak Devrimci Mücadeleye güç katmamıştır. Bu durum, yaşananlardan ders çıkartma anlamında, mücadele açısından 12 Eylül sonrası verilen ilk önemli kötü sınavdı. *****************************************
İki, ideolojik zayıflıktır. 60 sonrası Hareket iki büyük kanada bölündü: Sosyalist Devrim ve Milli Demokratik Devrim saflaşması bütün bir döneme damgasını vurmuştur. TİP’in sosyalizmi, sendikalizm ve parlamentarizm sınırlarını aşamayınca; ayrıca yükselen mücadele karşısında oturgan bir ihtiyatlılığı benimseyince TİP üzerinden “sosyalizm” ve “parti” kavramları yıprandı. TİP’in sosyalizmine karşılık MDD, anti-emperyalizm söylemini yükselterek yeni bir kurtuluş mücadelesini bayraklaştırmıştır. Anti-emperyalist bir duruşun özellikle 60’lar dünyasında büyük bir önemi olmasına rağmen, bunun işçi sınıfı mücadelesi ve sosyalizmle ilişkisi sürekli sorunlu olmuştur. Devrimci Hareketin büyük bir bölümü anti-emperyalist bir duruştan yola çıkmış, ancak bu kaçınılmaz bir şekilde sosyalist ideolojiye derinleşmemiştir. Tam tersine, hareketin önemli bir bölümü devrimci demokratlıktan öteye gidememiştir. Bu ideolojik zayıflık mücadele daha fazla yetkinlik gerektirdikçe kendini sürekli açığa vurmuştur. Bunun kendini en fazla gösterdiği alan adeta süreklileşen bölünmelerdir. Ancak sosyalist devrim ve milli demokratik devrim saflaşması yersiz bir bölünme değildir. 60 sonrası yeniden doğuş yapan devrimci hareket büyük çoğunlukla yeni kuşaklardan oluşuyordu. Önceki kuşaklar tarafından söylenenler hem büyük ölçüde bilinmez kaldığı için, hem de yeni kuşaklar büyük bir coşkuyla yola koyulurken güçlü bir miras bırakmamış önceki mücadeleye fazlaca itibar etmedikleri için, bir kez daha “Türkiye’nin sınıfsal yapısını” çözümleme yoluna çıktılar. Büyük saflaşmanın altında bu sınıfsal çözümleme yatmaktadır. Sosyalist devrimciler, Türkiye’de kapitalizmi yeterince gelişkin görerek, doğrudan sosyalizm mücadelesini öne çıkartırken; MDD’ciler kapitalizmi geri ve hatta bazı fraksiyonları tarafından arızi olarak görüp, emperyalizmin sömürgesi bu ülkede anti-emperyalist bir kurtuluş mücadelesini öne çıkarttılar. 68 sonrası harekete MDD ve ondan kaynaklanan siyasetler damgasını vurdu. Anti-emperyalist ve giderek anti-faşist bir zeminde şekillenen hareket, ideolojik duruşunu akıp giden mücadele yıllarında yetkinleştiremedi. Ayrıca bu strateji tartışmaları sürecinde, hemen her akım dünyadaki örneklerden doğal olarak etkilendi. Doğal olmayan bu etkilenmelerin çoğu zaman Türkiye’nin orijinalliğini görmeden basit kopyalara dönüşmesidir. *****************************************
Üçüncü ders, stratejik konumlanıştan kaynaklanan ve hareketin peşini uzun yıllar bırakmayan hatalardır. İşçi sınıfını mücadelesinin eksenine koyan hareketlerin ağırlıklı bölümü sendikalizm sınırları içinde kalan bir yol seçerek hatalı bir konumlanmayı tercih etmiştir. “Sosyalist devrim”, daha sonra “ileri demokrasi” stratejileri esas olarak düzen sınırları içinde bir mücadeleyi tanımladıkları için, devrimi hedefleyen bir mücadele açısından tümüyle hatalı bir konumdaydılar; bu anlamda bu stratejilerin devrim hedefine göre sınanması söz konusu olamazdı. 60’lı yılların ortalarından sonraki döneme esas olarak damgasını vuran Devrimci Hareketin büyük bir bölümü ise yaptığı Türkiye tahlillerinin sonucu, kırlara ağırlık veren stratejiler benimsemiştir. “Uzun süreli halk savaşı”, “kırlardan şehirlerin kuşatılması” gibi kavramlarla tanımlanan stratejilerde ağırlık kırlar ve köylülüktedir. Sınıfsal yapı çözümlemelerindeki farklılıklara göre farklı stratejilerin kurgulanması doğaldır. Hatalı stratejiler, pratik uygulamaların dönemsel sonuçlarıyla sınavdan geçer ve düzeltilebilir. Ancak 80 öncesi onbeş yıla yakın mücadele döneminde Devrimci Hareketin yaşadığı bu olmamıştır. Stratejik kurgu kırlara dayanmasına rağmen pratik mücadele kentlerde akıp gitmiş, kır ağırlıklı stratejiler de bütün pratik gövdeleriyle kentlerde mücadele etmiştir. Askeri darbelerin ayak sesi duyulmaya başlayınca kırlar hatırlanmıştır. Bu durum, 80 öncesi Devrimci Hareketin, onu yenilgiye taşıyan en önemli hatasıdır. Bunun çok önemli iki sonucu olmuştur. Devrimci Hareket, iradesi doğrultusunda davranmak yerine günlük pratiğin akışının sürüklediği yere gitmekte bir sakınca görmemiştir. İrade, stratejik öngörüdür. Bu yönde kararlı ve inatçı bir hazırlık ve mücadele yerine, kendiliğinden akışa tabi olmak yapısal bir özellik haline gelmiştir. Bu durum, stratejik öngörü ile pratik arasındaki bağı koparmıştır. Buradan bir önemli zaaf daha üremiştir. Stratejik öngörüleri ve pratiği arasında bir tutarlılığa önem vermeyen Devrimci Hareket, giderek pratikten öğrenme yeteneğini büyük ölçüde yitirmiştir. *****************************************
Dördüncü ders, taktik yoksunluktur. Devrimci Hareket, 60 sonrası süreçte önemli bir mücadele yürütmesine rağmen taktik ustalık kazanamamıştır. 80 askeri darbesinin hemen öncesinde alamadığı tedbirleri ve darbe sonrası yaşadıklarıyla bunu en acı bir şekilde göstermiştir. Kendiliğinden yükselen dalgalar üzerinde politika yapmaya alışmış olan hareket, özel taktik ustalık kazanamamıştır. Öte yandan, 60’lı yılların ortasından itibaren bir dönem strateji tartışmalarıyla geçmiştir. Böyle olunca taktik uygulamalar gölgede kalmıştır. Bir diğer önemli neden, düzenin taktik kuşatmalarının dışına çıkma iradesi gösterilemediği için taktik yozlaşmalar yaşanmıştır. 74 sonrası yılları kapsayan semtlerde faşistlerle yürütülen mücadele, devrimci hareketin kendi tercihi değil ona dayatılan bir taktik kuşatmaydı. Bu kuşatmaya karşı elbette mücadele edilecekti. Ancak bir noktadan sonra bu kısır döngüyü kırabilmek gerekirdi. Kendiliğindenliğe kendini tutsak eden devrimci hareket, mücadelenin nabız atışlarına göre davranma yeteneğini kazanamadığı için bu kuşatmaya karşı taktikler yaratamamıştır. Örneğin, devrimci hareket gerektiğinde “geri çekilme”yi becerememiştir. Hatta geri çekilme tartışmaları “ihanet” gibi duygusal kavramlarla iç içe geçmekten hiçbir zaman kurtulamamıştır. *****************************************
Son olarak, bütün bu zaafların sonucu iktidar için mücadelenin yükümlülüklerinden uzaklaşmak olmuştur. 80 öncesi yılların tipik bir yanılgısı erken devrim beklentileridir. Bu beklenti bütün güç dengesi hesaplarını ve bir iktidar mücadelesinin kaçınılmaz temel taktiği olması gereken ittifaklar sorununu gölgelemiştir. Devrimci Hareketin bu yirmi yıllık döneminde göze batan ve hafızalarımıza güçlü bir ders olarak kazınmış hiçbir ittifak deneyi yoktur. Oysa mücadelenin alfabesinde, bırakın bir siyasal örgütlenmenin iktidarı almasını, bir sınıfın bile tek başına iktidarı alamayacağı söylenir. Devrimci Hareketin bu tarihsel döneminde bir tek iz bırakan ittifak deneyenin yaşanmamasının altında iktidar mücadelesine yaklaşımdaki zaaflar yatıyor olmalıdır. *****************************************
Devrimci Hareket, 90 sonrasının çarpıcı bir şekilde değişen dünya ve Türkiye koşullarındaki yeni bir mücadele dönemine adımlar atarken bu temel zaaflar demoklasin kılıcı gibi üzerinde sallanıyordu. Özellikle ideolojik zayıflık, stratejik konumlanış hatası ve taktik yoksunluk aşılamadığı ölçüde Hareket, tasfiye girdabında bocalamaktan kurtulamamıştır. Mücadele, eski yol ve yöntemlerin defalarca tekrarıyla sonuç üretmeyen bir kısır döngü içine girmiştir. Bu gidişin köklü bir kırılmaya uğradığı moment ise PKK’nin stratejik dönüşünün ve cezaevi baskınlarının yaşandığı 1999, 2000 yıllarıdır. Bu tarih, mücadelenin eski alışkanlıklarla uzun bir süre kendini tekrardan öteye geçemeyişin kesin sonuna işaret ediyordu. Kürt Hareketi bir gelişme sürecinden sonra, bir bakıma Devrimci Hareketten güçlü bir müttefik bulamayışının bedelini öderken; Devrimci Hareket de tekrarlarla kısırlaşan stratejik ve taktik ufuksuzluğunun bedelini ödüyordu. *****************************************
-II-
Sosyalist Sistemin yıkılışı ve kapitalizmde yaşanan yapısal değişim Devrimci Hareketin önüne önemli teorik, stratejik ve taktik sorunlar çıkartmıştır. Böyle dönemlerin “çözümlenmesi” kolay olmaz. Ancak on yedi yıl az bir süre midir? Buna bir yükselme döneminden geriye-tarihe bakan yeni devrimci kuşaklar karar verecektir. Ve böyle dönemler, elbette belli bir bilinç birikimiyle, fakat esas olarak pratiğin kılıcıyla aşılır. II. Enternasyonalin çöküşünün yarattığı büyük kriz Rus devrim pratiğiyle aşılmıştı. Bugün, Latin Amerika’dan esen “21. Yüzyıl Sosyalizmi” rüzgârı böyle bir pratik adım rolü oynayacak mıdır? Bunu henüz kimse bilmiyor. *****************************************
Sosyalizmin yıkılışının yarattığı pek çok sorunun içinden devrimci mücadele açısından acil önem taşıyanları vurgulamak gerekiyor. Bunların en önemlisi devrim stratejisi üzerinde yarattığı etkilerdir. Devrimlerin tarihsel olarak döneminin kapanıp kapanmadığı bile bugün tartışma konusudur. Bu tartışmaya girmeden bazı tespitleri yaparak geçmek zorundayım. Latin Amerika olayları tek tek ülkelerde devrimlerin mümkün olduğunu, ancak onların tutunmasının “bölgesel devrimlere” bağlı olduğunu göstermektedir. Sosyalist Sistemin yıkılışının yarattığı güç odağının boşluğunu “bölgesel devrimler” doldurabilir. *****************************************
Sosyalist sistemin yıkılış nedenlerini çözümlerken başlıca iki konu program seviyesinde önem kazanmaktadır. İlki, devrimci ve sosyalist iktidarlara halkın katılımıdır. Bu konu, Parti’nin yapısı, Parti-Devlet ilişkilerini, merkezi ve yerel tüm iktidar organlarıyla-doğrudan ve dolaylı yollardan- halkın ilişkileri konularını kapsar. Bu konunun ne derece önemli olduğu ve hemen hiçbir basit kural ve kalıba sığdırılamayacağı deneylerden anlaşılmıştır. Venezüela’da “Halk Katılım Bakanlığı”nın olması sorunun nasıl sürekli izlenmesi ve yönlendirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. *****************************************
İkinci önemli konu, merkezi planlamadır. Yetmiş yıllık sosyalizm deneyi konunun çok karmaşık olduğunu ve merkezi planlamanın sınırlarını göstermiştir. Esasında “merkezi yönetim” kavramının siyasal ve ekonomik olarak tümüyle mercek altına yatırılması çıkan en önemli sonuçlardandır. Bugüne kadar ki sosyalizm uygulamalarında “merkezi yönetim” çelişki ve gerilimleri ortadan kaldırmayı hedeflemişti. Tarihsel olarak çıkan büyük ders, bunun gelişmeyi kireçlendirdiğini, ana hedefler doğrultusunda çelişki ve gerilimlerin uzun bir dönem için kaldırılmak yerine yönetilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. *****************************************
Bu temel sorunların derinliğini ve yarattığı büyük etkiyi kavrayabilmek için, Sosyalizmin yıkılışının yarattığı iki çok tipik olguyu doğru değerlendirmek gerekir. İlki, ufuk kopmasıdır. Sosyalizm, 19. ve 20. yüzyıldaki gibi somut programatik bir hedef olmaktan çıkmış, yeniden Marx öncesi dönemdeki bir “ütopya”ya dönüştürülmüştür. Bu kapsamda, sosyalist mücadele basit bir ahlaki tercihe indirgenmiştir. İkincisi, iktidar hedefinden kopuştur. 90 sonrası yıllarda “iktidarı almadan dünyayı değiştirme” üzerine tartışmalar yoğunlaşmış, sadece tartışma olarak da kalmamış, dünyada pek çok halk hareketi iktidar hedefi olmayan bir mücadeleye yönelmiştir. Buna bağlı olarak, devlet ve iktidarın devrimci partilerde bir “yozlaşmaya” neden olduğu gibi sonuçlar çıkartılmıştır. 90 Sonrası yükselen halk hareketlerinin bir bölümü, özellikle “anti-küresel hareketler” programsız ve iktidar hedefi olmayan bir yol benimsemiştir. Bunun en tarihsel örneği Aralık 2001’de başlayan bir yıl süren Arjantin Ayaklanması’dır. “Horizantalizm”: yatay iktidarlar kavramını bu ayaklanma yaratmıştır. *****************************************
Bu iki tipik tepkinin ortaya çıkmasından elbette önemli dersler çıkartılmalıdır. Sadece ezberlediğimiz formüllere uymadıkları için basitçe mahkum etmek, ders çıkartmak anlamına gelmez. Ancak sırf bu zeminde kalarak çıkartılacak derslerin de büyük zaafları olması kaçınılmazdır. Bu anlamda, Sosyalist sistemin çöküşü öncesi yılların mücadelesinden başlıca iki temelde ders çıkartılabilir. Sadece sosyalizmin yeniden ütopyalaştırılması ve iktidar hedefinden kopma zemininde kalarak çıkartılacak dersler yıkılışın sonuçlarına sığ tepkiler olarak kalır ve yeni bir sosyalizm mücadelesinin inşa edilmesini büyük açmazlara sürükler. Ancak bu tepkileri de dikkate alarak, hem sosyalizm hedefinden hem de iktidar odaklı mücadele zemininden kopmadan çıkartılacak dersler mücadeleyi geleceğe taşıyabilir. Dünya devrimcileri ve Türkiye devrimci hareketi hala bu çok önemli ve sancılı sürecin içindedir.
-III-
Kapitalizmde yapısal değişimin mücadele için yarattığı sonuçlara gelince, bunun yaşanan canlı bir süreç olduğunu unutmamalıyız. Sosyalizmin yıkılışı gibi tamamlanmış, yaşanmış bir süreç değildir. Tam tersine her gün etkilerini çeşitli biçimlerde duyduğumuz yaşanan canlı bir süreçtir. Bu anlamda bu süreçten çıkartılacak sonuç ve derslerin daima bir göreli yanı olacaktır. Belki de zaman zaman sonuçları gözden geçirerek düzeltmeler yapmak zorunda kalacağız. Konunun kendisi oldukça kapsamlı olduğu için, bu yazıda değişimin sadece sınıf mücadelesini doğrudan etkileyen yanlarıyla sınırlı kalacağım.Bilinç ve hafızalarımıza yerleşen bu anlamda klasikleşen sınıflar mücadelesi 19.yüzyılın ilk yarısında başlar 20.yüzyılın son çeyreğine kadar uzanır. Hemen hemen iki yüz yılı kapsayan süreç bilinç ve hafızalarda adeta silinmez izler bırakmıştır. Ancak “değişim” fırtınası her geçen gün güçleniyor; güçlendikçe klasik kavrayışın sınırlarını zorluyor. Elbette işçi sınıfı mücadelesi sözünü ettiğimiz dönemden önce de vardı; sonra da yani günümüzde de var olmaya devam ediyor. Fakat bu dönemlerin kendine özgü yanlarının olduğunu söylemek çok da gerekli değil; gerekli olan bunların neler olduğudur. *****************************************
Kapitalizm 1980’li yıllarla birlikte sanayi kapitalizminden bilgi-hizmet kapitalizmine evrimleşiyor. Bu değişimin sınıf mücadelesi açısından ne anlama geldiğini onun kısa hikâyesiyle açıklamaya çalışalım. Erken işçi sınıfı mücadelesi yılları kapitalizmin gelişmesinin ilk yılları ile başlar ve sanayi devrimiyle başlayan fabrika dönemine kadar gelir. Manüfaktür üretim yıllarının en temel özelliği henüz üretimde iş bölümünün çok sınırlı olması ve işçilerin alet kullanma hüner ve yeteneklerinin olmasıdır. Ürün baştan sona bir ya da birkaç işçinin elinden çıkar. Yüzelli yılı aşkın bu sürede grevler veya başka işçi eylemleri yaşansa da istikrarlı bir özellik kazanmamıştır. Klasik deyimi ile sınıf henüz “kendinde sınıf” bile değildir. Doğuş halindedir. İşçiler olarak değil, işçi çok önceleri tarih sahnesine çıkmıştır; bir sınıf olarak doğum sancıları içindedir. *****************************************
Fabrika üretimine geçiş, “makine kırıcıların” ortaya çıkışı ve kayboluşu, iş bölümünün yaygınlaşması sınıfın şekillenmesinin tamamlandığı dönemdir. Tanıdığımız ilk işçi sendikaları ve hemen ardından siyasi örgütlenmeler bu tarihsel dönemde sahneye girer. Fakat bu dönem aynı zamanda işçinin manüfaktür döneminde sahip olduğu iş yeteneklerini yitirdiği dönemdir. İşçinin yeteneği makinelere geçtikçe kendisi sanki makinelerin bir uzantısına dönüşmüştür. Bu süreç taylorizm olarak isimlendirilen bant sistemiyle zirveye çıkar. Dev fabrikalarda çalışan, yetenekten yoksun bırakılmış ve belirli semtlerde toplu olarak yaşayan işçi sınıfı insanlık tarihinde yepyeni bir dönemin itici gücü olmuştur. Ve işçi sınıfı mücadelesinin klasik dönemi bu süreçle başlar ve koşulları ortadan kalktıkça bu dönem kapanır. Bu dönemin kapanışını Theacher dönemi İngiltere’sindeki tersane ve maden isçileri grevleri sembolize eder. Bizde, Özal döneminde 89 “bahar eylemleri” özel olarak da maden işçilerinin direnişi ve Zonguldak-Mengen yürüyüşü bu tarihsel dönemin kapanışını sembolize eder.*****************************************
Yaşadığımız dönemin özelliklerini sıralarsak şunlar öne çıkıyor:1- Dünün dev işyerleri bugün küçülme eğilimindedir. Bu eğilimi sürekli diri tutan neden, üretim araçlarının yenilenme periyodunun çok kısalması, neredeyse üç-beş yıla kadar inmesidir. Buna bağlı olarak yaygınlaşan taşeron üretim tarzı da üretim alanlarını parçalamaktadır. Sınıfın aynı işyerinde bile birbiriyle teması önceki süreçlerle kıyaslandığında çok azalmıştır. *****************************************
2- Üretici işçi kitlesi hem sınıf içinde hem de toplum içinde azalmaktadır. Sınıf içinde % 30’lar seviyesindedir. Ancak toplam ücretli sayısı çalışan nüfusa oranla artmaktadır. Bu artma daha çok “hizmet sektöründe” gerçekleşmektedir. Bu bileşim sınıf mücadelesini doğrudan etkilemektedir. Klasik dönemin ünlü maden, metal ve tekstil vb. isçileri sınıflar mücadelesinin sahnesinden neredeyse çekilmiştir. *****************************************
3- Sınıftaki parçalanma II. Enternasyonalin çöküşüne neden olan aristokrat işçi farklılaşmasıyla sınırlı değildir, daha öteye niteliksel, yapısal farklar kazanmaktadır. Bant sisteminden “çalışma adacıkları”na geçiş yeni niteliklere sahip bir işçi kesimi yaratmaktadır. Kaybedilen üretim yetenekleri bir başka biçimde yeniden kazanılmakta, üretim bilgisine sahip ve üretim süreciyle belli bir bağı olan işçi kesimi ortaya çıkmaktadır.*****************************************
4- İşçi sınıfının artık klasik dönemdeki gibi büyük işyerlerinde yoğunlaşma ve ortak mekânlarda oturma özelliği erozyona uğramaktadır. Bu onun moral ortamını ve kolektif davranış yeteneğini doğrudan etkilemektedir. *****************************************
5- Kapitalizm bilimsel teknik devrimle üretici güçlerin değişim sürecini hızlandırmış, verimliliğin artışı kapitalist üretim sürecinin mantığından dolayı toplumun önemli bir bölümünü üretim sürecinin dışına itmiştir. “Esnek üretim” işsizliğin yeni adı olmuştur. Çözülemeyen işsizlik sorunu bu anlamda kangrenleşmiştir. “Yedek sanayi ordusu” olmaktan çıkmış, yaygın ve sürekli ordu halini almıştır. Böylece, hele bizim gibi ülkelerde, bir işte çalışmak imtiyazlı bir konumu ifade eder hale gelmiştir. Bu durum sınıf mücadelesini pasifize eden sonuçlar yaratmaktadır. *****************************************
Kapitalizmde yaşanan bu yapısal değişimden işçi sınıfının mücadelesi için dönemsel anlamda hangi stratejik- taktik sonuçlar çıkartılabilir? *****************************************
a-Bugün işçi sınıfının topyekün davranış yeteneğini önceki dönemdeki gibi varsaymak önemli bir stratejik veri hatası olur. Sınıftaki sektör kayması ve parçalanma, ancak sadece bu değil, aynı zamanda sosyalizmin yıkılmasıyla hedefin silikleşmesi sınıfın kolektif davranış yeteneğini önemli ölçüde darbelemiştir. *****************************************
b-Sınıfın “parçalarına” gelince: Ücretli emek ve artı-değer sömürüsü olduğu müddetçe işçi sınıfının ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için mücadelesi sürecektir. Kapitalizmin krizleri bu mücadeleleri tetikler. Fakat öte yandan, bugünkü adı “team work” veya “üretim adacıkları” olan, fordizm sonrası üretim biçimleri eğer derinleşirse, bilim ve üretim tekniğindeki gelişmeler eğilimin böyle olacağını gösteriyor, bunun sınıflar mücadelesine etkisi nasıl olabilir? Üretim bilgisi ile kısmen donanmış ve üretim sürecine daha bilinçli olarak dahil olan işçilerin mücadele hedeflerinin içine, yeni üretim düzenlemeleri; yaratıcıklarını geliştirici bir üretim atmosferinin sağlanması ve hatta yaşamlarını sadece basit tüketici olmaktan çıkaran boş zamanlarını daha nitelikli olarak değerlendirebilecek koşulların yaratılması için mücadele de girebilir. Ancak bu mücadelenin hangi araçlarla, nasıl verileceğini bugünden kestirmek oldukça zordur. Klasik dönem mücadele biçimlerinin belki de pek çoğu sınıfın bu kesimi için öne çıkan mücadele biçimleri olmayacaktır. Üretimde giderek yetenek kazanan işçi, kapitalist pazarın kurallarına göre bunun karşılığını bir biçimde isteyecektir. Üretimde giderek yetenek kazanmak, manüfaktür döneminin henüz lonca esnafı karakterinden kopuşamamış işçilerinin iş maharetlerine bir geri dönüş değil, üretimde yaratıcılığın gelişmesi ve üretim örgütlenmesinde yetenek kazanmak biçiminde olabilir. Sınıf, daha doğrusu sınıfın en azından bir kesimi böyle bir yetenek kazanırsa, hem kapitalist toplumun çıkarlar üzerine kurulu temel mantığı nedeniyle, hem de insan gelişmesinin karakterinden dolayı, bunun karşılığını düzenden talep edecektir. Bunun hangi yollardan yürünerek yapılacağı, hangi gerilimleri yaratacağı daha çok pratik mücadelenin cevap vereceği sorulardır. Yeni üretim teknikleriyle kapitalist üretimin içine daha fazla çekilmiş olan sınıfın bu kesiminin mücadeleye çekilmesinin çok farklı örgütlenme taktiklerini gerektirdiği açıktır; ancak bunların ilk halka olarak yakalanması çok zordur, mücadelenin ancak farklı bir üst seviyesinde bu olasılık daha fazladır.*****************************************
c-Sınıfın daha az nitelikli ve hiç niteliksiz kesimleri klasik dönem mücadele biçimlerini mi sürdürecektir? Mücadele enerjisi ve düzene karşı eylem yeteneği sadece sınıfın bu kesiminde mi yoğunlaşacaktır? Veya tam tersine niteliksiz işçinin günümüz koşullarında pazarda şansının çok daha az olmasından dolayı mücadele pasifize mi olacaktır? Bu soruların cevabı kapitalizmin yaşayacağı krizlerin derinliği ve kapsamına göre değişir. Sınıftaki bu parçalanmanın bugün ortaya çıkardığı görev, farklı kesimler için farklı taktik ve örgütlenmelerin yaratılmasıdır. Onlar iki büyük gerilim ortasında durmaktadır. Bir yanda çok düşük ücret, ağır iş koşulları ve hiçbir iş güvenliğinin olmaması; öte yanda, geniş işsiz kesimler tarafından sürekli olarak kuşatılmış olmaktan kaynaklanan pasifize edici etkiler. Ancak sınıfın bu niteliksiz kesiminin üzerinde gündelik yaşamın gerilimleri çok daha fazla olduğu için ilk elden örgütlenme şansları daha fazladır. *****************************************
d- Bilgi-hizmet kapitalizmi ve neoliberal ekonomi politikaların uygulanması sınıflar mücadelesinde bir özellik daha orta çıkartıyor. Artı-değer sömürüsünü arttırmak ve ek kar elde etmek için makineler günümüzde işçilerin yerini almaya devam ediyor. Hatta bu bilgi işçilerinin bir bölümü için de geçerlidir. Ancak hem bilgi işçilerinin, hem de hizmet sektörünün bir bölümündeki işgücünün yerini-işin niteliğinden dolayı-büyük olasılıkla hiçbir zaman makineler ve bilgisayarlar alamayacaktır. Bu alanlarda artı-değer sömürüsünü arttırmanın tek yolu mutlak sömürüyü yükseltmektir. İş zamanını uzatmak ve yoğunluğu arttırmak tek yoldur. Bu nedenle neoliberal “rekabetin” sürdüğü koşullarda bilgi-hizmet işkolunun bu alanlarında-başta sağlık ve eğitim- sınıf geriliminin daha fazla artması kaçınılmazdır. Mücadelenin taktik ve örgütlenme öncelikleri bu özelliği dikkate almalıdır.*****************************************
e- Bilgi-hizmet kapitalizmin ve neoliberal politikaların özellikleri önceki dönemlerle kıyaslanmayacak ölçüde işsiz kitle yaratmaktadır. Bu özellikle bizim gibi “üçüncü dünya ülkeleri” için fazlasıyla geçerlidir. Kentlere iş için yığılan bu kitleleri artık ne yeni işyerleri emebiliyor, ne de “batıya göç” eskisi ölçüsünde mümkündür. Bu nedenle büyük bir yoksul nüfus kitlesi kentlere yığınak yapmaktadır. 90 sonrası Devrimci Hareketin literatüründen eskiden amentü gibi tekrarlanan “işçi-köylü ittifakı” sessizce kaybolup gitti. Bunun bir unutkanlık olmadığı, bir gerçekliğe denk düştüğü açıktır. İşçi-köylü ittifakı günümüzde zaten kent varoşlarına taşınmıştır. İşçiler, türedi işlerle yetinmek zorunda kalan dünün köylüleri ve geniş işsizler yığını varoşlarda iç içe yaşamaktadır. Arjantin deneyi işsizlerin de örgütlenebileceğini gösterdi. Günümüz kapitalizmi bizim gibi ülkelerde yeni, orijinal ittifak ve örgütlenme biçimlerini dayatıyor. Eski strateji ve ana taktikler büyük ölçüde zemin kaybederken, yaratılmak zorunda olan yenilerinin zemini çoktandır şekilleniyor. *****************************************
-IV-
Devrimci Hareket’teki uzatmalı krizin nedenini hiç şüphesiz hala 80 darbesinin yarattığı tahribata bağlamanın bir anlamı yoktur. Ancak 80 öncesinin artık şizofrenik bir durum yaratan alışkanlıklarından hala neden kopulamadığı bir sorun olarak ortada durmaktadır. 84 sonrası büyük bir yükseliş yaşayan Kürt Hareketi, yoğun faşizm koşullarına rağmen bir gelişme yaşanabileceğini kanıtladı. Fakat bu başarısı esas olarak, 80 öncesi Devrimci Hareketin hatalarını tekrarlamamasında yatmaktadır. Kendiliğinden yükselen dalgalarda yüzmek değil, en karanlık bir dönemde netleşmiş stratejik hedefler doğrultusunda devrimci irade ve hazırlığın önemini kavrayarak uzun soluklu bir yükselişi yakalayabilmiştir. Devrimci Hareket ise bu yükseliş dönemini-ki 85–89 arasını kapsar-eski alışkanlıklarıyla algıladığı için, bu dönemden öğrenememiş, kısa ömürlü dalgalanmalar sonrasında 80 Eylül darbesinin yarattığı tahribatın ötesine geçen bir tasfiye girdabına girmiştir. Bu anlamda, bugünkü uzatmalı krizin nedeni, artık 90 sonrası dünya ve Türkiye’de yaşanan büyük değişimlerde aranmalıdır. Bu tespit artık genel olarak kabul görmektedir. 80 öncesinin bütün sol örgütlenmelerini temel aldığımızda bu “kabul” çok farklı zamanlarda ve çok farklı yollardan gerçekleşmiştir.*****************************************
80’li yılların sonlarına doğru yaşanan “Kuruçeşme tartışmaları” bunun ilk en kapsamlı girişimi oldu. Orada tartışanlar sonunda post-modern dünyanın gerçeklerine uyum yapmayı benimsediler. Oysa “yeni” koşulları kavramakla post-modern dünyaya uyum yapmak devrimci mücadele açısından çok farklı anlamlara sahipti. O dönemde gerçekleşen “birlik”in yarattığı umutlar çok geçmeden düş kırıklıklarına dönüştü. Post-modern dünyaya karşı “direnen” diğer siyasi yapılar ise eskinin kendini tüketen ortamından çıkamadılar. Özellikle 90’lı yılların sonrasında artık her siyaset için “yeni dönemi” kavramak kaçınılmaz hale gelmişti. Sosyalist Sistemin yıkılışı, kapitalizmde yaşanan yapısal değişim ve bize özgü etkiler olarak Kürt Hareketinde gerçekleşen “stratejik dönüş” ve bir dönem önemli bir taktik olarak gündemde yerini alan ölüm oruçlarının cezaevi baskınlarıyla etkisizleştirilmesi, solun post-modern dünyaya direnen kesimlerini de “yeni dönem” üzerine düşünmeye zorladı. *****************************************
Günümüzde, maddi ortam ile düşünce arasında derin bir kopuşma yaşanmaktadır. Devrimci mücadele için maddi koşulların çok yaygın olmasına karşılık bunun gerektirdiği düşünce ve buna bağlı öncü örgütlenmeler acınacak ölçüde zayıftır. Post-modern dünya zaten böyle bir şeydir. Sık sık “akıl tutulması” olarak da nitelenen bu durum ne rastlantıdır, ne de “dahice bir buluş”la aşılma şansına sahiptir. Post-modern dünya düşünceyi günün içine hapsetti. Oysa insan düşüncesinin yetkinliği ve yaşamla sınavı, esas olarak, geleceği tasarlama gücüdedir. Gelecekle ilgili hiçbir şey söylenmiyor değildir, ancak henüz hiçbir düşünce “pratikte maddi güç” haline gelemedi. Bunun sonuçları biliniyor. Dünün stratejik öngörüleri erimeye uğradı, stratejik hedeften kopuk kalan pratik gündelik taktik kısırlık içinde bocalamaya başladı, aynı zamanda devrimci değerler büyük bir erozyon yaşadı ve toplumsal çürüme, gelişmelere öncülük yapılamayınca devrimci örgütlemeleri de sardı. Böyle bir ortamdan sihirli bir değnekle çıkılamayacağı açıktır. *****************************************
Bir çıkış yolu var mıdır? Sınıflar mücadelesi tarihi bu soruya evet dememizi sağlıyor. Ancak nasıl? Bunu kimse bilmiyor! Tam bu noktada yanılgılı bir tespiti göze batırmak gerekiyor. “Birlik” epeydir çok konuşulan bir konudur, ancak bu krizden “hep birlikte” çıkılmayacaktır. Her siyasal eğilim kendi yolundan yürüyecektir. “Birlik” olmak çıkış için sadece iyi niyetli bir dilek olabilir, ancak politik bir taktik değil! Politik bir taktik yaratabilmek için geçmişle köklü bir hesaplaşma yeteneğini göstermek; dönemi iyi okumak; gelecek öngörüsünün en azından ilk adımlarında aynı dili konuşmak gerekiyor. Herkes kendi yolundan yürüyecek dedik, zaten olan da budur. Liberal sol kesimler çoktan beri kendi yollarını belirlediler. “Ulusal sol” özellikle son dört beş yıldır duruşunu netleştiriyor. Kürt Hareketi “demokratik cumhuriyet” stratejisini güçlendirmeye çalışıyor. Devrimci Hareketin krizden çıkışı için bunların yol olmadığını vurgulamak gerekiyor. Geriye kalan sol eğilimler ise bugün açısından bir gelişme göstermek bir yana kendini tekrarın ve gündelik taktikler içinde boğulmanın ötesine gidemiyor. *****************************************
Devrimci Hareketin önünde önemli teorik, stratejik ve taktik sorunlar olduğunu söyledik. Bunların çözümünden sonra yol alınması gerektiği gibi bir düşünce yaşamın gidişine aykırı olur. Ve dünya deneylerine baktığımızda böyle bir örnek de yoktur. Ancak hiçbir gelecek tasarımı olmadan da yol çıkılamaz. Zapatistlerin lideri Marcos’un dediği gibi “yürürken düşünmek” gerekir. Neler düşünülmesi gerektiği üzerine düşüncelerimi açıklamaya çalıştım. Nasıl yürümeliyiz konusu en az bunun kadar can alıcıdır. *****************************************
Türkiye Devrimci Hareketi uzun bir süredir kendi taktik gündemini kaybetmiştir. Bunun nedenlerini iyi tespit etmek gerekiyor. *****************************************
İlki, Kürt Sorunudur. Kürt Hareketi uzun yıllardır verdiği mücadele ile devrimci ortama güç katıyor, bu yeterince açıktır. Ancak düzen de, bu hareketin önünü kesmek için aynı zaman aralığı içinde güçlü bir karşı taktikle şovenizm dalgasını yükselterek ittifak yollarını kapatmayı başarmıştır. İttifaktan bazı siyasal yapıların Kürt Hareketi ile yaptığı işbirliğini kast etmiyorum. Kürt ve Türk halkları arasındaki bağ şovenizm körüklemeleriyle oldukça derin bir parçalanmaya uğratılmıştır. Bu nedenle, her türlü ittifak girişimi bu parçalanmanın çukurunda kaybolup gidiyor. Bundan da öteye devrimcilerin kitle çalışması önünde bu şovenist bariyer büyük bir engel oluşturmaktadır. Bu bariyer kitlelere sadece “Kürt sorunu” anlatılarak aşılabilir mi? Kesinlikle hayır! Kendi gündemini yaratamamış bir Hareketi halkımız bu konuda da dinlemeyecektir. *****************************************
İkincisi, siyasal islamın gücünden kaynaklanan “irtica” ve “laiklik” gerilimidir. Bu konu siyasal islam tarafından “özgürlüklerin genişletilmesi” olarak sunuluyor. Ulusal sol ise, kemalizmin bildik kalıpları içinden gelişmeyi “gericilik” olarak yorumluyor. Hele bu günlerde bu konudaki gerilim artık bir sürtünme olmaktan çıkıp bir siyasal krize dönüşüyor. Devrimci Hareketin taktik alanını bu gelişmeler doğrudan etkiliyor ve daraltıyor.*****************************************
Üçüncü konu, küreselleşmeye karşı özellikle ulusal solun yükselttiği tepkilerle gerçek anti-emperyalist mücadelenin sınırlarının Devrimci Hareketin zayıflığından dolayı bulanıklaşmasıdır. *****************************************
Bu ana konu ve gerilimler, Devrimci Hareketin kendi gündemini yaratmasını büyük ölçüde engellemiştir. Burada hiç şüphesiz ki, temel zaaf Devrimci Hareketin kendisinde yatmaktadır. Kendi gündemini inşa edemeyen ve gündelik taktik kısırlıklar içinde yıpranan bir hareket, savrulmalardan kurtulamayacaktı. Devrimci Hareket küreselleşmenin ve onun ekonomi politikası olan neoliberalizmin yarattığı ekonomik ve toplumsal yıkımı gündemleştirmek göreviyle yükümlüdür. Ancak örtülen bu konu gündemleştirilebilirse, bunun etkisi üzerinden diğer konularla kendi taktik duruşuna göre ilişki kurabilir. Yoksullaşmanın toplumsal çürümenin eşiğine dayandığı günlerde yaşıyoruz. Yoksulluk hemen ve doğrudan toplumsal çürüme yaratmaz. Tepki ve öfke yeterince örgütlenebilirse, çürüme değil ortaya güçlü bir halk hareketi çıkar. Ancak bugün ülkede yaşananlar artık her yönden bir çürümenin içine girildiğinin işaretlerini veriyor. Neoliberalizmin yarattığı yıkım: iş, eğitim, sosyal haklar ve hatta yaşam hakkını derinden tehdit eder hale gelmiştir. Devrimci Hareket bu zeminden kendi gündemini yaratmak zorundadır. Belki de gelip çatan ekonomik kriz, Devrimci Hareketin krizli durumdan çıkması için güçlü bir fırsat yaratabilir. Konu elbette sadece pratik bir fırsat konusu değildir. Düzenin zayıf noktasına güçlü bir taktikle sürekli yüklenmek, bu konuda yaratıcı bir pratik ortaya koymak, krizden çıkış için yakalanacak ana halka olmalıdır. Öte yandan, 90 sonrası dünyaya baktığımızda yükselen anti-küresel hareketlerin geçirdiği evrimden önemli bir ders çıkartılmalıdır. Program ve iktidar ufku yokluğu hareketleri bir çözlüme noktasına getirdi. Mücadele artık, sosyalizmin yıkılışının yarattığı bu ilk geri tepmeleri aşmak zorundadır. Bu Türkiye’deki mücadele için de geçerlidir. Sadece neoliberal politikalara karşı olmak yetmiyor, alternatifi yaşanan deneylerden çıkartılan sonuçlarla artık bir program ve iktidar ufku seviyesine yükseltilmelidir. Program ve iktidar ufkunun olduğu yerde aynı zamanda tutarlı ittifak politikaları da kaçınılmaz hale gelir. Devrimci Hareket, tarihinde olmayan bu olguya günümüzde etkin bir örnek yaratabilecek midir? Krizden çıkışı, tümüyle değilse de, belli bir ölçüde tutarlı ittifak politikaları üretebilmesine bağlıdır. *****************************************
Devrimci Hareketin krizden nasıl çıkacağı sorusunun yoğunlaştığı bir zamanda düzen derin bir ekonomik ve siyasal krizin içine giriyor. Belki de sorunun cevabının bir yanı burada yatıyor. Düzenin krizi, sosyalistler için pratik davranış imkânları yaratacaktır. “Düzende tıkanan nedir?” sorununa verilecek doğru cevaplar, pratik çıkış noktaları sağlayacaktır. Devrimci Hareketin krizine cevap aranmasında sözlerin tükendiği bir noktaya geliniyor.