Devletten ve Sermayeden bağımsızlaşan bir muhalefet odağı: “Emek ve Özgürlük Bloğu”
Ertuğrul Kürkçü, 1 Haziran Salı günü gerçekleştirilen röportajda Dayanışma Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.
– Öncelikle uzunca zamandır bir 3. Cephe meselesi konuşuluyor ama 3. Cepheden kimin ne anladığı, kastının ne olduğu, hangi kesimlerle bunu yapmak istediği konusunda da bir belirsizlik var. Siz de bunu epeyce dile getirenlerdensiniz ve sizin de çizdiğiniz bir sınır var. Öncelikle sizin için 3. Cephe tanımı neyi kapsıyor?
Tabi anlamayı kolaylaştırmak için ifade edilen şeyin ne olmadığını söylememiz lazım. O da şu; kapitalizmle sosyalizm arasında bir orta yol teklif ediyor değiliz. Kapitalizmle sosyalizm arasında bir orta yol yok. Üçüncü kutup ya da üçüncü cephe ya da her neyse, “üçüncü” terimi ile pek çok kesimin iddia ettiği şeyin bir ortak noktası olduğunu düşünüyorum ama bunu kendi durduğum yerden açıklayayım. Bunun kendine özgü özelliği “Türkiye siyasetindeki mevcut hâkim kutuplaşmanın emekçileri de içine çekerek, emekçileri taraflaştırarak süregitmesi karşısında emekçilerin muhalefetinin toplanacağı başka odak” teklifidir. Dolayısıyla 3. terimi burada ulusalcı otoriter bir sermaye kutbu ile muhafazakâr liberal küreselci bir sermaye kutbu arasında dağılmış, bunlar arasında kamplaşmış emek güçlerine bir emek ve özgürlük bloğunda toplanmalarını önerme teklifidir. Şimdi kimi görüşlere göre bu iki kutup aslında yapaydır, yüzeyseldir; aslında iki kutup yoktur, sonuçta bir emek ve sermeye kutupsallaşması içinde sorunu çözmek çok daha basittir. Fakat ben bunun bu basitlik düzeyinde yaşanmadığını düşünüyorum. Çünkü bu kutupsallaşma salt iktisadi ya da sosyal düzeyde değil, aynı zamanda kültürel düzeyde, toplumsal düzeyde, dünya görüşü düzeyinde, yaşam tarzı düzeyinde yaşanan ve Türkiye’de neredeyse – çok kuvvetli bir sözcük olsa bile – pasif bir iç savaş biçiminde süre giden kutupsallaşmayı biz sadece iki sermaye kutbu arasındaki geçici bir kamplaşma olarak göremeyiz. Bu aslında Türkiye’nin 100 yıllık meselesi. Tanzimat’tan bu yana sürüp giden bir kutupsallaşma ve Türkiye’nin bütün politik toplumsal gerilimleri ne yazık ki bu hâkim eksen etrafında dönüyor. Bizim teklifimiz bu hâkim ekseni aşan, bunun ötesine seslenen ve antikapitalist bir programla bir özgürlük programını bağdaştıran bir programatik eksen kurma ve emekçileri burada toplanmaya çağırmak demek.
Bu basitçe demokratik devrim, sosyalist devrim aşamalı süreci değildir. Tersine kesintisiz devrim perspektifi içersinde bunu görmeliyiz. Ve bu çağrı sadece demokratik mevzilenme çağrısı da değil bence. Bu hem sosyal düzlemde emeğin, hem de politik ve kültürel düzeyde özgürlüğün ihtiyaçlarını bir araya getirmemiz mümkün olan ve zaten ihtiyaç da olan bir çağrı. Peki, bunun failleri, aktörleri kimlerdir? Ben burada temel gücün şimdi bileşimi değişerek ve heterojenleşerek aslında saflarını çok genişletmiş olan işçi sınıfı ve emekçi halk olduğunu söyleyebilirim. Bu biraz terimi muğlâklaştırma gibi görünse de şu an Türkiye’de işçi sınıfı dediğimiz kitlenin fabrikada çalışan insanlardan çok daha fazlasını ve çok daha çeşidi içerdiğini görmeliyiz. Bunların tamamının kapitalizmle tarihsel bir karşıtlaşması var. Bu birincisi. İkincisi, – tabi bu içinden geçmekte olduğumuz krizin mahiyeti dolayısıyla da – hemen hemen bütün temel çelişki alanları kapitalizmle ölümcül bir karşıtlık içine giriyor. Kapitalizmin sadece tarihsel değil, doğal sınırları da zorluyor olması dolayısıyla doğayla kapitalizm arasında, insanlık ile kapitalizm arasında bir yakıcı çelişki oluşmuş durumda. Kapitalizmle çıkarları çelişen tüm toplumsal kesimlere bir bütün olarak insanlık desek, aslında küresel çapta düşünürsek bu çok mübalağa olmaz. Ama ben burada esas olarak köylülerin hemen hemen tamamının bu süreçte bu nedenle yer alacakları düşünüyorum. Tabi özgürlük bağlamında da Kürtler, Aleviler ve kadınlar büyük toplumsal bloklar olarak böyle bir kutupsallık içerisinde nesnel bir anlam kazanıyor. Ama bunların kendiliklerinden bir kutup oluşturma ihtimali tamamen hayali olabilir. Bu fikre doğru bu kesimleri kazanmak için çaba göstermeyi, böyle bir program çerçevesinde anlaşmayı ve buna denk düşen bir cephe örgütlenmesi gerçekleştirmeyi anlatmak istiyorum. Bu cepheden kastım politik, ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal cinsiyete dair hareketlerin yan yana gelerek, birbirleriyle eklemlenerek çeşitli düzeylerde oluşturabilecekleri değişken, mutlaka kategorikleştirilmesi gerekmeyen, zaman zaman daralan, zaman zaman genişleyen toplam hareketidir. Ben böyle hayal ediyorum. Dolayısıyla bunu salt seçim ittifakı olarak göremeyiz. Tanımlanmış bir devrim ittifakı olarak şimdiden ifade etmek de mübalağalı olabilir. Çünkü bunun kendi kazanacağı momentumu görmek lazım. Esas olarak devletten ve sermayeden bağımsızlaştırabileceğimiz tüm kapitalizm karşıtı çelişkilerin devrimci ya da muhalif kutuplarını bir araya getirme, çağırma çabasıdır. Ben bunun insanlara akli de görünmeye başladığını düşünüyorum. Çünkü esas olarak bu AKP ve onun müttefikleriyle, çekirdeği silahlı kuvvetlerde gibi görünen ama çok daha geniş bir ittifakı içeren -Türkiye’de Ergenekon adıyla bilinen – kesim arasındaki gerilimin Türkiye’de neredeyse sosyal mücadeleyi tam ortadan yardığını hepinizin gördüğünü düşünüyorum. Fakat itiraz, iddia, uyarı ve çabalar, özellikle Kürt hareketinin de kazandığı yeni dinamizmle, yeni politik yönelimleriyle birlikte hakikaten 3. Cepheyi kuvveden fiile doğru çıkartabileceğimize doğru bir iyimserlik benim gördüğüm kadarıyla sosyalist hareket içinde yayıyor. Şimdi ben bunun kadın hareketi, Kürt hareketi ve ekolojik mücadele içerisinde kimi karşılıklar görmeye başladığını hissediyorum. Ben böyle bir imkân olduğunu 2004 yerel seçimlerinin ardından ifade etmiştim. Geçen 5-6 yıl içerisinde aslında pek çok insanın zihninde benzer bir yöneliş şekillendi. O zaman bence hem anayasa oyalaması, hem de 2011 seçimleri yaklaşırken pekâlâ bu taktik yöneliş imkânı test edilebilir. Ben bunu yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bunlar Alaattin’in lambasındaki cin gibi. Bir kere bu sözler ağızdan çıkınca çıkmamış gibi olmuyor. Böyle diyenlerin sahiciliğini yoklamaları lazım. Tabi ben burada şunu da hiç kastediyor değilim: “Böyle söyleyen sosyalist kesimler bir araya gelsin.” Kastettiğimiz bu değil, kastettiğimiz esas olarak onların hitap alanındaki kuvvetleri bir araya getirmek. Fakat onlar bunu ne kadar koordineli bir biçimde, ne kadar birbiriyle tutarlı, birbirini görerek yapabilirlerse birleşik bir etki olacaktır. Ama burada kritik unsur, Kürt özgürlük hareketinin nasıl konumlanacağı. Çünkü Kürt özgürlük hareketi hakikaten -ayrıca Türkiye’nin doğusunda değil aynı zamanda batısında da- esas olarak bir emekçi gücü olarak mevcut olduğu ve özellikle bu “emek ve özgürlük ittifakı” dediğimiz şeyin özgürlük kanadında son derece önemli bir dinamik olduğu için, onların antikapitalist ve sosyal bir dinamik olarak özgürlük sürecini yorumlamaları çok büyük ölçüde süreci kolaylaştıracak ve önünü açacaktır. Ben bu aşamada etnik kimliğin ne kadar görünür olursa olsun sonuçta bir engel olmayacağını düşünüyorum. Bunu engelmiş gibi görerek hareket ettiğiniz zaman, zaten beyaz Türk işçi bürokrasisi dışında bir alanınız yok demektir ve hareket edemezsiniz. O yüzden ben bunun bizim için problem olmadığını, öte yandan batıda da özellikle Kürt emekçileri için ulusal kurtuluş programının tek başına onların ihtiyaç ve çıkarlarının karşılığı olmadığının BDP ve diğer Kürt sözcüler tarafından artık görüldüğünü düşünüyorum. Dolayısıyla bizim bu demokrasi için birlik hareketi ekseninde başlattığımız tartışmanın hakkının o kanat tarafından da verilmesi şart.
Bütün bunları son baharda şekillendirmeye başlayabilirsek ben pekâlâ anayasa oylamasında bu 3. Cephe’nin kendisini test edebileceğini düşünüyorum. Tabi oyun rengi de burada önemli, ama benim gördüğüm kadarıyla oyun rengi tartışması daha bitmedi. Şimdiden onu devreye sokmayalım. Bence her eğilim bunu kendi içinde tartışıyor. “Evet” diyeceğimiz yok ama “hayır mı densin, boykot mu densin” ya da başka bir şey var mı, şuan akla gelmeyen ama aslında pekâlâ pratik olarak bir ifade kazanabilecek seçenek var mı, bunu birlikte konuşmamız lazım. Ben özetle kapitalizmle çıkarları çelişen, ama devrimci olmayan bir dönemde devrimci bir politika yapmaya elveren bir taktik olarak emekçileri sermayenin iki kutbu arasındaki kamplaşmadan çekerek, kendi tarihsel çıkarlarına doğru çağıran bir güncel politika içersinde açıklanabilecek bir odak oluşturmaktan söz ediyorum. Dediğim gibi bu metodolojik bir tartışma, 3. Cephe tartışması. Eğer buna halkın önünde propaganda edilecek bir ad vermemiz gerekseydi bunun adı “emek ve özgürlük bloğu” olurdu büyük olasılıkla.
– Sizin bir de “sermayeyle savaş, Kürtlerle barış” cephesi gibi bir tanımınız vardı sanırım?
Evet, 1 Mayıs’taki sloganlarımızdan biriydi bu aslında. Tabi ki sadece sola değil, öte yandan Kürt hareketine de yapılmış bir çağrı: “Sosyalistlerle barış, kapitalistlerle savaş” diye de tercüme edilebilir.
– Böylesi bir hedefe yürümek için çok geniş bir hedef kitle var. Ama bu hedef kitlenin çok büyük oranda örgütsüzlüğü söz konusu. Kürt halkını dışında bırakırsak, devasa bir örgütsüz kitle var. Kadın hareketi dediğimiz şey az sayıda kadınla sınırlı, sosyalist hareket dediğimiz şeyin işçi sınıfı ve emekçi kitlelerle bağı çok zayıf vb. Programatik açıdan bir başlangıç noktası belirlemek belki daha kolay ama bu işin öznelerinin görünürlükleri de bir sorun gibi geliyor bana.
Çok haklısın, ben de aslında bu söylediğim şeyin – mesela kendimce bu cepheyi anayasa oylamasında görünür kılabilir miyiz diyorum – kısa vadede gerçekleşebilirliği ümit kırıcı görünüyor. Daha doğrusu gösterilen hedef ile kullanılabilecek zaman arasında çok büyük bir çelişki var. 1 Mayıs’a baktığımız, bu 1 Mayıs tablosunu analiz ettiğimiz zaman aslında şunu gördüğümüzü söyleyebilirim. 1 Mayıs bu yıl çok heterojen kitleyi bir araya getirdi. Bugüne kadar kimileri birbirlerini görmemeye, onları orda yok saymaya çalışsalar da, eşcinsellerden kadınlara, Atatürkçü Düşünce Derneği’nden sendikalara, Kürt hareketinin temsilcilerinden her türlü milliyeti reddeden anasyonalizme kadar çeşitli eğilimlerden insanlar, işçiler bir aradaydılar ve bir arada durabildiler. Onları tarihsel olarak oraya toplayan şey neydi dersen, 1 Mayıs’ın Türkiye için ima ettiği her şey idi. Şimdi buna insanlar yanıt verdi, fakat en az onun kadar önemlisi buraya gelen kitle arasında herhangi bir sosyalist ya da sendikal harekete mensup olmayan çok fazla küçük çevre, birey vardı. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmişti insanlar. Şimdi demek ki şöyle diyebilirim, bu 1 Mayıs genişliğinde bir yaklaşım bize şimdiki örgütsüzlüğümüze rağmen insanları bir arada tutabilecek bir çekim merkezi yaratabilir. Bu bizim sosyalist örgütlerimizden fazla bir şeydir. Sadece sendikalar değildir, onlardan fazla bir şeydir. Eğer ilişkileri bu genişlikte kurabilirsek, bundan kısa vadede bir kartopu başlangıcı yaratabiliriz. Onun bir çığa dönüşüp dönüşemeyeceği anlaşılabilir. Ama daha küçük ölçeğin bizim için operasyonel olmayacağını düşünüyorum. Şüphesiz daha küçük ölçeklerle başlayan her şey bizi bu genişliğe doğru taşıyacaktır. Onları bu maksatla yapalım. Fakat “biz 5 siyaset hepimiz 3. Cephe diyerek başlayan bir formülasyona sahibiz, yan yana geldik ne güzel” dediğimizde bu kitlenin asıl beklediği şeyi yapmış olmayacağız. Ama o kitleye ulaşmak için kendi ihtiyacımız olan şeyi yapmış olabiliriz. Bu da hiç azımsanacak bir şey değil. Fakat aslolarak anayasa oylamasına yetişsin yetişmesin – zaten biz onunla sınırlamıyoruz – biz bu hedefi ortaya koymalıyız. Dolayısıyla toplumsal muhalefetin bütün kesimlerine bu fikri taşımamız icap eder. Tabi ki bunu beğenmeyenler olacaktır. Bir dizi tartışma, ihtilaf falan gündeme gelecektir. Ama siyasetin ya da sosyal muhalefetin ihtiyacı giderilmediği sürece zaten bu tartışma yapılacak. Onu daha yüksek bir seviyeye çekmek bizim görevimiz.
– Bu meseleyle ilgili olarak yaklaşık bir buçuk iki yıldır atılan, atılmaya çalışılan çeşitli adımlar var. Bunların en görünürü, en ete kemiğe bürüneni Demokrasi için Birlik Hareketi oldu ve siz de bunun içerisinde yer alıyorsunuz. Orada da başlarkenki iddia bugün tanımladığımıza yakın bir iddiaydı. Ancak bırakalım kadın hareketinin, Alevi hareketinin vb. sosyal muhalefet kesimlerinin görünür temsilcilerini kapsayabilmesini, sol hareketin bile son derece sınırlı kısmına seslenebilir kaldı. Kendi kendine daralarak devam eden, söylediği sözle gerçekliği arasındaki bağı git gide yitiriyor hissi veren bir görüntü söz konusu. Şimdi buradan bu gerçeklikleri de görerek davranacak olursak, önümüzdeki dönem için bu mesele ile ilgili bir somut plan, bir yaklaşım geliştirmek mümkün müdür?
Bu demokrasi için birlik hareketinin aslında temel itici gücü Kürt özgürlük hareketidir, öyle düşünüyorum. Bu iki sebeple böyledir. Birincisi çağrı sahibi onlardır. Fakat bugün aldığı şekil çağrının çıktığı noktadan bence daha olumlu bir yöne evirildi, hat olarak, çizgi olarak. Ancak benim gördüğüm kadarıyla Kürt özgürlük hareketinin de politik aklıyla, harekete geçirdiği kitlenin alışkanlık ve ihtiyaçları arasında bir mesafe var. Dolayısıyla bu çelişki şuna yol açtı, demokrasi için birlik hareketi belki çatı partisi adı altında bir ilgi çekmişti büyük Kürt kitlelerinden. Fakat bu haliyle Kürt kitlelerinin ne işlerine yarayacağını bilemedikleri bir şey haline geldi. Bu durum arayışa verilen önem bakımından hareketin içinden kimi farklı değerlendirmeler olduğunu da düşündürüyor. Bunu çok iyi bilmiyorum ancak netice olarak bunun içerisinde esas olarak Kürt özgürlük hareketinin militan kesimleri tarafından doldurulmadığı sürece bir işe yaramaz. Biz Türkiye solcuları sosyalistleri olarak zaten bir araya çeşitli eksenlerde gelebiliriz ama esas olarak bu, Türkiye’nin temel demokratik gerilimleri üzerine kurulacak olan bir şey ve burada buna en çok ihtiyacı olan kesim bunun içini doldurmazsa bu ölü doğum olur. Şu an bunun ölü doğum olduğunu söyleyemeyiz, hareketin merkezinden böyle bir aygıta ihtiyaç olduğuna dair gelen bilgilerin ve uyarıların sadece retorik olduğunu söyleyemeyiz. Ama benim gördüğüme göre böyle bir güçlüğümüz var. Bunun daha göze görünür hale gelmesi için belki de Türkiye sosyalist hareketinin başka kesimlerinin süreçle yeniden ilgi kurmalarına ihtiyaç olabilir. Sorun o ki, şu anda bu alet o kesimlere o kadar cazip gözükmüyor. Bunun çeşitli farklı faktörleri olabilir. Sadece Kürtlerle bir arada görünmeme kaygısı değildir. Burada olmayan pek çok kesim geçmişte Kürt hareketiyle ittifaklar yaptılar. Haklarını yemeyelim, böyle deyip kurtulamayız. Benim kişisel kanaatim şu, eğer böyle olmuyorsa o zaman pekâlâ şu olabilir. Kürt hareketi ve sosyalist hareketin diğer bileşenleri hep birlikte başka bir ittifak tartışması için yeniden masanın etrafına oturabiliriz. İlla bu alete takılıp kalmamız gerekmiyor. Yani ittifakı nasıl kuracağımızla ilgilidir ve bence bugün Kürt özgürlük hareketiyle yapılacak her türlü ittifakın sosyal karşılığı yoksa bile pratik politik bir anlamı ve en azından demokratik bir karşılığı var. Bu da hiç azımsanacak bir şey değil. Ama az önce konuştuğumuz programatik hedefler açısından bu kadarıyla yetinemeyiz.
– Biz bütün bunları söylerken aslında bu sermayenin iki kutbu arasındaki politik çekişme ve bunun açığa çıkardığı politik yönelimler solu da çeşitli yerlerinden dikey kesiyor. Mesela Kürt sorunu ve bunun çözüm yolları konusunda alınacak tavır bunun bir görüntüsü olarak açığa çıkıyor. Sadece bu da değil başka mevzularda da karşılaşıyoruz bu durumla. Dolayısıyla söz konusu cephenin olası bileşenleri birbirine yakınlaşmaktan çok uzaklaşma, kendi aralarında farklı odaklar oluşturma eğilimindeler.
Çok doğru ama bu tamamen şununla, – burada öyle bir statü üstlenerek konuşacak olursak -enternasyonalist seçeneğin yeterince iddialı ve gösterişli bir biçimde kendisini ortaya koyamamasıyla ilgili. Eğer bugün inisiyatif gösterilebilirse ben sosyalist hareketin içerisinde hakikaten kapitalizme karşı bir dönüşümün, bugünkü devletin ötesine varan bir özgürlük ve kurtuluşun arayışında olanların kendilerine geleceklerini doğrusu ümit ediyorum. Bu etkileri bertaraf edebilmek çok büyük ölçüde işçi hareketinin merkezinde duran yapıların mesafesini nasıl ayarlayacağıyla çok alakalı. O yüzden mesela şimdi Türk-İş içerisinde de tartışmalar önemli. DİSK içersinde benzer bir tartışmanın başlaması, Hak-iş içersinde benzer bir tartışmanın başlaması söz konusu olabilirse, yani burada hakikaten işçi sınıfının örgütleri ve onun etki alanındaki hareketlerin ne kadar bağımsızlaştığı çok önemli olur. Hatta CHP içerisinde bile bir sol kanadın doğması pek çok şeyi rengini değiştirebilir. O yüzden bence şimdiki duruma göre sosyalist hareketin içerisinde meydana gelmiş olan, kendi sağındaki kuvvetlerle ittifaka dayalı arayışlara karşı sistematik bir eleştiriyi sürdürmemiz lazım. Ama hepsinden önemlisi buna görünürlük kazandırmak. Bunun için de, işçi hareketi içersindeki benzer güçlerin gelişmelerine azami ilgiyi göstermek.
Şu an temenniden ileriye gidemediğimin farkındayım ama nihayet aklın gördüğünü söylemek zorundayız.
– Çok teşekkür ediyoruz…