Merkel’in: “Başkalarına tümüyle güvenebileceğimiz zamanlar geride kaldı. Son günlerde bunu daha yakından gördüm. Biz Avrupalılar kendi kaderimizi gerçekten elimize almalıyız.” açıklaması belki de yeni bir tarihsel dönemin başlangıç işaretlerinden birisi olacak ölçüde önemlidir. Bu sözlerin muhatabı elbette İngiltere ve Amerika’dır.
Merkel’in açıklamasını yaklaşan Alman seçimlere bağlamak ne kadar hatalı ise; Amerika’nın Almanya ile ticaretinde büyük açıklar vermesini veya NATO harcamalarını geçiştirmesini Trump’ın kızgınlığına bağlamak da aynı ölçüde hatalıdır. İngiltere’nin AB’den ayrılmasını “Avrupa bürokrasinin kırılması için bir fırsat” olarak gören Trump yönetimi Kıta Avrupası’na özellikle Almanya’ya bir ders vermeye niyetleniyor. II. Dünya Savaşı sonrasında ABD şemsiyesinde büyüyen ve güçlenen bu ülkelerin kendilerini sürekli Amerika’ya borçlu hissetmeleri gerektiğini düşünüyor.
Trump’ın bu düşüncesi aslında yeni de değildir. Benzer bir kriz 1991 Körfez Savaşı faturalarının ödenmesi sırasında da yaşanmıştı. Savaşın faturasını sadece Suudi Arabistan ödemiş, Avrupa ülkeleri böyle bir ödemeden kaçınmıştı. Özellikle Almanya elini hiç cebine atmamıştı. Bu tavır George W. Bush yönetimini çileden çıkartmış; o dönem kulislerde Almanya için “ihanet” suçlamaları çokça tekrarlanmıştı.
Yine bu dönem Japonya da “normal bir ulus olma yoluna” çıkmayı denemişti. Amerika’nın uydusu olmayan, kendi ordusu olan, silahlı güçlerinin kullanımında kendi iradesini kullanabilen bir “normal ulus olma” girişimlerini başlatmıştı. Bu girişimlerin sembolü, yazarları bir eski milletvekili S. Ishihara ve Sonny’in kurucusu A. Morita olan, 1989’da yayınlanan “Hayır Diyebilen Japonya” kitabı olmuştu.
Kapitalist merkezler arasında derin bir çatlağın ilk belirtileri daha bu yıllarda ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunların en önemlileri neoliberalizm politikaları ve Irak’ın işgalidir. Neoliberalizme Japonya ve Kıta Avrupası, özellikle Almanya direnmişti. Irak’ın işgali ise ABD ve Kıta Avrupası’nı güçlü bir şekilde karşı karşıya getirmişti. İşin özünde Almanya, Japonya ve Çin’in Irak ve İran’la yaptıkları enerji anlaşmaları yatıyordu. ABD enerji kaynaklarının kontrolünü bu işgalle ele geçirirken aynı zamanda yükselen rakiplerinin anlaşmalarını da çöpe atmış oluyordu.
Bütün bu çatışmaların altında, o dönemler yoğun bir şekilde tartışılan “iki kapitalizm” gerçeği yatıyordu. Bireysel değerlere dayanan İngiltere ve Amerika’nın temsil ettiği “Anglo-Sakson kapitalizmi” ile daha örgütlü bir yapıya sahip olan Japonya ve Almanya’nın temsil ettiği “toplumsal kapitalizm” arasında çok göze çarpmayan, ancak derinlerden akan bir çatışma vardı. Merkel’in çıkışının böyle bir arka planı vardır. Kapitalist merkezler arasında var olan bu çatlağı neoliberalizm ve küreselleşme parıltılı günlerinde örtmüş olsa da 2008 büyük bunalımı ile çatlak yeniden iyice görünür hale gelmiştir.
Son yirmi beş yılın en genel muhasebesi yapılırsa “Anglo-Sakson kapitalizmi” küreselleşmenin ilk dönemlerinde spekülasyonla büyük karlar elde etmişlerdir. Ancak bu parıltılı günler iki binli yılların başlarında yavaş yavaş sönmeye başlamıştı. ABD’nin ve hemen arkasında paytak gibi duran İngiltere’nin potansiyel rakiplerini engellemek için attıkları her adım onları dibe çekerken, rakiplerin yolunu açtı. Şimdi Amerika büyük borç yığını altında ezilirken, yüksek teknikli üretim alanlarını da rakiplerine hızla kaptırıyor. Küreselleşme ilk döneminde Amerika’nın yıldızını parlatırken, aynı zamanda yaygın ve derin bir çürümenin de yollarını döşüyordu. Derin tahlillere gerek kalmadı. Çılgın CEO maaşlarıyla çürümeye övgü düzen ve dünyanın bir numaralı obez toplumu haline gelen Amerika, sonunda bir Trump’a layık hale geldi.
Örtülü ayrılıkların artık açıkça ortaya konma zamanı geldi. Merkel, Amerika ve İngiltere’yi eleştirdikten sonra Hindistan ve Çin’le görüşüyor. Kıta Avrupası’nı Fransa ile birlikte yürütmeye hazırlanıyor. Öte yandan Putin Macron’u ziyaret etti. 2007 yılında bir Brüksel ziyaretinde “Birlikte iş yapmak için muhatap bulamıyorum.” diyen Putin’in bu kez muhatap bulma olasılığı artıyor.
Çok kutuplu dünya her geçen gün renkleniyor. Hem kendi aralarındaki ilişkiler açısından hem de kendi iç politik renkleri açısından çeşitleniyor. Kapitalist dünyanın böylesine paralize oluşu bir yanıyla yeni felaketlerin habercisidir. Fakat öte yandan “tarihin sonu” yalanının çöküşü, uzun bir aradan sonra insanlığın yeniden doğuşunun habercisidir.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]