15 Temmuz gecesi yaşanan darbe kalkışmasında açığa çıkan bilgiler ordunun komuta kademesinde çok sayıda Fettullahçı subay olduğunu ve bunların kalkışmada önemli roller üstlendiklerini gösteriyor. Bununla birlikte bileşenlerinin bütün nitelikleri henüz tanımlanmış olmasa da ortada farklı kesimleri yan yana getiren bir ittifak zeminin olduğu da aşikar. Meselenin aydınlatılmaya muhtaç pek çok noktası var elbette. Uzun süredir hazırlığı yapılan bir organizasyon ağının -failler teknik takipte olduğu halde- nasıl olup da istihbarata takılmadığı sorusu kafaları meşgul etmeye devam ediyor. Ortaya saçılan bilgi kırıntılarındaki tutarsızlıklar, çelişkiler de cabası. Açık ki kısa sürede kimi sınırlı ve/veya manipülatif bilgiler dışında bütünlüklü net bilgilere ulaşamayacağız. Ancak bu eksiklikler sürecin temel niteliğini ve gelinen aşamada mücadele eksenini tanımlama noktasında önemli bir sorun oluşturmuyor.
Sistemin her tıkanışında ordunun siyasete soyunmasına “alışkın” olan coğrafyamızda bütün demokrasi güçleri amasız, fakatsız darbenin karşısında durmuştur. Şimdi kritik mesele AKP/Saray diktatörlüğünün “demokrasi şöleni” arabasına binilerek İslami faşizm denilebilecek bir sistemin inşa sürecinin bilinçli bilinçsiz bir ittifakı mı olunacağı yoksa emekten, barıştan, özgürlüklerden yana gerçek demokrasi mücadelesinin yürütücülüğüne mi soyunulacağıdır.
Darbe girişimini “halkın ölümüne demokrasiye sahip çıkması” ile yendiği propagandasını mütemadiyen yapan, 15 Temmuz’dan beri kitleleri “demokrasi nöbeti” adı altında her gece sokağa döken Erdoğan birden bire birleştirici bir dil kullanmaya başladı. Muhalefet partilerinden MHP ve CHP’ye gösterdiği muhabbet göz yaşartıcı… Tarihsel bakış açısı olmayan birileri için adeta “demokrat” kesildi. Bu söyleme eşlik eden uygulamalara baktığımızda durumun hiç de öyle olmadığı ayan beyan ortadadır. 81 ilde OHAL uygulamasının hayata geçirilmesi, kanunlara aykırı KHK’lerle ülke yönetme, FETÖ torbasına doldurulmuş 50 binin üzerinde tasfiye, binden fazla gözaltı ve tutuklama, 30 günlük gözaltı süresi, MİT ve Genelkurmay’ın Saray’a bağlanması, onlarca basın-yayın kurumunun kapatılıp gazetecilerin tutuklanması…vb bu uygulamaların ilk etapta hayata geçirilmeye çalışılanları…
Politik arena “Allah’ın lütfu” olan darbenin yarattığı meşruiyetle dümdüz edilmeye çalışılırken özellikle MHP ve CHP’ye dönük bu kadar hayırhah tutumun bir nedeni var elbette. Darbeyi “eniştesinden” öğrenen Erdoğan’ın “güvenecek kimse” sorunu yaşadığı açıktır. Devlet mekanizmasını tamir ederken ittifak güçlerini geliştirmek, kendi konumunu sağlamlaştırmak zorundadır. 7 Haziran sonrası Erdoğan çevresinde toparlanan ve “Kürt Halkına Karşı Savaş”ı önüne koyan koalisyon yıpransa, çeşitli darbeler yese de yeni dönem için göreve hazır ve nazır beklemektedir. Nitekim bir çağrıyla Beştepe’nin yolunu tutan Bahçeli ve Kılıçdaroğlu, Millici ortaklığı tazelemişlerdir. Bahçeli çoktan gönüllüdür bu ortaklığa, CHP ise teslim olmuştur. Devlet partisi refleksi her zaman olduğu gibi hemen kendini ortaya koymuştur. 24 Temmuz’daki Demokrasi ve Cumhuriyet mitingini HDP ve diğer demokrasi güçlerine değil de AKP’ye açık hale getirmesi; Beştepe’de barıştan, çözümden söz etmezken Ergenekon ve Balyoz sanıklarının göreve iadelerini talep etmesi CHP’nin ana yönelimini göstermektedir. Ancak şunu da gözden kaçırmamak gerekir ki, bu millici koalisyonun kendi içindeki çelişkiler ve bölge politikasının yüksek gerilimleri devam ediyor. Bu çelişkiler ve gerilim söz konusu koalisyonu her an felç etme kapasitesine sahiptir. Halk güçlerinin burada oynayacağı rol de kritik önemdedir.
Bizim de siyasal bir öznesi olduğumuz HDK/HDP, darbe gecesi “ama’sız fakat’sız, ilkesel olarak darbeye karşı olduğunu” dile getirdi. Hemen ardından yaptığı açıklamalarla darbeye karşı olmasının AKP’nin İslamcı-faşist uygulamalarına, tek adam diktatörlüğüne karşı verdiği mücadeleden geri durmak anlamına gelmeyeceğinin altını kalın çizgilerle çizdi. “Ne darbe ne tek adam diktatörlüğü” diyerek doğru bir politik perspektif ortaya koydu. Ancak bu perspektifin geniş demokrasi güçleri tarafından sahiplenilmesi; kimi kesimlerin CHP’nin politik etki alanına kaymasının önüne geçilmesi için daha etkin bir siyasi mücadele yürütülmesine ihtiyaç vardır. Kritik tarihsel momentlerde doğru politik çizgiyi ortaya koyabilmek önemlidir. Bu politik çizgiyi geniş kesimlere mal edebilmek için hız, inisiyatif alma ve politik kıvraklık da önemlidir.
Bu süreçte bağımsız sözümüzü söylemekte ve örgütlemekte geç kalmamalıyız. Emekten, barıştan, özgürlüklerden yana gerçek demokratik talepler etrafında bir mücadele hattını hızla örmeliyiz. HDK/HDP’nin demokrasi güçlerinin önünü açma, darbeye ve faşizme karşı halk örgütlülüğünü yükseltme kapasitesi vardır. Bu kapasiteyi açığa çıkarmak hepimizin boynunun borcudur. SODAP olarak bu görevin gereklerini yerine getirmek için mücadeleyi yükselteceğiz. Tüm sol, sosyalist, devrimci, demokrat güçlere çağrımızdır! Gelin Darbeye ve Faşizme Karşı Demokrasi Cephesi etrafında kenetlenelim. Halklarımız için gerçek demokratik bir alternatif inşa edelim!