Korkut Boratav Türkiye’de sosyalist düşüncenin önemli bir ismidir. Ekonomi konusunda yazdıkları bulunmaz bir hazinedir. Yıllar çalışkanlığından ve zihinsel zindeliğinden hiçbir şey eksiltmiyor. Özellikle Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu konjonktürü analiz eden yazıları kaçırılmamalıdır.
Bununla birlikte Boratav, Türkiyeli sosyalistin milliyetçilikle talihsiz imtihanının da bir ifadesidir. Bu yüzden ekonomik alandaki açık görüşlülük politik analizlerde son kertede Kemalizmin soldan yeniden üretilmesi ile sınırlı kalır. AKP faşizminin karanlığında muhakkak ki baş çelişkimiz bu düşüncelerle değil. Ancak bu sol Kemalizm bugün Türkiye’de faşizme karşı demokrasi cephesi oluşumu ile ilgili bir fren mekanizması görüyor. Faşizm ve demokrasi mücadelesi arasındaki saflar son derece netleşmişken ısrarla bir 3. Cephe tanımı geliştirmeye çalışıyor. Direniş cephesini zayıflatırken ister istemez faşizmin manevra alanını genişletiyor.
Hocanın Birleşik Haziran Hareketi’nin Türkiye Meclisi toplantısında gerçekleştirdiği açılış konuşması onun zihinsel dünyasının ikili yapısını bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Bu bakış açısı onun kişisel ideolojik çerçevesi olmaktan ziyade aslında bir kesimin kendisini sıkıştırmaya çalıştığı haznenin sınırlarını da çiziyor. O yüzden kimi başlıklarına değinmek istiyorum.
1. Tez: “Haziran kalkışması işçi sınıfı hareketidir… Yağmacı kapitalizme karşı olgunlaşmış bir sınıf hareketidir”. Bu tezin yanlış olduğunu bildiğimiz halde Gezi Direnişi’ni mitselleştirmeye çalışanlar nedense bu noktada ısrar ediyorlar. Gezi’de birkaç saat geçiren bunun “olgunlaşmış bir işçi sınıfı hareketi” olmadığını anlardı. Bir eyleme katılanların işçi olması onu işçi sınıfının eylemi yapmaz. Gezi, AKP faşizmine karşı işçi sınıfının örgütlenmesi noktasında bir atılım sağladı. Ancak bunun arkası gelmedi. Gezi, işçiler üzerindeki AKP hegemonyasını kıramadı. Zaten Erdoğan bu sayede durumunu konsolide edebildi. Bu gerçek görülmeden, yani işçi sınıfı üzerindeki AKP hegemonyası tespit edilmeden ve bunun kırılma yolları açılmadan Türkiye’de bir sosyalist kabarış imkansızdır.
2. Tez: “O hareket aynı zamanda gericiliğe karşı bir harekettir… İçinde aydınlanmayı barındırır… Aydınlanmacılık laikliktir, Orta Çağ döneminin tüm öğelerine, kurumlarına karşı köktenci reddiyedir… Dolayısıyla Osmanlının tüm kurum ve mirasının aynı şekilde ret edilmesi gerekir”. Gezi’nin temel derdi özgürlüktü ve aslında toplumun farklı ezilen öbeklerinin yeni bir ortak yaşam manifestosu arayışıydı. Gücü tam da klasik laiklik/gericilik saflaşmasını boşa düşürecek potansiyeli ortaya koymasından kaynaklanıyordu. Erdoğan’ın baskıcı yaklaşımına karşıydı ama Miraç Gecesi içki tüketmeyecek kadar da dindardı, ya da “kamusal alanda” Cuma namazı kılanların etrafında güvenlik zinciri oluşturacak kadar da “geleneklere ve dine saygılıydı”. Hazirancılar, kendi militan laiklik anlayışlarını Gezi’ye giydirmeye çalışıyorlar ama elbise uymuyor. Kürt meselesi konusunda ısrarla 3. taraf olmaya çalışanlar laiklik meselesinde aslında İslamcıların ezberini bozan ve bu yüzden de son derece etkili olan bir demokratik laiklik tutumunu itibarsızlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. “Osmanlı mirasının reddedilmesi” vs. gibi söylemlerle Gezi’nin ne alakası vardır? AKP’nin inşaatçı kafası Osmanlı’dan kalan bir tarihi eseri rant hırsıyla yağmalamaya kalksa karşısında yine Gezi ruhunu bulacaktır. Esas olan içinden çıkılması sosyolojik olarak imkansız olan mirasları reddetmek değil onların içinde ezilenlerin mücadelesini güçlendirecek yönleri bulup öne çıkarmak ve egemen anlatının karşısına dikmektir. Kıvılcımlı’nın “Osmanlı Tarihinin Maddesi”’nde yapmaya çalıştığı gibi.
3. Tez: “Haziran kalkışması Türkiye toplumunun geleceğini güvence altına alan bir ittifakı da fiilen hayata geçirdi. Bu ittifakın bir kanadı Cumhuriyetçiliktir. Bazı arızalarından arındırılmış bir Cumhuriyetçiliktir. Özünde var olan demokratik özelliğini yeniden keşfetti. Öbür kanadı ise Kürt Hareketi’nin anti-faşist özlemleri ile aydınlanmacı değerlerle birleşmesidir. Bu ittifak 7 Haziran’da …gerici iktidarın iktidar kapısını kapatan sürgü oldu.” Haziran kürsüsünden HDP’nin 7 Haziran zaferinin selamlanması kayda değer bir gelişme. Tabii HDP’nin adı hiç geçirilmeden, Haziran tarafından o dönemde sergilenen “değerli tarafsızlık” tavrı mercek altına alınmadan. HDP’nin kaynaklarından birinin Gezi olduğunun da üstü kapalı bir onaylanması. Olsun, tespitin genel hatları ile doğru olduğunu görmek gerekiyor. Gezi’nin etkisiyle Kemalizm’in hegemonyasından uzaklaşan kesimlerin yaklaşan AKP faşizmi tehlikesine karşı Kürt Özgürlük Hareketi ile ittifak zeminine gelmesi önemli bir dinamikti. Kemalizm’in 1921 Anayasası çizgisine çekilmesi olarak da okunabilir bu tavır. Sistemde bomba etkisi yaratan, düzen güçlerini 7 Haziran sonrası bir “koruma paktı” ekseninde aynı safa dizen gelişme de buradan kaynaklandı. Boratav, bu ittifaka bu kadar anlam biçiyorsa şu anda da bu ittifak zemininin korunması ve büyütülmesi için çaba harcamalı değil mi? Örneğin demokrasi cephesi çağrısını büyütmek için Rıza Türmen’lerin yanında olmalı mesela? Ama hayır, 4. Tez’de Boratav bu ittifakın dağılma sebebini kendince ortaya koyuyor ve kısa vadede bu ittifakın mümkün olamayacağını çağrıştıran bir yeni yön çiziyor.
4. Tez: “Bu noktada 7 Haziran’ı 1 Kasım’a dönüştüren samimi bir değerlendirme yapmamız lazım. Yani Erdoğan seçeneğini kolaylaştıran Kürt Hareketi’nin özyönetim ve silahlı seçenek tercih edilmeseydi bugün bazı şeyler farklı olurdu. İbre 7 Haziran’da oluşan ittifakın lehine seyrederken Suruç kıyımından sonra sözünü ettiğim sert dönüşümle hava aleyhimize döndü”. Demek ki 7 Haziran ittifakının çökmesi (ki Haziran Hareketi o ittifakın içinde değildi ) Kürt Hareketi’nin savaş tercihi dolayısıyla gerçekleşmiş. Bu okuma biraz da AKP hegemonyasının bir uzantısı olarak sol içinde de yanlış okumalara ve bilinçlere yol veriyor. Oysa savaşı tercih eden ve dayatan devletti. Davutoğlu, Ekim 2014 Kobane direnişi sonrasında sürecin bitirilmesine karar verildiğini söylemişti. 10,5 saatlik MGK toplantısında bu karar verilmiş, emniyet ve ordu içerisinde gerekli düzenlemeler ve hazırlıklar yapılmış, Çöktürme Planı yazılmıştı. Devlet süreç içerisinde kaybettiği mevzileri savaşarak kazanmaya kesin karar vermişti. Boratav’ın yukarıda bahsettiği Cumhuriyetçi Batı kanadı savaşa barış talepli güçlü bir yanıt üretemedi ve hızla paralize oldu. Barış mücadelesi savaşı engelleyemeyince yaşananlar ortada. Savaşı Kürt hareketine fatura etmek gerçekliği bozuyor ve barış cephesini baskı altına alıyor, manevra alanını daraltıyor, sivil katliamlarını, kentlerin yıkılmasını normalize ediyor.
5. Tez: “İşçi sınıfını İslami faşizmin ideolojik karanlığında boğma operasyonuna karşı durulmalı. Aydınlanmanın dalgası işçi sınıfına hakim olmadan Türkiye’de sosyalizmin ve işçi sınıfı mücadelesinin gelişmesi mümkün değildir”. Burada da Türkiye solunun sık sık sergilediği bir tür konformizmin tezahürü bir tutumla karşı karşıyayız. Saray diktasının ve/veya militarist restorasyonun sınırına varmışken, bu gidişe dur diyebilecek en geniş birliği önermek yerine işçi sınıfı içerisinde laiklik çalışması önermek, orta/uzun vadeli hedefleri kısa vadeli/acil/zahmetli görevlere ikame etme hatasının güncel bir örneği olarak okunabilir. Sınıf içerisinde ekonomist/sendikal çalışma alanları dahi son derece daralmışken laiklik çalışması yapılabileceğini ummak en zarif anlamıyla naifliktir, hakkında konuştuğu maddeden kopukluk ifadesidir. Barış, demokratik laiklik ve güvenceli yaşam taleplerinin kaderlerinin ortak olduğunu, ya hepsinin kazanılacağını ya da tümünün kaybedileceğini ısrarla vurgulamamız bundandır.
Sonuç olarak devletin içinin fokur fokur kaynadığı olağanüstü günlerden geçiyoruz. Ankara’dan çıkan “Doğu” otobüslerinin taranması meselesi iç savaş meraklılarının devlet içinde de güçlü bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Ülke çok büyük bir hızla türbülansa girerken hem kendimizi sağlamlaştırmak hem de ittifakları genişletebilmek çok önemli. İstanbul’da yapılan Demokrasi Meclisi çağrısını da bu çerçevede özenle ele almak ve itinayla süreci örmek gerekiyor.
Bitirirken toplumun yüz aklarından Şebnem Korur Fincancı’nın cezaevi günlüğünden kulaklara küpe olması gereken bir alıntı: “Mücadele candır, can suyudur insan için… Tümüyle kendim için buradayım ben. Aynada suretime bakma cesaretini yitirmemek için, kendimle barışık yaşamıma devam edebilmek için hem de… Yoksa ahlaksız ve vicdansız bir insan olarak yaşamaya tahammül edemezdim… Dostlar hiç üzülmemeli o nedenle ben, cezaevinde olmaktan onur duyarım bu dönemde… İnadına gülmek, inadına iyi olmak gerek!”
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]