Çok önemli olayları, muazzam bir hızla sol içi bir tartışmanın nesnesi haline getirip bir süre sonra tartışmanın kendisine ve taraflarına “olay”ı gerçekten anlamak için harcanan çabanın çok daha büyüğünü seferber etmek gibi anlamsız bir temayül geliştirdik. Tartışma ekseninde hızla saflaşmak ve klişelerle birbirine sataşmak, laf dalaşı yapmak içinden geçtiğimiz şu olağanüstü karmaşık dönemi anlamlandırmak için seçilebilecek en iyi metot değil.
İran’daki halk hareketleri konusunda da böyle oldu. Meşhed kentinde Cuma günü başlayan olaylar hafta sonu itibariyle Türkiye’de de solun içinde önemli bir yarılmayı tetiklemiş haldeydi. Takip edebildiğim kadarıyla bu tarz bir saflaşmanın izdüşümü Batılı sosyalistler arasında da ortaya çıkmış. “Anti-emperyalist solcular” ile Antifa benzeri “ilerlemeci solcular” meseleye farklı açılardan yaklaşıyorlar.
İran’da yaşananın, Türkiye’de 1980’lerde yaşanan cinsten bir banker skandalına öfke ile tetiklendiği anlaşılıyor. İran toplumu yıllardır ağır koşullarla karşı karşıya. Devlet, birkaç cephede gayri resmi savaş yürütüyor. İran’ın bölgede etkinliğini giderek arttırmasının kısa vadede ekonomik bir getirisi olmadığı gibi topluma ayrılması gereken bir takım fonları da yutuyor olduğu gerçeği isyanda ortaya çıkan sloganlarda da takip edilebiliyor. Dün gece itibariyle ölü sayısında hızlı bir artış yaşandı ve şu an itibariyle 20’yi geçmiş durumda. İslami rejimin sinir uçlarına dokunacak kimi yönelimler kendisini ortaya koydukça olaylar daha çatışmacı bir safhaya geçebilir. Fakat bütün isyanların olduğu gibi İran’da yaşananların da kendisine özgü bir kimyası var. Bunu anlamaya çalışmadan ezbere yorumlarla meseleye yaklaşmaya çalışmak iki bakış açısından da sorunlu yaklaşımlara yol açabiliyor.
Devlet denen “şey”in varlığı toplum içerisindeki çelişkileri yönetilebilir ve sürdürülebilir bir seviyede tutmaya hizmet eder. Sosyalistler ezilen sınıfların herhangi bir devlete karşı isyanının meşruiyetini sorgulayamaz. Devlet hâlihazırda ezilenlerin ezilme ilişkisine katlanmasının aracıdır. Her devletin bu kapasitesini kaybettiği momentlerle karşılaşması kaçınılmazdır, böylesi anlarda toplum yerkabuğunda kendisine bir yol bulmuş magma gibi patlar. Devletler bu tarz durumlarla başa çıkmak için de önemli bir tarihsel birikime ve deneyime sahiptir. Aynı şekilde her isyanın içinde farklı toplumsal aktörler devinir. Sivil toplum içinden patlak veren istikrarsızlaştırıcı enerji, birçok siyasal toplum öğesini etkin bir rol oynayabilmek adına siyaset ve isyan sahnesine çeker. İsyanın patlaması nasıl meşruysa bu anlamda nereye evrileceği ve nasıl politik sonuçlar üreteceği tamamen isyanın içinde devinen, rekabet eden ve karşı karşıya gelen politik aktörlerin etkileşimlerinin sonucunda ortaya çıkacaktır. Sosyalistler açısından isyanın meşruiyeti sorgulanamaz ancak politik sonuçlarının ne olacağı konusunda da ilk günden güvence vermek imkânsızdır. Sosyalistler isyanla temas eder, ezilen sınıfların gerçek bir politik özerklik elde edebilecekleri, sömürü ilişkilerini hırpalayacakları bir sonucun ortaya çıkması için ter döker, mücadele eder. Dolayısıyla bir isyanın meşruiyetini sorgulamak da sonucunun muhakkak “iyi” olacağını öngörmek de yanlıştır. 21. yüzyıl isyanları bizleri bu konuda yeterince bilgilendirdi. Arap Baharı isyanlarını ilk günden itibaren ABD oyunu olarak gören “anti-emperyalistler”den olmadığımız gibi Ukrayna’da bir isyanın sonucunda ortaya çıktı diye bir faşist rejimi takdis etmedik. İsyanların sonucunu politik aktörlerin müdahalelerinin belirleyeceği bir dengesizlik durumu yaratıyor. Her şeyin eskisinden daha kötü olacağı bir restorasyon da muazzam bir özgürleşme olanağının yaratılması, ezilenleri sarmalayan köleleştirme zincirlerinin parçalanması da mümkün. Önemli olan istediğimiz seçeneğin gerçekleşmesi için elimizde masaya sürebilecek neyin olduğu.
İran’daki isyanın Trump’ı ve Suudileri ne kadar heyecanlandırdığı ortada. İran sokaklarına müdahale etmek için ellerinden gelen ne varsa yapmaya çalışacakları da açık. Bu durumu görmemek, bununla ilgili uyarılar yapıldığında burun kıvırmak, “anti-emperyalist softalıktan” bahsetmek en az ilk günden “İran devletinin yanında oluruz” yaklaşımı kadar absürt. İran’ın Suriye olamayacağı rahatlıkla öngörülebilir, ancak İran’ı Suriyelileştirmek için azımsanmayacak miktarda gücün seferber edileceğini görmemek için de kör olmak gerekmiyor mu?
ABD emperyalizmine duyulan öfkeyle ABD karşısında yükselen güçlere sempati duymak, Çin ve Rusya’nın “iyiliği” üzerine methiyeler döşenmek ne kadar saçmaysa ABD-İsrail-Körfez monarşileri bloğunun dehşet senaryolarını önemsememek, bu blokla yakınlaşma olasılıkları üzerine kafa yormak da en az o kadar dehşet verici. Film izlerken, kitap okurken kendisine özdeşleşebileceği iyi bir kahraman bulamayınca canı sıkılanlar gibi yaşanan çatışmalarda güçlerden birisine illa “iyilik” atfetmek, şu ya da devletin yanında saf tutmak zorunda mıyız? Ezilenlerin bağımsız aklı, devletlerin hesaplaşmasının kendisi için yaratacağı olanakları okur, bunların yarattığı gerilimleri yöneterek kendisine alanlar açmaya çalışır. Ancak bu saflaşmalarda kendisine bir saf belirlemek ezilenlerin bağımsız aklının ortaya çıkmasını olanaksız hale getiriyor. 21. yüzyılın büyük isyan dalgalarının şimdilik öfke boşalması dışında bir sonuç yaratamamasının en temel sebebini burada aramak zorundayız. Ekim Devrimi, 100 yıl öncesinden bir çığlık olarak bu gerçeği haykırmaya devam ediyor. Etkin bir öncü gücü ve bağımsız aklı olmayan ezilenlerin hiçbir derdi sadece isyanla giderilemiyor.
İran’daki isyan, küresel kapitalizmin yarattığı yönetilmesi zor çelişkilerin yeni bir ifadesidir. İsyan, ezilenlerin sözünü söyleme, sesini duyurma, yaşadıklarını değiştirme ısrarının tezahürüdür. Saray rejiminden gelen “sükunet” çağrıları biraz da “bu anlatılan senin hikayendir” sözünü hatırlatıyor, halkın olası bir isyanından duyulan tedirginliği yansıtıyor. Sosyalistler olarak; isyanı anlamalı, öğrenmeli, temas kurmalı, emperyalizmin oyuncağı aktörlerin etkinlik kazanmasına karşı, İran ezilenlerinin gerçek sesi aktörlerin elinin güçlenmesi için yapabileceklerimiz üzerine kafa yormalı, girişimlerde bulunmalıyız. Koca bir isyanı skolastik bir tartışmaya dönüştürüp birbirimizin kafasını gözünü patlatmaktan daha hayırlı bir iş yapmış oluruz.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]