Avrupa Finansının Oyunu
Ayşe TANSEVER
29 Kasım 2010
Avrupa Topluluğu oldukça karışık durumda. Euro, her gün bir iniyor bir çıkıyor. “Ekonomiler istikrarsızlık içinde” deniyor. “Şu ülke battı, bu ülke zor durumda” deniyor. Bunlar bir şekilde gerçekliktir ama bunların arkasında da topluluğun en tepesinden oynanan bir oyun vardır.
Yunanistan ekonomisinin kötülüğünün ortaya çıktığı günleri hatırlayalım. Papandreau “kötü değiliz, kendi yağımızla kavruluruz” diyordu. “IMF ile masaya oturmayacağım” diyordu. “Ülkemi satmam” diyordu. Sonra ne oldu? AB yetkilileri, AB merkez bankası ve IMF zoruna dayanamadı, masaya oturdu ve ipleri onların eline verdi.
Ayni şey İrlanda’nın başına geldi. İrlanda “benim sadece bankacılık sistemim sorunlu” dedi. “Gerek yok, ben kendi yağımla kavrulurum” dedi. Baskı yaptılar. Hayır, mutlaka borç alacaksın dediler. Kurtarılmalısın dediler. İrlanda iktidarı önce hayır dedi ama sonunda bu yazıyı kaleme aldığımız gün 113 milyar dolarlık borç almak için imza attı.
Neler oluyor? Neden ilk önce “hayır” deniyor. Neden zor durumdaki hiçbir topluluk üyesi, önce “kurtarılmaya” direniyor ama sonunda masaya oturmaktan başka çare görmüyor? Çünkü merkezler zorluyorlar. “Mutlaka borç alıp bütçe açığını kapatmalı ve topluluk istikrarını bozmamalısın. Sağlam durmalıyız” diye bastırıyorlar. “Güven vermeliyiz” diyorlar. Ama bunların arkasında yürüyen başka bir süreç var.
Şimdi Portekiz aynı durumdadır. O da direniyor, aynı Yunanistan ve İrlanda gibi. Arkasından İspanya gelecek deniyor. Belki sonra İtalya gelecektir. İspanya kızıyor. Portekiz ile birlikte liderleri “bize baskı yapılıyor” diye bağırıyorlar. Arkasından hemen Almanya hükümet başkanı Angela Merkel konuşuyor. “Baskı yapmıyoruz!” Oysa bal gibi baskı yapıyorlar. Tek tek ülkelerin iplerinin denetimlerinin yavaş yavaş AB merkezi Almanya’ya ve AB merkez bankasına verilmesi en tepedeki finans çevrelerinin çıkarlarının korunması için gereklidir.
Portekiz hükümeti kendi olanaklarıyla ve kendilerinin uygulayacağı politikalarla ekonomiyi düzlüğe çıkaracaklarını iddia ediyor. Sen misin diyen. Hemen baskılar başlıyor. Finans kurumları güvenilirlik raporları açıklıyor. Bir bakıyoruz bütün güvenilirlik verileri düşmüş. Tabi o ülke, yabancı bankalardan kredi bulmakta zorlanır hale geliyor. Ekonomi kötüleşiyor. Belki bu veriler o ara yayınlanmasa işler bu kadar kötü olmayacak. AB merkez ülkelerinin dayattığı gizli ekonomik zora boyun eğmeye, masaya oturmaya doğru adım atılıyor.
Bu belirsizlik ve güvensizlik içinde bütçe açığı için gerekli borç para bulmak zorlaşıyor. İktidarlar para bulabilmek için devlet tahvillerine verdikleri faiz oranlarını yükseltiyorlar. Yunanistan ve İrlanda’da da görüldüğü gibi şimdi de Portekiz ve İspanya’nın tahvil getirileri yükselmiş. Örneğin Portekiz %7.05 verirken İspanya % 5,2 veriyor. Almanya ile karşılaştırılıyor. Onun tahvillere verdiği faiz ise %2,7. Yani Almanya güvenilir. “Devlet tahvillerine verdiğin faizin yüksekliği güçsüzlüğünün işareti” deniyor ve baskı artıyor. Masa işaret ediliyor. “Teslimiyet bayrağını çek” deniyor
Arada başka tehditler de yapılıyor. “Önlem alınmazsa her ülke eski para birimine döner.” “ Euro son bulur.” “Topluluk 3 parçaya bölünür” deniyor. “Merkez güçlü ülkeler, orta güçte olanlar, eski Doğu Avrupa ülkeleri ve küçükler olarak parçalanıyor” deniyor. Bir korku salınıyor. Piyasalar çalkalanıyor. Güvensizlik nedeniyle para kaçıyor. Söz konusu ülkeler top ateşi altında teslimiyet masasına yönleniyorlar. Yani sırf tek tek ülke olarak değil, topluluğun parçalanma tehdidi ile de sorumluluk payı arttırılıyor. Masa işaret ediliyor.
AB içindeki oyunun nedeni açıktır. Uzun yıllardır hala bütçesi fazlalık veren Almanya gibi topluluğun güçlü ülkeleri, diğer topluluk üyelerini baskı altına alıyor. İflas açıklayan ülkeler, özünde merkezi bir gücün güdümüne giriyorlar. Yani, AB içinde bir sürecin sonuna doğru geliniyor gibidir. Topluluk içinde merkezleşme, kutuplaşma bir tepe noktasına doğru tırmanıyor. Sonuçta kapitalizmin kuralı olan tekelleşme, onun çıkarları doğrultusuna girme ve yönetilme sürecine hızla kayılıyor. Basınla, sözle, banka ile böyle oyunlar oynayarak AB’nin en büyükleri daha küçükleri daha fazla güdümlerine almak için savaş veriyorlar. En tepedeki finans-kapital güçleri yaşanan ve yaşanmakta olan finans krizini kendi güçlerine güç katmak için kullanıyorlar. Nasıl bizde ve güney Asya ülkelerinde bir gecede milyarlar kaçırarak ekonomiyi ele geçirdilerse, AB içinde de kendilerinden küçükleri denetim almak için böyle bir oyunu sahneliyorlar.
Bu iktidarlar için iki yol vardır. Ya merkezin baskılara boyun eğecek, masaya oturacaklar ya da yükselen halk muhalefetine boyun eğip istifa edecekler. Aynı İrlanda iktidar partisinin yaptığı gibi seçimlere gidilecek: “Ben yapamıyorum yapacağım diyen ortaya çıksın” diyecekler. AB merkezi bunu dayatıyor. Sarkozy gibi olmayı gösteriyor, dayatıyor. İktidarların halklarını arkalarına alarak merkeze karşı direnmelerine açık kapı bırakmıyor. Bu tür hileli yönlendirmelerle böyle bir olasılık ellerinden alınıyor.
Peki, bu durumda ne olacaktır?
Onun senaryosu da hazırdır. Yeni seçilecek hükümetler de alınan kararlardan geri adım atmayacak, atamayacaklardır. Seçilinceye kadar bol keseden vaatler verilse bile sonrasında “elimiz kolumuz bağlı” denilerek suç önceki iktidara atılacaktır. Kemer sıkmalar uygulanacaktır.
Avrupa finans kapital çevrelerinin sahnelemeye çalıştığı oyunun senaryosu budur. Yükselen halk öfkesi karşısında geri adım atmak yoktur. Bu yollar tıkanıyor. Yunanistan gibi İrlanda gibi her biri ülke denetimlerini AB merkezine devretmek, ülke çıkarlarını merkezin çıkarlarına tabi kılmak zorundadır. AB topluluğu bu demektir. Topluluk içinde bir süreç tamamlanıyor. Finans kapital güçleri arasındaki demokratik bir yapıdan en güçlülerin çıkarlarının dayatıldığı bir yapıya geçiliyor. İpler onların eline veriliyor.
Avrupa halkları ne yapacaktır? Muhalefet partilerinin iktidara taşınması bir çözüm değildir, çünkü onlar da parlamentolar içinde reformlara oy veriyor. Yeni yalanlar söylenmeye başlanacak. Halklar yine bu eski partilerin yalanlarına inanacak mı? Halklar kendi partilerini yaratacak mı? Halklar bu zorlu sürecin peşinden gitmezlerse yaşam koşullarının kötüleşmesinden başka yol yoktur. Bunun için de direnmek, ellerindeki gücü sonuna kadar kullanmak zorundadırlar. Şimdilik bu doğrultuda ufak çaplı kıpırdanmalar vardır. Grevler ve öğrenci olayları bunların başlangıcı gibi gözüküyor. Devamını ve sürekliliğini dileyelim. Bu süreç yeni bir düzenin umutlarını da içinde barındırıyor. Ummaya devam edelim.