3. Cephe İçin BOYKOT!
M. Sinan MERT
19 Temmuz 2010
Referandumun sol içinde bir tartışma meselesi haline dönüşeceği belirginleşti. Aslında herkes genel olarak solun geleceğine dair beklentilerine ve kendi pozisyonuna göre bir söylem geliştiriyor ve tercihte bulunuyor.
Aslında tartışmanın cevap aradığı temel soru şu: Ülke siyasetinde belirleyici olan hegemonik egemen sınıf kutuplarına göre nasıl pozisyon almalıyız? Ülkenin temel sorununu vesayet rejimi olarak gören sivil toplumcu, liberal sol AKP’nin iktidarını genişletmesini bir normalleşme, dolayısıyla da demokratikleşme olarak görme eğiliminde. AKP’nin iktidar alanının büyütülmesi “12 Eylül rejiminin” küçültülmesi olarak yorumlanıyor. Dolayısıyla örneğin Ahmet İnsel solun CHP’nin ya da BDP’nin peşine takılmamasını ama AKP’nin peşine takılmasını doğru tercih olarak değerlendiriyor. “Referandumu AKP’nin güvenoyuna dönüştürmek, solun kendine kurulan tuzağa kendinin atılması demek olacaktır. Bu oyunu bozmak bugün BDP’nin peşinden boykotçu olan ya da CHP’nin peşinden hayırcı olan Türkiye sollarından ziyade, değişimcilik tekelini AKP’nin eline bırakmama uğraşı verebilecek özgürlükçü, demokrat solun sırtında duruyor.” (Radikal 2, 18 Temmuz) Buradaki kelime oyunları oldukça çarpıcı. Hayırcılık ve boykotçuluk birilerinin peşine takılma olarak kodlanırken, evetçiliğin bir kuyruğa takılma olarak değil de yaratıcı taktik olarak kutsanması ne kadar inandırıcı bunun değerlendirmesini hep beraber yapalım. Bu bakışlarda egemen sınıfı görmeme hali tamamen baskındır. AKP hiçbir sınıfsal aidiyeti olmayan bir muhafazakâr reformcu güç olarak görünmekte, dolayısıyla sola da bu reformculuktan daha ileri bir reformcu pozisyon önerilmektedir. Reformlar için mücadele ile aramıza kategorik bir ayrım çizgisi yerleştirmiyoruz fakat sınıf meselesini, zengin/yoksul gerilimini kendine temel hiza olarak almayan bir reformculuk kendisini TÜSİAD çizgisinden hiçbir şekilde ayıramaz. Zaten biraz dikkatli bakılırsa muhafazakar olmayan bir reformculuk bu kesimler için en iyi seçenek gibi görünmektedir. Süleyman Çelebi ile Ümit Boyner’in işbirliği görüntüleri bu tespiti doğrular görünmektedir. Muktedirlerle bu kadar samimiyet bizim nezdimizde hiçbir şekilde solculuk olarak nitelenemez. Zenginliğe kızmayan, zenginlerle arasına sınır çekmeyen bir hattın kendi dönüştürücü enerjisi ile buluşması olanak dışıdır.
Hayırcılığın da açıkçası bu yaklaşımın bir simetriği gibi gözüktüğünü söylemek gerekiyor. Bu yaklaşımda da bu sefer AKP dışında bir kötülük odağı görmeme gibi bir zafiyet var. Doğrudur AKP 9 yıldır iktidardadır ve emekçilerin aleyhine bir sürü işin altında imzası bulunmaktadır. Doğrudur AKP’nin yeni bir tek başına iktidarının sınıf için çok daha yıkıcı sonuçları olacağı ortadadır. Fakat “hayırcılık” gibi patenti CHP’nin eline geçen çizgide sol kendi bağımsız hattını yaratma görevinin altından nasıl kalkacak? ÖDP Kürtlerle yapılan birlikteliklerde solun kendi rengini vermekte zorlandığını haklı olarak her platformda tespit ediyor. Buna karşılık hayırcılık ile aynı zemine inilen CHP rengi ile nasıl başa çıkılacak? Kılıçdaroğlu “rüzgâr”ı –çoktan hafif bir esintiye dönüştü bile- dev-yolcuların CHP’ciliğini biraz tetikleyecek gibi görünüyor. “Kürtlerin peşine takılmakta” fazlaca hassasiyet gösterenlerin ulusalcı zeminle flörtten rahatsızlık duymaması solumuzun bu konjonktürdeki en büyük zafiyeti olarak tespit edilmeli.
Maddeler üzerinden yapılacak bir tartışmanın, referandumda alınan pozisyonun propaganda ve ajitasyonunda anlamı vardır fakat bir politik öznenin böylesi bir momentte paketin içeriğine göre tutum alması apolitizmdir. AKP’nin meselenin özünü tartıştırmama taktiğine yenik düşmek anlamına gelir. Aynı şekilde “boykot edersek evet çıkma olasılığı artar” gerekçesi de bu apolitizmin hayırcı argümanıdır.
Temel meselemiz solun ve Kürtlerin kendi bağımsız pozisyonunu yaratması ise önemli olan referandum sürecinin bu hedefe uygun olarak değerlendirilmesidir. Referandumun sonuçları bizler için şu aşamada çok da önemli değildir. Düzenin renginde hiçbir temelli değişim içermeyen böylesi bir paket için kendi temel görevimizi görmezden gelmek ve bir hegemonik egemen kutba angaje olmak yanlıştır. Devrimci dinamiğin kendisini bir seçenek olarak yapılandıramadığı koşullarda kimin iktidarda olduğunun, düzenin egemenlik aygıtlarının kimin elinde olduğunun bizleri esasen çok da ilgilendirmeyeceğini açıkça ifade edebiliriz.
Boykot taktiğini kimsenin peşine takılmak için değil ama devrimci seçeneği yaratmak ve güçlerimizi konsolide etmek için en uygun yaklaşım olarak gördüğümüz için benimsemeliyiz. Yeni bir anayasa talep edebilmek için de bugün alınacak en uygun pozisyon boykotçuluktur. Dost bir eğilimin de dillendirdiği “sermayeyle savaş, Kürtlerle barış” hattını büyütmek için de boykotçuluk en iyi pozisyondur.
Uzun sözün kısası kolları sıvayalım, kendi işimize bakalım!