“Kürt Açılımı”nda Gelinen Nokta: “ÖZEL ORDU”
Mehmet YILMAZER
18 Temmuz 2010
Kürt Halkının “açılım”dan büyük bir düş kırıklığına uğradığı yeterince açıktır. Ancak düş kırıklığına uğrayan sadece Kürtler değildir, hükümet de büyük bir düş kırıklığına uğramıştır. Elbette çok farklı yönlerden. Açılımın yarattığı tek somut sonuç: özel ordu hazırlıklarıdır, gerisi sadece boş laftan ibarettir.
Süreç neden böylesine dramatik şekilde tıkandı? Hareket noktası tümüyle hatalı olduğu için! Abdullah Gül’ün “iyi şeyler olacak” sözleri hatırlansın. ABD ve Irak yönetimiyle ve Barzani ile yoğun temasların yapıldığı günlerdi. Türkiye bölgede yeni bir role hazırlanıyordu. Bu kapsamda Türk devletine PKK’nin tasfiye edilmesi yönünde kapalı kapılar arkasında sözler verilmiş, ancak Ankara’nın da içeride adımlar atması planlanmıştı. Fakat Ankara’nın içeride Kürt açılımı adına atacağı somut bir adım-köy isimlerinin değiştirilmesi hariç-yoktu. Açılım süreç içinde ilerleyecekti!! Daha doğrusu hükümete verilen sözler doğrultusunda PKK’nin tasfiyesi yönünde somut gelişmeler oldukça, Ankara da bazı adımları atmak için cesaret ve gerekçe kazanmış olacaktı. Hükümetin düş kırıklığı tam da bu noktada yaşanmıştır. Kandil’in tasfiyesi yolunda hiçbir somut adım gelmediği için, açılım boş sözlere dönüştü ve bumerang gibi tersine dönerek AKP iktidarını vurmaya başladı. “İyi şeyler”in hayalini kuranlar, yeni bir kâbusla uyandılar.
PKK, kendine yönelmiş açılım adı altındaki bu tasfiye planına çatışmaları yükselterek cevap vermeye başlayınca, sanki zaman geriye 90’lı yılların başlarına döndü. Bundan sonra ne olacak? Yeniden eskiye dönüş yaşanırsa iki gelişme kaçınılmazdır. İlki, Kürt Federe yönetimiyle ilişkilerde bir eskiye dönüş yaşanabilir. Genelkurmay başkanının Barzani yönetimini kast ederek “sözün bittiği yerdeyiz” demesi bunun bir işaretidir. İkinci geriye dönüş, 90’lı yılların “topyekün savaş” havasının yeniden hortlamasıdır. Özel ordu ve diğer savaş hazırlıkları da bu yönde işaretler veriyor.
Ancak köprülerin altından çok sular aktı, dünya, bölge ve hatta Türkiye’de önemli değişimler yaşandı. Tam bir eskiye dönüş imkânsızdır. Fakat yaşanan süreç bazı gerçekleri gün yüzüne çıkartmıştır.
“Kürt açılımı,” Türk devletinin kendi inisiyatifiyle atılan bir adım değil, bölge pazarlıklarına bağlı atılan bir adımdır. Bölgeden (yani Amerika’dan) beklenen karşılık gelmeyince açılım, “analar daha fazla ağlamasın” ağıtına dönüşmüştür.
Diğeri bilinen, ancak çok önemli bir gerçekliktir. Sözlere inanacak olsak, Türkiye bölgede “lider ülke” olma yolundadır, krize rağmen ekonomide işler yolundadır, başbakanın sık sık vurguladığı gibi uzun zamandır siyasal istikrar vardır. O zaman, kangrenleşen Kürt sorununda adım atmak için bu cesaretsizlik ve kısırlık neden? Tarihi devlet vesayetinde palazlanmaktan ibaret olan Türk burjuvazisinin reform yeteneği yoktur. Son yirmi yıldır palazlanan İslam sermayesi de aynı hastalıktan inmelidir. Bu topraklarda reformlar hep dışarıdan dayatılmıştır. Son yıllarda siyasal İslam ile ordu arasındaki bilek güreşinden, Türk burjuvazisinin sınıf bilincinin kişilik kazanması yönünde erken sonuç çıkartan liberallerin beklentilerinin tersine, tabloda belirgin bir değişim yoktur.
Öte yandan, Kürt sorunu konusunda kendi iradesiyle adım atamayan Türk devleti, demek ki, söylendiği gibi güçlü ve lider ülke değil, tam tersine keskin dengelerin üstünde duran, kaderi bölgedeki büyük güçlere aşırıca bağlı, kırılgan bir ülkedir.
Sonuç olarak, 90’lı yılların havasına dönme olasılığı çok zayıftır. Fakat savaş derinleşirse, Türk devleti bu sürecin sonunda, tasfiye etmeyi amaçladığı PKK ile kendini pazarlık masasında bulabilir. Bu savaştan da, bütün alınacak “yeni” tedbirlere rağmen sonuç alma şansı çok zayıf olduğu için başka bir yolu kalmayacaktır. Savaş, Kürt Hareketinin tasfiyesi sonucunu doğurmayacak fakat kafalardaki çok büyük bir engelin kırılması sonucunu yaratabilir. “PKK ile pazarlık yapılamaz” tabusunun kaderi yakın gelecekteki gelişmelerin sonucuna bağlıdır.