Yeni Bir Dönemin Ayak Sesleri mi?
Güler Toprak
1 Mart 2010
Direnişin 78. gününde Tekel direniş mahallesinde buruk manzaralar vardı, işçiler çadırlarını kendi elleriyle kaldırdılar. Danıştay’dan olumlu karar çıkması sonucunda 8 ay süre kazanıldı. Tekel Direnişi için çeşitli kentlerden Ankara’ya gelen işçiler, 1 Nisan’da tekrar Ankara’da buluşmak üzere Ankara’dan ve birbirlerinden ayrıldılar. Bu süre zarfında direnişlerine bulundukları kentlerde devam edecekler. Direnişin soluğunu her biri kendi kentine taşıyacak… Şimdiye kadar yaşananlar zaten hepimiz için büyük kazanımdı. Bundan sonra belirsizlikler olsa da direniş sürecek.
Yıllar süren sessizlikten sonra ilk kez işçi sınıfı Tekel Direnişiyle gündeme oturdu ve aylardır kendisinden söz ettiriyor. Ne paşaların yargılanması, ne de Tarkan’ın gözaltına alınması Tekel Direnişi’nin konuşulmasının önünü kesebildi.
77 gün süren direniş, Türkiye işçi sınıfının ağır uykusundan uyanışı mıydı? Elbette bunu önümüzdeki günlerde hep beraber öğreneceğiz.
İnsan bir şey kaybettiğini anladığında başa, kaybetmeye başladığı ilk ana geri dönermiş. Tekel direnişi bizi bir kez daha 80’lere dönmeye, 12 Eylül faşist darbesi ve ardından gelen Özallı yıllara götürdü. Bu yıllar yeni-liberal politikalara devlet zoruyla zemin hazırlandığı ve finans kapitalin egemenliğini diğer sınıf ve tabakalara tartışmasız kanıtladığı yıllar olmuştu.
89 bahar eylemlerini saymazsak neredeyse 30 yıldır işçi sınıfının adından söz edilmedi. Etnik, mezhepsel, cinsel aidiyet gibi farklı ezilmişliklerin kendini ortaya koyabildiği bu süreçte, sınıf mücadelesi oldukça sarp yollara girdi, kahırlı bir bekleyiş içinde kaldı. Adeta sınıf sınıf olduğunu unuttu.
Son birkaç yıldır Novamed, Desa, Yörsan, ATV-Sabah gibi direnişlerle kıpırtı başlamıştı. Ardından Tekel Direnişi başladı. Tekel, öncekilerden daha faklı bir şekilde, kısa sürede bütün ezilenlerin kalbinin attığı yere dönüştü. Tekel “direnişin adı” ve “direnişin simgesi” oldu.
Peki Tekel’i bu kadar önemli kılan ne?
Bu coğrafyanın neredeyse her yerinden; Adana, Adıyaman, Amasya, Batman, Bitlis, Bursa, Denizli, Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Tokat, Muş, Manisa, Malatya, Samsun, Yozgat’tan Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni, kadın, erkek işçilerin Ankara’nın göbeğine el birliğiyle direniş mahallesi inşa etmesi mi?
Ankara’nın kışına, ayazına, polisin copuna, gazına, suyuna rağmen aylar süren bir direniş sergilenmesi mi?
Sendika ağalarının ayak oyunlarına, yasak savıp direnişi sönümlendirme çabalarına, işçilerin pabuç bırakmayışı mı?
İktidarın gücünü arkasına alarak direnişçi işçileri “ideolojik davranıyorlar”, “tüyü bitmemiş yetim hakkı yedirmem “ diye suçlayan Tayyip’in direnişi yalıtma çabalarını boşa düşürmeleri mi?
Bunların hepsi de direnişin ne kadar görkemli olduğunu ve nasıl badireler atlatarak bu günlere geldiğini gösteriyor.
Fakat sanıyoruz en önemlisi; Ankara’nın kirli havasına meydan okuyan Tekel Direniş çadırlarının adeta oksijen çadırı gibi bütün memleketin beynine kanının yürümesini sağlaması oldu.
Tekel direnişi kapitalizmin nasıl da gözü dönmüş vahşi bir hayvan gibi işçi sınıfına saldırdığını; emeğini ve haklarını savunan insanların kalbine boynuzlarını saplayarak savurmak istediğini iyi gösterdi. Ve herkes Tekel işçisinin yüzünde kendi yüzünü, tekel işçisinin geleceğinde kendi geleceğini gördü.
Tekel Direnişi’ni Tekel Direnişi yapan en önemli şey, yeni liberal politikaların sonuçlarına karşı mücadelede yeni bir başlangıcı haber vermesi olsa gerek.
Direniş mahallesinde herkese yer vardı
Çoğu değerlendirmede Tekel Direnişi bahar eylemleriyle benzeştiriliyor. Fakat unutulmamalı ki bahar eylemleri aslında bir dönemin bitişini gösteren eylemlerdi. Yani mumun sönmeden önce son bir kez parlaması gibiydi. Bütün görkemliliğine rağmen direnişin etkileri geçip gitti. Yeni bir bilinci, yeni mücadele yöntemlerini ve yeni bir başlangıcı işaret etmiyordu bahar eylemleri. Nitekim maden işçileri Mengen’den döndükten sonra işçi sınıfının üstünü ağır bir karanlık çöktü. Bahar eylemlerinin ardından sınıfın üstüne adeta ölü toprağı serpildi. Yıllar süren sessizlik, yeni liberal politikaların sonuçlarını işçi sınıfının kendi deneyimleriyle öğrenmesi, yaşayarak görmesinin ardından gelen direnişlerle bozulmaya başladı. Ve Tekel Direnişi’nin patlak vermesiyle yaşadıklarımızı ilk kez kolektif olarak bilince çıkarmaya başlıyoruz.
Tekel direnişi özelleştirmeye karşı, yeni liberal politikalara karşı başkaldırı ve isyan olurken; bir yandan da Direniş Mahallesi’nin kendisi adeta alternatif toplumun nasıl olması gerektiğini de yaşayarak ve yaşatarak anlattı herkese.
Yaşadığımız coğrafyanın dört bir yanından gelen, her biri farklı kimliklere, aidiyetlere sahip işçiler, imece usulü kurdukları çadır kentte komün hayatlarına ziyaretçileri/destekçileri de kattılar. Her geçen gün direnişi ve dayanışmayı büyüttüler.
Tekel direnişi uzun yıllar süren düzenle uzlaşık yaşayan sınıf güçlerini yeni bir kopuşa zorluyor ve işçi sınıfının ayağa kalkışının acil ve zorunlu olduğunu haykırıyor. Bunu yaparken eskinin tekrarı ile değil, yepyeni öğeleri içinde barındırarak yapıyor. Direnişin bu kadar destek alması ve her kesimin direnişe kendi soluğunu, kendi emeğini aktarışı dikkate değer.
Direniş çadırlarını 78 gün boyunca sosyal bilimcilerin, kadın hareketinin, çevrecilerin, muhalif sanatçıların, anarşistlerin, devrimcilerin, uluslar arası ziyaretçilerin, işçilerin, her kesimden siyasilerin odağı haline getiren de işte bu yeni soluk olsa gerek.
Tekel Direniş mahallesinde herkese yer açıldı. Kimse dışarıda bırakılmadı. Bir kadın direnişçinin şefkatli bir kucaklayışla yanındaki gence “solu biliyordum ama bu kadar da parçalı olduğunu bilmiyordum” serzenişi bir zamanlar direniş çadırlarından devrimcilerin kovalandığı günlerin geride kaldığını gösteriyor. Aynı işçi ” Ben CHP’liyim ama o da böyle yapsa ona karşı da aynı böyle direnirim” diyor bir yandan.
“Bizim Bayrağımız, Hamdullah Uysal”
Fakat direniş çadırlarında belki de değişmeyen, klasik solun kendini tekrar eden tavırları. Direnişin son günlerinde çadırlara hücum eden önlük giymiş bazı sol gruplara direnişçi işçiler öfkelenseler de çadırların dışına koymayı akıllarından bile geçirmiyorlar.
İşçilerin direnişe dair bilinci çoğu devrimci grubun bilincinin çok ilerisinde, adeta devrimci gençlere abilik ablalık yapıyorlar.
İşte 75. gün bir işçi şöyle isyan ediyor. “Bu direnişi biz bu güne kadar getirdik. Sırtımızda büyük bir yük var. Şimdi bize diyorsunuz ki siz bütün işçileri temsil ediyorsunuz, tüm emekçilerin ezilenlerin kazanması size bağlı. Devam edin. Bu bizim sırtımıza yüklenmiş büyük bir yük. Ben de diyorum ki böyle olmaz. Alacaksın çadırı geleceksin, Tekel Direniş Mahallesine bir çadır da sen dikeceksin. İşte o zaman kazanır bu direniş. İşte o zaman bizim sırtımıza bu kadar sorumluluk yüklenemez. Herkes gelmeli, herkes katılmalı, birlikte kazanmalıyız.”
Bir çadırda poşularla karşılanıyorsunuz, diğerinde ulusalcıların ısrarla dağıttıkları Atatürk posterleri asılı. Fakat bütün çadırlarda Direniş Mahallesinde yaşamını yitiren Tekel işçisi Hamdullah Uysal’ın fotoğrafları. “Bizim bayrağımız da, posterimiz de Hamdullah Uysal” diyor çadırına başka hiçbir poster asmayan Bitlisli Tekel işçisi.
Roman parçalarıyla Kürt ezgileri birbirine karışırken bir de bakıyorsunuz Bandista müzisyenlerinin ardında büyük bir kalabalık. Hep bir ağızdan söylüyorlar; “Haydi barikata, haydi barikata; ekmek, adalet ve özgürlük için”. Ve bir başka çadırda Mehmet Özer ve arkadaşları ellerinde direniş fotoğrafları, şiirler okuyorlar. Tekel Direnişi’nin 75. günü yaşamını yitiren Hamdullah Uysal’ın fotoğrafı kalkıyor havaya ve çadırdakiler hep birlikte haykırıyor; “asla unutma, asla bağışlama”.
Diyarbakır çadırında Tekel Direniş Mahallesinin keşfettiği bir karikatürcü var. Çadırın başköşesinde gün gün direnişi anlatan karikatürler sergilenirken, diğer köşesinde Tekel Direnişçilerini desteklemek için başka illerde yapılan eylem haberlerinden bir duvar gazetesi duruyor.
Boğaziçi’nden öğrenciler çadırları tek tek geziyor bir taraftan. Başka bir üniversiteli genç kadın getirdiği bitki lerden hazırladığı çayı bir kaşık bal ile karıştırarak direnişçilere ve dayanışmaya gelenlere dağıtıyor öte yanda.
Herkes kendi direnişini bulmuş sonunda. Onu büyük bir coşkuyla bağrına basmak, içine sokmak için adeta çırpınıyor. Ankara’nın kışına meydan okurcasına direnişin sıcaklığı herkesi ısıtmaya yetiyor. Yeni dönemin gerilim biriktiren tüm çelişkilerini kucaklıyor bu direniş. Faklılıkların birbirini öğütmesine, etkisizleştirmesine değil düzene karşı ortak bir güce, ortak sese dönüşebilmesine olanak veren yeni bir soluğu tadıyoruz birlikte.
“Adımız Tekel İşçisi, Soyadımız Emekçi”
89 bahar eylemleri 80 öncesi yükselen sınıf mücadelesinin artçı dalgalarındandı. Bir dönemin sonuydu. Tekel Direnişi ise yeni liberal politikaların sonuçlarının artık iyice ortaya döküldüğü bir dönemde gerçekleşiyor ve vahşi kapitalimin saldırılarına karşı başkaldırıyı, yeni bir dönemin başlangıcını haber veriyor.
Biz devrimciler yıllardır yeni liberal politikaların ne olduğunu anlatmaya çalışıp durduk. Kapitalizmi, sosyalizmi, halkların kardeşliğini… Tekel direnişi işçilerin bunları yaşayarak öğrendiğini gösteriyor. Tokat çadırında sohbet ettiğimiz Satı; “Biz açılımı burada yaptık bile. Kürdüyle, Türküyle, Alevisiyle gerçek açılım Tekel Direniş mahallesinde yapıldı” diyor. Yıllardır terör sorunu olarak sunulan Kürt meselesine dair başka bir kadın direnişçi direnişin 57. gününde verdiği mülakatta şöyle diyor: “Eğer ki biz haklarımız için haklı mücadele yapıyorsak, hala bize terör yakıştırması yapıyorsa, demek ki o insanlar da dağda haklılar. Ellerinden alınan hakları için orada mücadele ediyorlar. Çünkü biz elimizden alınan haklarımız için mücadele ediyoruz.”
Aynı kadın direnişçi sözlerini şöyle bitiriyor; “adımız Tekel İşçisi, soyadımız Emekçi, davamız hakkımızı almak, kavgamız barış, davamız özlük hakkımız.”
Sınıf “baharına mı kavuşuyor?” Yeni bir sürecin ayak sesleri mi bu yaşadıklarımız? Tekel direnişinin 78. günü çadırlar toplanırken sınıf mücadelesinin önündeki olanaklar da problemler de kendini yeterince açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Yeter ki devrimci hareket yaşadıklarından bir ders çıkarabilsin, yeter ki yaşadıklarımızdan öğrenebilelim.
“Türkiye Partisi “ olmayı tartışan BDP’de, günü birlik politikalarla günü kurtarmaktan başka bir şey yapmayan ufuksuz devrimci hareket de cevabı 78 gün süren tekel direnişinde aramalı. Sınıfın mevzilerine yıllardır sendika korucuları çöreklendi. Bir gram bile kıpırdatamıyorsak hep beraber oturup düşünmemiz gerekmez mi? “Genel grev, genel direniş” neden gerçekleşmedi? Gerçekleşseydi ne olurdu? Nasıl gerçekleşebilirdi? Tekel direnişi özelinde cevabını aramamız, bulmamız ve vermemiz gerekiyor.
Mevzilerimizi güçlendirmeden, kaybettiğimiz mevzileri kazanamadan ve yeni mevziler yaratmadan tek başına direnerek ancak bu kadar. Tekel’de direnen işçiler üstlerine düşeni fazlasıyla yaptılar. Ya biz? Artık günü kurtarmaya son diyor Tekel Direnişi, duyuyor musunuz?