Makyavel, devletin kurumları ile erdem, bilgelik, siyasi akıl anlamına gelen “virtue”nun birbirinden ayrılmasını Cumhuriyet’in çöküşünün alameti olarak görürdü. Referanduma giderken düzenin neredeyse tüm kurumları açısından böylesi bir ayrışmanın izleri görülüyor. Siyaset, ordu, adliye, okul, üniversite; ülkenin tüm kurumları politik krizin yarattığı yüksek tansiyon yüzünden giderek daha fazla çürüyor ve koflaşıyor. Kurumsal bir çöküş senaryosunun gerçekleşme olanakları artıyor. Çürüme, sürdürülemezlik noktasına ilerliyor.
AKP’nin bu kadar içeriksiz ve etkisiz bir kampanya yürütüyor olmasının kimi çevrelerde tedirginlik yarattığını gözlemliyoruz (bkz. Ümit Kıvanç’ın yazısı). Bu işin arkasında bir iş olduğu düşünülüyor. Aslında kampanya içeriği açısından daha iyisini başarmaları çok da mümkün değil. İnsanların demokrasiden anladığı her şeyi seçimler dışında ortadan kaldıracak bir düzenlemeyi hem de demokratikleşme ve vesayeti ortadan kaldırma çerçevesinde anlatabilmek mümkün değil. Büyük çaplı tasfiyelerin ve tutuklamaların da İslami tabanda yansımaları olmuş gibi görünüyor. Gezi, Erdoğan’ın kendi tabanı dışındaki kesimler üzerindeki hegemonyasının çözülüşünün sonucunda yaşanmıştı. Bu referandumda en azından şu ana kadar geçen süreç, Saray’ın genel olarak sağ, özel olarak da İslami taban üzerindeki hegemonyasının sınırlarını ortaya çıkaracak gibi görünüyor. İçişleri Bakanı “patlama-çatlama olmuyor ne zamandır” amiyane tabiriyle AKP’nin politik kampanyasını ivmelendirecek bir saldırı beklentisini mi ifade etti? Çünkü son birkaç haftada böylesi saldırılar dışında Saray hegemonyasını güçlendirecek araçların neredeyse sıfırlandığını ortaya koydu. Bu sıfırlanma da büyük bir panik üretiyor. Hürriyet, Almanya, Hayırcılar vs. dalaşacak yer arama hali de içine düşülen acziyetin bir tezahürü olarak değerlendirilebilir.
Kılıçdaroğlu bir süre önce referandum kampanyası dahilinde “Kandil’e bayrak dikecekler” diye bir açıklama yaptı. Barzani’nin ziyareti sonrasında yaşananlar bu açıklama üzerine daha ciddiyetle eğilmeyi gerektiriyor. Referandumun bir “askeri zafer”in dalgasına oturtulması gidişatın şu ana kadar ortaya çıkan boyutları tarafından da neredeyse bir zorunluluk haline getiriliyor. Hürriyet’in manşeti üzerinden yaşanan tartışmada bu konuda devlet içindeki bir anlaşamama halinin ipuçları görünüyor. Kimi askeri birliklerde ordu personeline başörtüsü düzenlemesi sonrasında hareketlilik yaşandığı, cemaatçilerin darbede yalnız olmadıkları ve Kemalistler ile NATO’cular tarafından desteklendikleri bilgisinin bu sefer hükümete yakın merkezler tarafından yeniden dolaşıma sokulması ulusalcıların “Hayır” safına geçmelerinden kaynaklanabileceğin daha ötesinde bir gerilime işaret ediyor. Saray’ın değişikliği ağırdan alarak onaylaması da hem yeni bir anlaşma zemininin hem de askeri operasyon için hava koşullarının düzelmesini beklemenin sonucu olabilir. Almanya ile yaşanan gerilimin arkasında da etkileri Avrupa’ya kadar ulaşacak bir savaş planının önünün alınması ile ilgili kaygılar olabilir. Ancak Menbiç hamlesi karşısında Rusya ve ABD’nin tutumları Saray’ın böylesi bir hamle arayışının Barzani ile yürütülmesinin pek de mümkün olmadığını gösteriyor. Ancak referandumun AKP açısından sıkıntılı gidişi böylesi bir çılgınlığa yönelme olasılığını yükseltiyor.
Enflasyonda çift hanelere çıkılan, işsizliğin ısrarla yükseldiği bir momentte referandumdan Saray açısından ferahlatıcı bir sonuç alınması daha da güçleşiyor. Hanehalkı borçluluğunun 2002’de 6,6 milyar liradan 2016’da 439,8 milyar dolara çıkmış olması AKP’nin 14 yıllık iktidarının en önemli verisi olarak ele alınmayı hak ediyor. “Borçluluk refahı” günlerinin son demleri yaşanırken, uluslararası spekülatif sermaye hareketlerinin “yükselmekte” olan piyasalardan uzaklaşma eğilimi tabloyu daha da yıkıcı hale getiriyor. “Türkiye toplam borcu bu 14 yıllık dönemde 8 kattan fazla artarak yaklaşık 3 triyon TL’ye ulaşmış ve GSYH’nın %118’ini aşmış.” (Mahfi Eğilmez, “Son 14 yılda Türkiye ekonomisi) İşsizlik ve borçluluk, olağanüstü siyasi istikrarsızlıkla birleşince toplumsal gerilim giderek daha fazla artıyor. Bu tablonun büyük bir politik kayma yaratmamasının tek sebebi geniş yığınlara umut verebilecek demokratikleştirici ve yeniden paylaştırmacı bir politik çizginin öne çıkmamasıdır. Erdoğan’ın getirmeye çalıştığı rejim, patronu fabrikadaki tek irade haline getiren ve işçi sınıfını güvencesizleştirme stratejisi ile politikanın tamamen dışına itme çabasının politik karşılığı olarak da okunabilir. Fabrikadaki patronun tek adamlığı ve sınıfın güvencesizliği, kaderinin patronun iki dudağı arasında olması özellikleri “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen Mugabe tarzı Başkanlık sistemi ile tam olarak örtüşüyor.
Foti Benlisoy dün “patrisyen antifaşizm”den bahseden bir yazı yayınladı Evrensel’de. Ezilenlerin öfkesinin kendi sesini bulamadığı ve sermayenin farklı fraksiyonları tarafından kendi aralarındaki çekişmelerde koçbaşı olarak kullanılması günümüzün en çarpıcı çelişkisi. Bu çelişkinin çözümü muhakkak ki sağ popülizmin dinamizm kaynağı olan işçilerin, güvencesizleri kendi bayrakları altında örgütlenmelerini sağlamak. Bunun için her durumda ideolojik olarak “patrisyen antifaşizm”den farkının ayırdında olan, bu farkı giderek olgunlaştıran ve programsallaştıran, geniş güvencesiz, borçlu, geleceğinden tedirgin kesimlerin güvenini temin edecek bir çizgiyi inşa etmek hayati önemde. Bu çizginin inşasında ise bugün ne kadar tali görünse de nasıl bir paylaşım, nasıl bir çalışma, nasıl bir servet dağılımı soruları temel önemde. Bu anlamda “temel ücret” tartışmasını yakından takip etmek gerekiyor. Solun ekonomi programını özel sermayenin ortadan kaldırılması ekseninden çalışanların yaşamını toplumsal güvence altına almayı önceleyen, Polanyi’nin “kurgusal meta” adını verdiği emek, toprak ve paranın meta olmaktan çıkarılmasını esas alan bir politik çizgi, neoliberalizmin ve onun yaramaz çocuğu otoriter, neoliberal popülizmin yarattığı yıkımdan çıkışın yolu haline gelebilir.
Her savaşın büyük bir yıkım olduğunu ama her savaşın bir 1917’si ve 1949’u olduğunu, esas olanın 1917 ve 1949 geldiğinde orada olabilmek olduğunu hep akılda tutmalıyız.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]