Vedat Türkali’nin 1940’ların TKP’sini ve Türkiye siyası tarihini anlattığı romanı Güven şu cümlelerle sone erer: “Beşinci kitabı yazmaya kalkıştığınıza göre Seher’le Turgut’un ne olduğunu biliyor olmalısınız”
Vedat Türkali, okuyucusuna bu soruyla veda ederken 1940’ların TKP’sine ulaşmak isteyen devrimci-antifaşist gençlerin yaşam öykülerinin devam ettiğini ve devamını yazacakların da; onlarla birlikte mücadele öyküleri devam eden gençler olacağını vurguluyor. Çünkü Vedat Türkali hep “gerçek” olanın peşindeydi ve gerçek olanlaydı derdi. Bu yüzden de romanının devamını bu gerçeğin peşinde koşanları yazacağını biliyordu.
Yıl 2000, yer Beyazıt Çınaraltı, bir masa etrafında 20 kadar genç, masanın başında Vedat Türkali, masada soluk alınmadan içilen çaylar ve 2 kalın cilt Güven romanı. Üniversitede bir söyleşi sonrası direnen gençleri etrafına toplamış ve gülümseyerek Güven’i anlatıyor. İnsanı canlı kılanın tarih bilinci olduğunu ve mücadeleye duyduğu inancı anlatıyor. Dr. Hikmet’li TKP’yi anlatıyor, dönemin sokaklarını, kahvehanelerini anlatıyor, Tophane’li tütün işçilerini anlatıyor, işçi öğrenci el ele yapılan grevleri anlatıyor, İstanbul Üniversitesi’nin duvarlarına işlenmiş mücadele ruhunu anlatıyor. Çınaraltı sohbetlerini, Beyoğlu randevularını, Kasımpaşa’nın nemli gecekondularını anlatıyor. 1 saatlik sohbetimizde Güven’i bize baştan sona anlatıyor ve “Hadi bakalım!” diyor, “5. kitabı kim yazacak?”. Sohbetin sonunda her birimizle ayrı ayrı kucaklaşıyor. O gün o masada olanların bu büyülü sohbeti hiç unutmayacağını biliyorum. Bütün hatıralarım silinse bile bir akşamüstü Çınaraltı’nda yüreğime işleyen o sohbeti hiç unutmayacağımı biliyorum, bir de hak denilince aklıma neden işçinin geldiğini*
Vedat Türkali mücadele edenlerin sözcüsü, yaşadığı tarihin bir belgeselcisi idi. Onun derinliğinde bir aydını birkaç cümleyle anlatmak ne kolay ne mümkün. O bize çok şey anlattı, çok şey yazdı ve çok şey öğretti. Gerçekler karşısında bahanelere sığınmamayı, gerçek bir aydın olarak yaşadığı her dönemin vicdanı olmayı, susmamayı ve aslında tüm bunların toplamında düzene karşı, postmodernizme karşı, tarih bilincini silmeye çalışan zihniyete karşı direnmeyi yaşadı ve yazdı.
Denilebilir ki biz de dahil bir çok kuşak Vedat Türkali romanları ve senaryoları ile büyüdük. Çünkü 1940’ların sosyalist mücadelesinden bugüne hep devrimci mücadelenin içinde oldu ve yaşadığı her dönemi en yalın haliyle anlattı. Sanatını gerçeklerden soyutlanmak için değil somut olanı örgütlemek için kullandı. Yasak olanı, yasakken konuştu, gizli olanı gizliyken aradı, buldu.
Şimdi bıraktığı yerden bu direnişi sürdürmek ve yaşadığımız tarihin sözcüsü olmak için kolları sıvamalı ve Çınaraltı’ndan kalan anının hakkını vermeliyiz.
Sevgi Evrim
*
?
Neden liman deyince
Hatırıma direkler gelir
Ve açık deniz deyince yelken?
Mart deyince kedi,
Hak deyince işçi
Ve neden ihtiyar değirmenci
Allaha inanır düşünmeden?
Ve rüzgarlı havalarda
Yağmur eğri yağar?
Ankara- 1938
ORHAN VELİ KANIK