Cerablus operasyonunun yeni perdesi açılmak üzeredir. Ankara destekli ÖSO güçleri Cerablus’un güneyine sarkıp SDG ile çatışmaya girince Washington’dan ilk uyarı geldi.
“ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Peter Cook, New York Times gazetesine gönderdiği e-postada, “Türk Silahlı Kuvvetleri, bazı muhalif gruplar ve SDG ile bağlantılı birimler arasında Cerablus’un güneyinde yaşandığı bildirilen çatışmalara ilişkin haberleri yakından izliyoruz. IŞİD’in artık bulunmadığı bir noktada yaşanan bu çatışmaları kabul edilemez bulduğumuzu netleştirmek istiyoruz” ifadelerini kullandı.” (29 Ağustos-Hürriyet)
Bu uyarı sonrasında Beyaz Saray’ın pratik olarak ne yapacağını veya yapmayacağını çok kısa zamanda göreceğiz.
Bilindiği gibi Türkiye Cerablus operasyonuna başlayınca 15 Temmuz darbesi sırasında taş gibi suskun kalan Batı ülkeleri birden Ankara’ya sempatilerini iletmeye başladılar. Bunun anlamı yeterince açıktır. ABD ve Avrupa için biraz farklı amaçlarla da olsa Ankara’nın bu operasyonu onlara rahat bir nefes aldırmıştı. IŞİD ve göçmen akını sorunları nedeniyle Türkiye’den beklenen rolü Ankara bir türlü oynamamış, tersine Batı dünyasına her gün tehditler yağdırmıştı. Cerablus operasyonu Batı dünyasına “nihayet!” dedirtmiş olmalı.
Ancak son gelişmelerle hevesleri kursaklarında mı kaldı? Bilemiyoruz! Cerablus operasyonundan ABD’nin beklentisi ile Ankara’nın niyetlerinin aynı olmadığını daha baştan kestirmek zor değildi. Bu uyuşmazlık ilk günden ortaya çıktı. Olanlar dünyanın gözü önünde gerçekleşiyor ve ABD yaşananların “kabul edilemez” olduğunu açıklamak zorunda kalıyor.
Yaşananlar ne anlama geliyor ve bundan sonra hangi gelişmeler olabilir?
Bu “kabul edilemez” gelişmeler ABD açısından beklenen bir durumdur. Sorun TSK ve YPG çatışmasına hangi sınıra kadar göz yumulacağıdır? Washington, Ankara’nın Kürt güçlerine belli ölçüde “gözdağı” verdikten sonra aslı görevine, yani IŞİD’le mücadeleye döneceğini umuyor. Bu olmazsa Ankara bir kez daha “güvenilmez bir müttefik” olduğunu kanıtlamış olacaktır.
Türkiye ne yapacaktır? Görünen, dış politikada yapılan değişikliklerde hiç bir stratejik ufuk yoktur. Ankara kasaba politikasını, ya da şark kurnazlığını dış politikada hala sürdürebileceğine inanıyor. Batı dünyası için kendisinin bölgede vazgeçilmez olduğunu sanıyor. Bu bir noktaya kadar doğru olsa da, Washington’un stratejik yaklaşımlarıyla hiçbir uyum gösteremeyen Türkiye sonunda bunun bedeline katlanmak zorunda kalır. Bir kez daha anlaşılıyor ki, Ankara’nın son yaptığı politika değişikliklerinin bir derinliği yoktur. Dolayısıyla bu kurnazlıkların bir kez daha tıkanması kaçınılmazdır. Ancak bu kez bedel öncekinden kesinlikle çok daha ağır olacaktır.
Öte yandan Ankara, Suriye’de PYD güçlerine saldırmaya devam ettikçe, Kürt sorununun boyutu kaçınılmaz şekilde büyümeye devam edecektir. Tüm dış politikası bu soruna kilitlenmiş olan Ankara sonunda kaybetmeye mahkumdur. Saray, 17-25 Aralık operasyonunu, 1 Kasım seçim manevrasını ve 15 Temmuz darbe girişimini başarıyla atlattığı için kendini yenilmez sanıyor. Darbe ile dış politikasını bir mağduriyet üzerine oturtarak, iç politikada da aynı konuyu “milli cephe”nin inşası için kullanarak büyük bir manevra alanı kazandığını sanıyor. Oysa Saray her politikasıyla aynı zamanda kendini havaya uçurabilecek patlayıcı madde birikimini arttırıyor. İmha edici birikim en çok Kürt sorunu alanında birikmektedir. Saray, 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımamakla, kent savaşlarıyla yaptığı katliamlarla yeterince öfke biriktirmiştir. Şimdi buna Rojava devrimini bastırmak için işgal harekatını eklemektedir.
Bu iflas etmesi kaçınılmaz politika ile içeride “milli cephe”yi sağlamlaştırmak ve bu yolla kendi siyasi ömrünü uzatmak için çırpınan Saray, böyle her adımla Cumhuriyeti derin bir kırılma noktasına sürüklüyor. Cerablus bataklığı Cumhuriyetin birikmiş ve çözümlenmemiş sorunlarının taşması için tetikleyici bir unsur olabilir.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]