Saray ittifakı, kendi içindeki potansiyel çatlağı fiili hale getirebilecek bir olasılıktan çekindiği için seçimleri öne çektiğini açıkça ortaya koyar tarzda hamleler yapmaya devam ediyor. Gül’ün olası çıkışına karşı önce Davutoğlu ve Arınç’ın kulağının çekilmesi arkasından ise doğrudan Gül’e Akar ile helikopterli mesaj iletilmesi, Bahçeli’nin ayar verici konuşmaları bir telaşın ve iktidarı bırakmama kararlılığının işaretleri olarak okunmalı. Kılıçdaroğlu’nun Akşener’i 15 milletvekili ile adaylıktan çekilmeye ikna etme hamlesinin karşılıksız kalması Gül’e olay yerinden koşar adımlarla uzaklaşma için mazeret sağlamış oldu. Gül, bu anlamıyla Türkiye finans kapitalinin devlet karşısındaki siyasi tavrının harika bir mizansenini canlandırmış oldu. Devlet karşısında risk almaktan kaçınmak, demokrasi ile ilgili yuvarlak laflar etmek ancak faşizm karşısında hizayı asla bozmamak, üzerine hiç çamur sıçratmadan ve ayrıcalıklarından taviz vermeden demokrasi kahramanı pozları vermek, kuruluşunun en önemli suç ortağı olduğu rejim karşısında özellikle yurtdışına karşı mağdurları oynamak ama hiçbir konuda inisiyatif alamamak.
“Gül vakası” birçok sonucun yanı sıra Saray’ın kendi cephesindeki çatlağın farkında olduğunun ve bunun açığa çıkmasını engellemeyi çok önemsediğinin bir göstergesi oldu. Bu yüzden CHP açısından doğru bir hamle olduğu düşünülebilir. Ekmeleddin vakasından dili yanan CHP tabanının vaveylayı koparması da anlaşılabilir. Seçimin 24 Haziran’a çekilmesi Kılıçdaroğlu’nun tabanını ikna etme imkanını ortadan kaldırınca plan suya düşmüş oldu. CHP tabanının Gül’e bayrak açması çok anlaşılır bir durum, ancak sosyalistlerin de Gül meselesine fazlasıyla aleyhte tepki vermesi bir başka gerçeğin de ifadesi. Solun bir kesimi CHP’nin kendilerine ağabeylik yapması, kol kanat germesi gerektiği konusundaki önyargılarından bir türlü kurtulamıyor. Hala çok içten bir şekilde CHP’nin sol ve demokrat bir parti olduğuna dair bir kanaat var. CHP’nin Kürt sorunu bağlamında işlerin bu noktalara kadar gelmesi konusundaki sorumlulukları hep bir “mecburiyet” gerekçesiyle sineye çekilebiliyor. CHP’nin milliyetçilikle her türlü flörtü, flörtü de değil doğrudan yekpare oluşu görmezden geliniyor ama İslamcılık ile temas kurma girişimleri “kırmız çizgi” olarak niteleniyor. “CHP laik ve biraz da “sol” sözler edecek bir aday çıkarsın biz de buradan yürüyelim, HDP ile ittifaka zorunlu kalmayalım” alt metni bu tartışmalarda çok fazla öne çıktı.
Halbuki bir sosyalist Gül’ün adaylığının hem Saray nezdinde hem de CHP içinde yaratacağı karışıklıktan yararlanma üzerine bir taktik geliştirse çok daha anlamlı bir iş yapmış olmaz mı? Sosyalist strateji yaşanan politik krizin derinleştirilmesi üzerine inşa edilmek zorunda değil midir? Evet, böylesi bir stratejinin ana hedefi Erdoğan’ın kolay kazanamayacağı, sandıkta kaybedip masa başında alacağı bir sonucun ortaya çıkmasına dair bir oyun kurmak değil midir? Sosyalist strateji, CHP tabanındaki demokrasi talebine sahip çıkan kentli orta sınıfları, Alevileri; AKP tabanındaki kent yoksullarını, güvencesiz işçileri kendi siyasi bloklarından koparmak ve Kürt halkıyla birlikte bir sosyalist demokrasi cephesinde buluşturmak üzerine kurulmalıdır, Gül’ün yerine İnce’nin aday olması üzerine değil. Bu yaklaşımın CHP eliyle demokrasiye ulaşma projesinden çok daha gerçekçi olduğu ortadadır. CHP’nin solcu bir aday gösterdiğinde solcu olabileceğine inanmak için daha kaç Afrin yaşanması gerekiyor? Solun bir kanadının CHP’ye bu seviyede meftunluğunun, bu partiye yönelik beklentilerin bütün acizliklerine rağmen asla tükenmemesinin “yetmez ama evet”ten daha ağır bir tahribat yarattığı ne zaman anlaşılacak? CHP Erdoğan ile başa baş mücadele edecek bir bloğa yataklık edebildiği ve bu anlamda krizi derinleştirebildiği, Saray rejinin iktidara mafyatik yöntemlerle yapışma ısrarını en geniş kitleler nezdinde deşifre edebildiği, onlarla bir mücadele kararlılığı ortaya çıkmasına dolaylı olarak hizmet edebildiği oranda üzerine düşen rolü oynamış olacaktır, bir işe yarayacaktır. Buradan demokrasiye yürünebilmesi ise ancak bir ezilenler cephesinin oluşması ve krizin kaderini eline alabilmesi ile mümkün olabilir.
Sosyalistler açısından öne çıkan görev, burjuva partilerinin hangi adayının daha iyi olacağı üzerine derin tartışmalara girişmek değil bir taraftan büyük bir esneklikle Saray’ın bir sandık yenilgisiyle gayrimeşruluğunun tescillenmesine destek vermek diğer yandan da bu sonuçla derinleşen krizden her iki kanattaki burjuva blokların çözülmesiyle demokrasi ve eşitlik konusunda sonuna kadar gidebilecek bir ezilenler bloğunun inşasını sağlamaya dönük hazırlıkları yapmaktır. İşler bu noktadayken bu krizin bir seçimle çözümlenmesini ummak gerçekçi değildir. Saray seçimleri kaybetse de iktidarı devretmeme konusunda kararlı, onun açısından seçimler karşısındaki %50’nin ümidini ve özgüvenini tamamen yok etmenin aracıdır. Eğer ortaya çıkan sonuçlar tam tersine 16 Nisan’da olduğu gibi iktidar bloğunun asabiyesini bozacak bir noktada tecelli ederse sosyalist stratejinin derinleşme olanakları da artar.
Her partinin kendi adayıyla 2.lik yarışı yapacağı bir ilk tur Erdoğan’ın 1. turda kazanmasını zorlaştırır. 2.tur krizi derinleştirecek sonuçlara gebe hale gelir. Dolayısıyla hele de Demirtaş gibi ezilenlerin kol kola girmesinin en önemli sembollerinden birisinin de yarışacağı bir ilk turda bütün zorbalıklara rağmen HDP’nin ve tüm direniş cephesinin yapacağı çok iş olacaktır. 1 Mayıs da bu anlamda ezilenlerin yeni bir dünya, yeni bir hayat iddiasının güçlü bir biçimde haykırılacağı bir zemin sunacaktır.
Kolları sıvayıp şevkle işe koyulmak için çok sebep var.
1 Örneğin Birgün gazetesi yazarı Öztan, Akşener’e HDP ittifak yapmak istemediği için kızdığı paragrafına şu cümleyle devam edebiliyor: “CHP’nin HDP ile tek başına ittifak yapma maliyetini göze alamayacağı da ortadayken…”. Akşener bu konuda eleştirilebilir ama CHP’nin yaptığı “makul ve anlaşılabilir”.
2 Cumhuriyet gazetesinde Aslı Aydıntaşbaş, demokrasilerin ölümü sürecinin liberal bir bakış açısıyla nasıl da şaşkınca okunabileceğinin çok radikal bir örneğini verdi. Buna göre demokrasilerin ölmesi emperyalistlerin demokrasi için yeterince çaba harcamamasından kaynaklanıyor. “Kaddafi ölmeseydi bugün CNN’de Christian Amapour’a ropörtaj veriyor” olurmuş ki bu tabii felaket olurmuş. Kaddafi zaten eceliyle öldü ve Libya’da artık harika bir demokrasi var! Bizler açısından demokrasi ezilenlerin mücadelesinin, işçinin grevinin, Kürdün serhildanın, kadının isyanının bir ürünüdür, emperyalizmin lütfu değil. Liberal aydınların diktatörlük dediklerinde Venezuella’dan girip K. Kore’den çıkmaları bir tesadüf mü yoksa bilinçaltında hiç bitmeyen bir “komünizm” düşmanlığının tezahürü mü?
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]