Tüm dünyada giderek daha fazla ülkenin başının tek adam rejimleriyle ve faşizmle derde girmesi, devletlerin Poulantzas’ın “otoriter devletçilik” kavramıyla öngördüğü üzere toplum karşısında güçlerini konsolide etmesi neoliberalizmin dolaysız sonuçlarından bir tanesidir. Neoliberalizm salt bir iktisadi doktrin olmayıp toplumu çözen, ortadan kaldıran, parçalayan, kolektif hareket etme olanaklarını sınırlayan, dolayısıyla da toplumun karşısında devleti ve lideri güçlendiren bir rol oynamıştır. Bugün insanlığın önündeki en büyük engel, otoriter ya da faşist rejimlerden ziyade neoliberalizmin yarattığı çözülmenin yarattığı tahribatın aşılmasıdır. Toplumsalın inşasının dinamosu rolünü oynama görevindeki ezilenlerin kolektif davranış yeteneğini yeniden kazanmasıdır. Popülizm adı verilen siyasi olgu da bu çözülmenin sürüleştirdiği insanlar yığınının üzerinde yükseliyor. Ezilenlerin otonom devrimci bir kolektif olarak siyasete katılması demokrasiyi doğururken, izole olmuş bireylerden ve “führer” reis şahsında tekleşerek siyasete giren insan sürüleri demokrasiyi boğuyor. Neoliberalizm, toplumu çözüp insanlar yığınını ortaya çıkardığı için kitleler siyaset sahnesine kendi adlarına değil ancak kendilerini bir liderle özdeşleştirerek çıkabiliyorlar. Bu biçimiyle kitleler “düzen dışı, radikal” talepler süsü verilmiş havuçların peşinden giderek sopalı rejimlerin payandası haline gelebiliyorlar. Bu açıdan demokrasinin krizinden çıkış ve post-demokrasi evresinin kapanması ezilenlerin otonom bir devrimci güç haline gelebilmesi ile mümkündür. Le Pen’ler karşısında iktidara taşınan Chiraclar, Macronlar faşizmin daha güçlü dönüşünün gerekçesi oluyorlar.
Ancak tek adam rejimlerinin yarattığı kutupsallaşma da yeni toplumsallaşma olanakları yaratıyor. Eğer ezilenler adına hareket eden bir politik aktör, bu süreçte kararlı ve topluma net mesajlar verebilen bir zeminde durabilirse toplumların kendilerini nefes alamaz hale getiren tek adam rejimlerinden kurtulmak için ortaya çıkardıkları enerji ve bilinç sıçraması, neoliberalizmin yarattığı kolektif davranış zafiyetlerinin aşılması imkanını da yaratabilir. Daha çok kentli orta sınıflardan kaynaklanan özgürlüklerine sahip çıkma talebi eğer ezilenlerin eşitlik ve adil paylaşım, güvenceli yaşam talepleri ile bütünleşebilirse neoliberalizmin büyüsü bozulacaktır. Bu büyü bozumunun gerçekleşmesi ise ezilenler adına hareket eden aktörün yeni bir bilinç inşası yolundaki kararlı çabaları ile mümkün olabilir ancak. Sosyalizmin demokrasi ile ilgili sıkıntılı tarihsel deneyimi ile hesaplaşabilmesi bu açıdan bu yeni dönemde rol oynayabilmesi için hayati önemdedir. Kentli orta sınıfların demokrasi ve eşit vatandaşlık, varoluşuna saygı talebi alt sınıfların güvence talebi ile buluşmaya her zamankinden daha fazla yakındır. Burada köprü olabilen bir sosyalist hareket devrimin kapısını açar. Geleneksel egemen sınıfların demokrasi talebinin zayıflığı dolayısıyla onlardan giderek kopan kentli orta sınıflar, çevre burjuvazilerin ittifakı durumunda olmaktan bunalır hale gelen prekaryanın güvence talebi ile buluşmaya her zamankinden daha yakındır. Tek adam rejimlerinin yarattığı zorlamanın açığa çıkardığı enerji yeni bilinç sıçramalarını mümkün kılıyor.
AKP- MHP ittifakının baskın seçim hamlesi de eğer sıradan bir seçim gibi ele alınmazsa ezilenlere ve genel olarak sola muazzam bir sıçrama olanağı sunuyor. Yönetme kapasitesini kaybetmiş, 2013’ten bu yana yaşanan türbülanslardan harap ve bitap bir biçimde çıkmış, metal yorgunluğu değil bildiğin pas ve çürümeden ayakta duracak hali kalmamış bir siyasi yapı, ayak oyunları ve OHAL sayesinde elde ettiği güçlere dayanarak toplumun en az %50’sinin karşısında olduğu bir rejim değişikliğini dayatıyor. Baskın seçim, farklı toplumsal kesimlerin bir araya gelmesinin zorluğu üzerine kurulu bir siyasi taktik. Ancak, AKP-MHP ittifakının olayların doğal akışına neredeyse asla müsaade etmeyen tutumu geniş kesimler açısından onlarca yıl değişmesi mümkün olmayan kutuplaşmaları, önyargıları hızla ortadan kaldırma olanağı yaratıyor. Saray rejiminin iktidara tutunmak ve kalıcılaşmak için ortaya koyduğu radikalizm, farklı toplumsal kesimlerde de benzer radikallikte bilinç sıçramalarını ve tutum değişikliklerini açığa çıkarabilir.
CHP’nin İYİ Parti’ye verdiği destek ve sonrasında oluşan hava iktidarın hesaplarının boşa çıkarılmasının yaratabileceği sonuçlar açısından öğretici. Çok kısa bir süre içerisinde “bunlar gidici” havası oluşabilir ve onun sonrasında her şey çorap söküğü gibi ilerleyebilir. İktidar bu tarz alta düşmeleri yeni şok hamlelerle ve çeşitli kesimlere dağıtılan rüşvetlerle (kaçak 15 milyon konuta imar affı, esnafa ve kobilere destekler, müteahhitlere verilen yeni destekler) aşmaya çalışacaktır. Ancak hem olumsuz dış politik konjonktür hem de bozulan ekonomik ve mali dengelerin şapkadan yeni tavşanlar çıkarılmasını zorlaştırdığı da unutulmamalıdır.
Sosyalistler, eşitlik ve demokrasinin en tutarlı savunucuları olarak toplumun sırtına bir yük haline gelmiş bu iktidar enkazının kaldırılması için yüke omuz verirken bir yandan da gidenin yerine neyin gelmesi gerektiği konusunda da kendisine özgü pozisyonunu korumalıdır. Türkiye’de artık bir devrim olmaksızın demokrasi mümkün değildir. Erdoğan kendisini bir “devrimin” mimarı olarak gördüğü için seçimi kaybetse bile iktidarı kaybetmemek için her türlü hamleyi yapacaktır. Bahçeli’nin “Türkiye’ye tuzak kuruluyor, Türk milleti tahrik ve taciz ediliyor. Hülasa kaosa oynanıyor” demesi rastlantı değildir. “Cumhur ittifakı”nın adımlarını çok güzel tarif eden bu cümleleri kuranlar öylesi bir bitkinlik içerisindedirler ki telaşlarını ortaya saçan bu sözlerinin karşı cepheyi nasıl daha da büyüttüğünü fark edemiyorlar. Devrimler zaten böylesi anormalliklerden doğar biraz da. Düzenli işleme kapasitesini yitirmiş, keyfiliğin çok yüksek noktalara ulaştığı bir siyasi rejim devrimi çağırır. 24 Haziran seçim süreci rahatlıkla Erdoğan’ın OHAL’in normalinde bile hukuk dışına çıkmadan iktidarını koruyamayacağı, meşruiyetini tamamen kaybedeceği ancak 16 yıllık iktidarı boyunca semirttiği güçleri de hareket geçirerek iktidara tutunduğu bir ara döneme yol açabilir. Sosyalistlerin 24 Haziran’ı Saray rejiminin çöküşü için bir olanak hale getirmek için çalışırken sonrasını da gerçek bir devrimci demokratik dönüşüm olanağı haline getirmek için şimdiden zihinsel bir netlik üretmesi ve güç biriktirmesi tarihsel önemdedir. Yaşanan krizin büyüklüğü, krizden çıkışın seçeneklerini de arttırmaktadır. “Eski” ve “Yeni” Türkiye’lerin tamamen sıfırı tükettiğinin görüldüğü bir noktada gerçekten yeninin ne olduğunu topluma gösterebilmek en çok bizim görevimiz değil midir? “Yeni” enkazın yoldan kaldırılması için dayanışma içinde olunabilecek güçlerin önemli kısmının “Eski” Türkiye dışında bir vizyona sahip olmaması HDP’yi, Kürtleri, sosyalistleri ve etraflarına toparlayabildikleri çeşitli güçleri dönüşümün temel gücü yapabilir. İçinden geçtiğimiz krizin özgün koşulları HDP’yi bir yandan görünürde izole etmeye devam ederken diğer yandan da ona “eski” ve “yeni”nin gerçek alternatif kürsüsü haline gelme olanağı sağlıyor. Bu olanak sonuna kadar değerlendirilmelidir.
Hala neyin içinde olduğumuzu anlayamayanlara bir Ahmet Türk’ün verdiği röportajdaki olgunluğa, ferasete ve adanmışlığa baksınlar bir de “parmak sallama” çamuruna yatmaya çalışanların seviyesine. Erdoğan’ın büyük bir hevesle Kılıçdaroğlu’nu adaylığa davet etmesi, onlarca Alevi katliamına sahne olmuş bir coğrafyada hangi niyeti yansıtıyor çok iyi biliyoruz. Osmanlı’nın kıyımcı geleneğine sahip çıkanlar (Yavuz Selim Köprüsü), soykırım anmasında soykırım diyeni gözaltına alanlar yine kaostan bahsettiğinde bunun ne anlama geldiğini çok iyi anlayabiliyoruz.
Kazan kaynasın, kriz derinleşsin, çöküşü giderek kaçınılmazlaşan bu faşist güruhun giderayak topluma nasıl büyük bir geri dönüş gerekçesi yaratarak hayırlara vesile olduklarını gelecek nesiller anlatacak.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]