Saray’ın iktidar adına MHP ile ittifakını daha da kurumsallaştırma niyetini ortaya koyduğu bir dönemde, karşısında bir ittifak oluşmasını engellemek için sürekli adımlar atması çok anlaşılır. Ayakta kalabilmek için karşısında bir ittifak oluşmasını engellemek zorunda olduğunu biliyor. Büyük bir tartışmayı tetikleyen Kemalizm açılımının da en önemli amacının bu olduğunu biliyoruz. Ruşen Çakır, tabandan yükselen bir Kemalizm dalgasının Erdoğan’ı böyle konuşturan temel etken olduğunu söylüyor ancak ortada pek de öyle yükselen bir Kemalist dalga yok. Kemalistlerin kafası bol miktarda karışık, Erdoğan da bu karışıklığı sonsuza kadar devam ettirmek istiyor. Böylece ağır ateşte haşlanan kurbağalar gibi başlarına neyin gelmekte olduğunu anlayamayacaklar. Erdoğan’ın devletleşmekte olduğu için devletin özü Kemalizm’le sentezlenmek zorunda olduğunu ifade eden liberal yorumlar ise hoş bir simetri kurmakla birlikte (parti ile devletin birbirine nüfuz etmesi) Erdoğan’ın ittifaklara yaklaşımını hala anlayamamış olmak gibi ölümcül bir hata içerisindeler. Erdoğan’ın güç paylaştığı tüm ittifakları sonlu olmaya mahkûmdur. Güç paylaştığı aktör onun bir sonraki aşamadaki rakibi olacaktır. Erdoğan sadece anlık bir rakibini halletmek için ittifak yapar ancak kalıcı olarak asla güç paylaşmaz. Süreç içerisinde Atatürk’ün anlaşılmasından duydukları derin memnuniyetle bir ideolojik ikna ve dönüşüm görmek isteyenler alıklık seviyesinde saflık ile maluldürler.
“Aynı şekilde, sadece bir demokratı dinlemek isteyen bütün toplumsal sınıfların temsilcileriyle de toplantılar düzenleyebilmeliyiz, zira komünistlerin her devrimci hareketi desteklediklerini ve bundan dolayı sosyalist inançlarımızı bir an bile saklamaksızın tüm halkın önünde genel demokratik görevlerimizi açıklayıp vurgulamak zorunda olduğumuzu pratikte unutan biri sosyal demokrat olamaz.” (Lenin, Ne Yapmalı)
Faşizm kurumsallaşırken aklı başında ve gerçekten derdi olanların demokrasi arayışlarına “sosyalistlerin demokrasicilik oyunu” vs. diyerek burun kıvıranlar olmuştur. Bu kesimlerin ekserisinin kendi hallerinden memnun ve faşizmle bir derdi olmayan ekabir takımı olduğu rahatlıkla tespit edilebilir. Şaşırtıcı olan bu kesimlerin çok iyi bilmekle övündükleri Lenin’den bile bihaber cahiller olmalarıdır. Lenin yazını açısından bakıldığından içinden geçtiğimiz dönem ‘Nisan Tezleri’nin değil ‘Ne Yapmalı?’nın atmosferine daha yakındır. Lenin’in muarızı Ekonomistler, kendisini “uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarını belirsizleştirmekle” suçlamaktaydılar. Onlar, istibdat rejiminin devrilmesini işçi sınıfı hareketinin ilk görevi saymanın imkânsız olduğunu düşünmekteydiler. Lenin ise ezilen sınıflar arasındaki ilişkilerin sürekli göz önünde bulundurulmasını, işçi sınıfının yaşadıkları dışındaki her türlü toplumsal mağduriyetin de muhakkak sosyal demokrat propagandanın malzemesi kılınmasını savunur.
Şu anda farklı toplumsal kesimlerin biraya gelerek umut üretecek bir çıkış yapmaları gidişatı bütünüyle tersine çevirebilecek bir olanağa sahiptir. Hükümette bunun farkındadır, ülke ciddi bir türbülansın içine doğru girerken genel çıkarlarla kendi çıkarlarını aynı şey gibi göstermeye çalışmaktadır. Bunu başarabilmesinin en önemli yolu ise kendi dışındaki bir güç odaklanmasının engellenmesinden geçmektedir.
Bunların hepsi zaten bildiğimiz gerçekler. Bilinmeyen faşizm karşısında konumlanabilecek geniş yığınların bir eksende toparlanabilmesi için ne yapılacağına dair somut adımlar. Sokakların zorlanması son derece anlamlıdır, asla unutulmamalıdır, ancak diğer hiçbir parametreyi değiştirmeden sokaklardan, özellikle de sosyalist yapıların sınırlı tikel güçleri ile bir çıkış yapabilmek mümkün görünmemektedir. Güçler dengesi buna müsaade etmemektedir. Bu durum sokakların boşaltılmasını gerektirmez. Ancak çok daha yaratıcı yöntemlerle değerlendirilmesini gerektirir. Daha da önemlisi sokakların da önünü açabilmek için başka kimi değişikliklerin de kaçınılmaz olarak gerektiğini görmeyi zorunlu kılar.
Kitlelere bir arayış, bir enerji, bir toparlanma isteğimiz olduğunu göstermek zorundayız. Faşizm karşısında direnme potansiyelinin löse ve enerjisiz kalmasının en önemli sebebi politik aktörlerin durumun olağanüstülüğüne uygun bir karşı irade ve arayış içerisinde olamamasıdır. Durumun olağanüstülüğünün tek farkında olan Erdoğan gibidir. Diğer politik aktörlerin sanki her şey çok olağan bir akış içerisindeymiş gibi Erdoğan’ın tüm hamlelerini 2019 seçimleri ile açıklaması, sıradan bir seçim hazırlığı içerisinde olmaları, aday tartışmaları yapmaları bile durumu sıradanlaştırmaktadır. Oysa kitlelerin de ihtiyaç duyduğu bir olağanüstülük, bir sıra dışılık halidir. Şu anda bütün politik faaliyetin ister istemez böyle bir etki yaratmayı öncelikli bir hedef haline getirmesi gerekiyor. Dışarıda dünyalar yıkılırken, kimi alanlardan geri çekilmek dışında faaliyetini biçimsel olarak aynı biçimde koruyan politik aktörlerin kitleleri tetikleyebilme, harekete geçirebilme şansı bulunmamaktadır.
Zarrab davasında son viraja doğru gelinirken bu olağanüstülük hissini kendiliğinden büyütecek gelişmeler yaşanacak. Ekonomide yaşanan türbülans, Erdoğan’ın finansal kapitalizmin parametrelerini görmezden gelerek finansal kapitalizmin nimetlerinden faydalanma “uyanıklığı” ile birleşince beklenenin ötesinde bir yıkım yaratabilir.
Geçtiğimiz günlerde Ekim Devrimi’nin sosyalistler tarafından hep birlikte tartışılması bile belli bir ilgi uyandırdı. Böylesi bir dönemde bu tarz etkinliklerin faşizme karşı mücadeleyi büyütme, siyasal krizden sosyalizm ve emekçi sınıflar adına yararlanmanın yollarını birlikte tartışma amacıyla çok daha yoğun bir sıklıkla gerçekleştirilmesi gerekiyor.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]