Amerika ziyaretine bir hafta kala YPG’ye ağır silahlar verilmesi kararını Trump’ın onaylaması Ankara’da deprem etkisi yarattı. Sarsıntı Irak işgali öncesi yaşanan 1 Mart tezkere depremiyle karşılaştırılıyor. O zaman Washington’da yaşanan deprem şimdi Ankara’da yaşanıyor. Bu deprem yakın zaman önce yaşanan Kobani krizine de benzetiliyor. Erdoğan “düştü düşecek” demişti, sonra dünyanın zoru ile Kobani’ye yardım için koridor açmak zorunda kalmıştı.
ABD ve NATO ile ilişkiler son yıllarda oldukça sorunlu yürüyor. Aslında Soğuk Savaş yıllarında da çok iyi gitmemişti. En önemlisi 1964 ve 1974’deki Kıbrıs bunalımlarıdır. Ancak iki kutuplu dünyada Türkiye bir çıpaya bağlıydı; Sovyetler Birliği’nin yumuşak karnında bir “cephe ülkesi”ydi. Türkiye’ye bu rolü sık sık hatırlatılır ve bol bol övülürdü.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra tablo tümüyle değişti. O günlerde Türkiye’nin şu ünlü “stratejik önemi” çok sık tartışılır olmuştu; çünkü “cephe ülkesi” olmaktan çıkmıştı ve Ankara o günlere kadar Ortadoğu bölgesiyle özel olarak ilgilenmediği için adeta boşta kalmıştı. Ne zaman ki ABD “uluslararası teröre karşı savaş” için Afganistan’dan sonra Irak’ın işgaline karar verdi, 1 Mart tezkeresi ile Türkiye’nin çıpası koptu. Ankara gemisi demir taramaya başladı, hala rüzgara göre savrulup duruyor. “Çuval hadisesi” çıpa koptuktan sonra yaşandı.
“Ağır silah” krizi gerçekten 1 Mart tezkere krizi kadar derin etkiler yaratmaya adaydır. Elbette böyle bir sonuç sürpriz değildi. Hatta bağıra çağıra “geliyorum” dedi. Trump’ın referandum kutlamasına Şengal ve Karakoç bombardımanı ile cevap veren Türkiye ne bekliyordu? Burada da durulmadı. Erdoğan “bir gece ansızın gelebiliriz” derken, danışmanlarından İlnur Çelik, “Amerikan askerlerini de vururuz” deyince Washington’da bütün yüzler asıldı.
Aslında Türkiye dış politikası 1 Mart tezkeresi sonrası bölgede yepyeni bir ufka açılabilirdi, bunun şansını kısmen yakalamıştı. Ancak kendi konumunu zamanla Sünni yanlısı ve Kürt düşmanı olarak tanımlayıp “sahada” böyle davranmaya başladığında, kaçınılmaz olarak bugünkü tıkanmaya geldi. Rus uçağının düşürülmesiyle başlayan büyük savrulma devam edip gidiyor. Fırat Kalkanı operasyonu da bunun içindedir. Stratejik bir hedefi olmayan kısa ömürlü tepkiler sonunda sahibine zarar olarak döner.
Türkiye, Suriye’de yenilgiye mahkum kör adıma kendisini kilitledi. Erdoğan dünyanın neresine gitse, ne zaman konuşsa “PKK ve YPG aynı terör örgütüdür” sözünü tekrarlayıp duruyor. Bu tekrarlardan aslında herkes sıkıldı. Ankara, Amerika’nın bölge planını ve bölgedeki güçlerin durumunu okuyamıyor. Her yeni gelişmeyi kavramak yerine kendi takıntısını tekrarlayarak çaresizliğini ilan etmiş oluyor. Bu arada Ağustos ayında bir de “bağımsız Kürdistan” referandumu geliyor.
YPG’ye Amerika’nın ağır silah verme kararı, Erdoğan’ın “PKK ve PYD aynıdır” nakaratı üzerinden yürüttüğü politikanın çöküşür. YPG, Suriye’nin geleceğinde bir role sahip olacaktır. Bunun sadece Amerika’nın desteğiyle olduğunu düşünmek büyük bir hata olur ve Ankara bu hatayla neredeyse bütünleşmiş durumdadır. PYD ve YPG gerçek bir güce sahip oldukları için, ayrıca farklı halklardan oluşan Suriye için politik bir programları olduğu için bir role sahiptirler.
ABD’li komutanların silahların geri alınmayacağını açıklamalarının anlamı ise çok açıktır. ABD’nin Suriye’de YPG ile birlikte yürüttüğü operasyonlara Rakka sonrası da devam edeceğini gösteriyor. Zaten sahadaki güç durumu açısından işin böyle olmasından başka bir yol da yoktur.
Rakka sonrası PYD’nin konumu ne olacaktır? Bunu bugünden elbette bilemiyoruz. Bu, Rusya ve Amerika’nın nasıl bir ilişki yürüteceklerine bağlıdır. Ancak buradan PYD’nin varlığının bu büyük güçlere bağlı olduğu sonucu çıkmaz. PYD yılların mücadele birikimiyle tarihsel bir momenti değerlendirerek bu konuma yükselmiştir. Bu anlamda büyük güçlerin konumlanmaları ne olursa olsun, PYD ülkenin gücü olduğu için mutlaka bir rolü olacaktır. Ankara o zaman ne yapacaktır? Irak’ta Kürt Federe Bölgesi şekillenirken Türkiye’nin gösterdiği tepkiler biliniyor. Aynısı Suriye’de mi tekrarlanacaktır?
Saray, çözüm sürecini imha ederek Kürt halkını kendi lütuflarına razı etmeyi umuyordu. Referandum sonuçları bunun iflah olmaz bir hayal olduğunu ortaya koydu. Suriye’de aynı yolu mu izleyecektir. Askeri harekatlarla kantonların varlıklarını zayıflatmak ve sonra da yok etmeyi mi düşünüyor?
Saray, en büyük hatasını dış politikayı inanılmaz boyutlarda iç politikaya taşıyarak yaptı. Bu araç belli bir süre işledi. Bir noktadan sonra bu hata o kadar derinleşti ki, artık bu gidişin geri dönüşü kalmadı. Şimdi Washington’dan çok “ağır” hakaret görmesine rağmen, sadece “üzüntü” ile yetinmek zorunda kalıyor.
Dirilişi için büyük mücadeleleri göze alan Kürt halkının yenilip, ezilip, aşağılanmasında kendi siyasal varoluşunun devamını gören Saray ve Devlet artık önemli bir kırılmanın eşiğindedir. Kürt halkına karşı ne kadar saldırganlaşırsa, kendi çöküşünü o ölçüde yakınlaştıracaktır.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]