“Ben normalde Hayır demeyi düşünüyorum zaten, ama ben bunca zamandır MHP’liyim, Bahçeli’yi de seviyorum. MHP’ye ve Bahçeli’ye laf edildiğinde ben sinirlenip ‘Evet diyeceğim’ diyorum. Kimse ne değişiyor anlatmıyor, herkes sadece laf ediyor.” (www.sendika15.org, “AKP, HDP, MHP,CHP seçmeni kadınlarla bir ‘Hayır’ buluşması-Evrim Çakır)
Siyasette ölçek meselesi çok önemlidir. Sol siyasi söylemde soyutlama mantığı çok güçlüdür. Yapılar, sistemler, düzenler, egemen sınıflar gibi elle tutulamayan ögeler üzerinden düşünmek zaman zaman olanaklar sağlasa da ister istemez bir takım iletişimi kurabilme zorluklarına da yol açar. Halkın gündelik bilincinde ise her açıdan bir somutluk hakimdir. Birçok konuda karar verirken fayda/zarar analizleri yapılır. Sol politik akıl önce bütünü kavramaya, bu bütünden özele, parçaya doğru gelmeye çalışır. Hegel’in Marx aracılığıyla bize ilettiği miras olarak da bakabiliriz bu duruma. Mesela politik durum analizleri bile genelde dünya, bölge, ülke gibi bir tümden parçaya doğru gelerek yapılmaya çalışılır. Bu yüzden genelde gündelik bilincin işlediği seviyelere gelemeden bizim analizler bıkkınlık veren bir genellik içinde etkisini daha baştan kaybedebilir.
Bu referandum sürecinde de Hayır’ın söylemi genel bir AKP döneminin muhasebesine dönüşmekten kurtulamıyor. Yukarıdaki alıntıda MHP’linin geliştirdiği reaksiyon, böylesi bir genel AKP eleştirisi karşısında rahatlıkla kararsızlıktan Evet’e dönüşüme hizmet edebilir. O yüzden en baştan beri Hayır propagandasının esas olarak Anayasa değişikliği paketine yoğunlaşmasını öneriyorum. Önerinin alelacele, sadece Erdoğan’ın isteği doğrultusunda hazırlandığı ve demokrasinin tüm koşullarını ortadan kaldırdığını anlatmak aslında Hayır oyu için gerekli desteği sağlamaya yeterli olacaktır. Zaten bu yüzden AKP de maddelerin etrafında gezen bir propaganda yürütüyor. “Haç-hilal kavgası” çıkarmaya dönük girişimler, 2023 yılında atılacak 2023 metrelik “diktatörlüğü temize çekme” köprüleri bu çabanın belirgin işaretleri. Yine yukarıdaki alıntıda göründüğü gibi Hayır demeyi düşünen sağcılar genel ajitasyon değil anayasa değişikliğinin içeriği hakkında ikna edici sözler duymak istiyorlar.
Aslına bakılırsa bunca adaletsizliğe ve baskıya rağmen Hayır’ın hala güçlü bir olasılık olarak var olması son derece büyük bir başarı. Yürütülen büyük saldırıya rağmen Evet, bir momentum kazanabilmiş durumda değil. Bu kadar dengesiz bir kampanya ile kıl payı kazanılabilecek bir Evet’in de bu kadar köklü bir dönüşümü meşrulaştırabilmesi mümkün değil. Salonların basıldığı, sokaklarda stantlara saldırıldığı, tüm devlet imkânlarının Evet için seferber edildiği koşullarda, iç savaş artığı Ülkü Ocakları başkanının eline silah almaktan bahsettiği, mafya babalarının devlet adına korku üretmeye çalıştığı koşullarda Hayır’ın ısrarla kendini hissettirmesi gelecek için her açıdan umut verici. Bu durum Hayır’ın her kanadını aklamak için kullanılamasa da yine de toplumsal barış olanaklarını zorlamak açısında önemli. Yine İslamcı zeminde de Hayır’a sahip çıkacak bir ses oluşturma çabası oldukça önemli. Mazlum-Der’e AKP operasyonunun yapıldığı hafta sonu böylesi bir girişimin, son derece mütevazi de olsa açığa çıkması son derece önemli. Sağ popülizmin karşısına yeniden paylaşımcı ve toplumsal barışı esas eksen alan bir sol popülist proje konabilecekse bunun öncelikle tüm bu çeşitliliğe hitap edebilecek perspektife sahip olması gerekiyor. Bir sol popülist proje, farklı toplumsal çelişkileri yeniden paylaşım ana eksenine bağlayabilecek mahareti gösterebilirse kendisini ileriye doğru atabilir. HDP böylesi bir mahiyete çok yaklaştı, farklı çelişkileri eklemleyebilme yeteneğini önemli oranda sergiledi. Ancak bunu temel bir eksen olarak yeniden paylaşıma değil de demokratikleşmeye bağlayarak başardı. Bu durum 7 Haziran sonrası ivmelenen devlet merkezli sağ popülist atılımın emekçiler nezdinde daha kolay hegemonya kurabilmesini sağladı. Bu zaaf Türkiye’de demokrasi mücadelesi dinamiklerinin gelişiminin kendine özgü koşullarından kaynaklandı. Eğer sosyalizm mücadelesi, 2013 sonrasında Kürt siyasi hareketinin ağırlığını görece dengeleyebilecek bir toplumsal desteğe sahip olsaydı sol popülist karşı hegemonya projesinde yeniden paylaşımcı temel daha güçlü görünür olabilirdi.
İşsizlik oranının tarihi zirvelere ulaştığı, yılın ikinci yarısında kurdaki yükselişinin daha ağır etkilerinin yaşanacağının giderek belirginleştiği koşullarda sosyalistlerin bu dönemdeki özgün görevi ülkenin diktatörlüğe karşı mücadelesine dinamo olurken aynı zamanda sağ popülizmin güç kaynağı olarak görebileceğimiz işçi sınıfının farklı kanatları üzerindeki hegemonyasını çözmeye katkı sunacak bir yeniden paylaşım programını dövüştürebilmektir. Son köprü ihalesinde de ortaya çıktığı gibi (Çiğdem Toker’in Cumhuriyet’teki yazıları dikkatle takip edilmeli, yazının başında vurguladığım soyut-somut dengesini çok iyi yakalayan yazılar) devletin tüm olanaklarının Kolin, Limak, Cengiz şebekesini zenginleştiremeye seferber edildiği, Varlık Fonu’nun bir mülksüzleştirme makinesi olarak hazırlandığı, dolar milyarderleri sayısının zirve yaptığı, gelir dağılımı adaletsizliğinin rantiye sınıfı lehine bozulduğu koşullarda “zengine vergi ile finanse edilen, bir insan hakkı olarak temel ücret” talebini de içeren bir yeniden paylaşım talebini yükseltmek, bugün için her ne kadar bir detay olarak görünse de, hayati önemdedir.
Korkut Boratav’ın İleri Haber’deki son yazısı işi son kertede bir tür ulus-devlet destekçiliğine getirse de böylesi bir programın inşası açısından tartışılması gereken sorular soruyor. Bu konuyu tartışmaya devam edeceğiz.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]