“ ‘Yasa! Ya da ateş ve katliam! Yasa! Ya da ateş ve katliam!’ 23 Mart 1933’te Kroll Opera Binası’nı kuşatan kahverengi gömlekli Nazi güruhunun bağıra çağıra savurduğu tehdit buydu. Devasa bir yapı olan bu opera binası Reichstag binası yandıktan sonra bir süredir parlamentoya ev sahipliği yapmaktaydı. Mart ayının bu öğleden sonrasında parlamentonun gündeminde, yeni atanan şansölye Adolf Hitler’e Alman devleti karşısında geniş iktidar yetkileri tanıyan Yetkilendirme Yasası (Ermachtingungegesetz) vardı. Meclis’teki seçilmiş temsilcilerin üçte ikisinden daha fazlası demek olan 444 vekil yasaya evet oyu verirken 91 vekil hayır dedi. Geri kalan 81 vekil ise bazıları hapiste olduğu, bazıları da canının derdine düştüğü için oylamaya katılmamıştı.” (Alexander S. Kirshner, “Militan Demokrasi, İş Bankası Yayınları) Saray’ın başta Almanya ve Hollanda’ya yönelttiği Nazi ithamının ne kadar da yerinde olduğunu ispat eden tarihi bir belge işte! 16 Nisan referandumuna giderken Türkiye’de yaşananların yukarıdaki alıntıda ifade edilenlerle paralelliğinde ısrar edecek bir aklı evvel yoktur herhalde aranızda?
“Bölgemizdeki kaosun, kargaşanın, terörün mimarı Sayın Süleyman Soylu ilçemize hoş geldiniz!” (Alkışlar)
Son 1 aydır yaşanan gelişmeler bu referandumun en çarpıcı boyutunu ortaya koyuyor: Erdoğan, kendi bloğu üzerindeki hegemonyasını kaybediyor. Sandığa 20 gün kala anketlerin başa baş bir mücadeleyi tespit ediyor olması bu iddiamızı destekliyor. Gezi, AKP’nin kendi tabanı dışındaki kesimler üzerindeki hegemonyasının çözülmesinin ispatı olmuştu. 16 Nisan’da %60’ın altında çıkacak “Evet” de kendi tabanı üzerindeki etki alanının ne kadar zayıfladığının göstergesi olacak. Eğer şu anda anketlere yansıdığı gibi “Hayır” çıkarsa büyük siyasi zelzelelere hazır olmak lazım. Sağın siyasi mimarisinde yeni ve güçlü çatlaklar beklenebilir. AKP’nin bir zaman yuttuğu merkez sağın, Saray’ın giderek radikalleşen çizgisi sonrasında kimi çevreler nezdinde yeniden talep edilmeye başlandığı görülebilir.
Peki bu hegemonya çözülmesini tetikleyen sebepler nelerdir?
İlk olarak yaşanan büyük istikrarsızlık ve bunun aslında Erdoğan’ın siyasi hırslarınca tetiklendiği düşüncesi ağır ağır da olsa “Batı’nın oyunları” söylemi karşısında güç kazanıyor. Erdoğan’ı destekleyen parti yöneticilerinin zorla destek oldukları görüntüsü giderek belirginleşiyor. Binali Yıldırım’ın Hollanda’ya giden bakana “gitme” dediği, o gidince de istifa etmek istediği önemli bir iddia. Aydınlık’ta çıkan “Öksüz AKP’li milletvekilinin aracıyla kaçtı” iddiası da Yenikapı İttifakı’nın ne noktaya geldiğini göstermesinin yanı sıra AKP’yi bekleyen büyük ByLock hesaplaşmasının ne boyutlara sıçrayabileceğinin de işareti. Bu gerilimin AKP içinde bütünlüklü hareketi imkansız hale getirdiği görülüyor. Herkes “Büyük Patlama” sonrasına göre hesaplarını yapıyor.
İkincisi Suriye’de yaşanan tıkanma 7 Haziran sonrası oluşan anti-Kürt anti-HDP ittifakın miyadını doldurmasına sayılı günler kaldığını gösteriyor. Erdoğanlı Türkiye’nin diplomasi yeteneğinin giderek zayıfladığı anlaşılıyor. Erdoğan Türkiye dış siyaseti ve ekonomisi açısından giderek bir avantaj değil bir yük haline geliyor. “One minute”un sonrasında köprülerin altından çok sular aktı!
Üçüncüsü çok geniş cemaat tasfiyesi, bu kesimle sosyolojik olarak iç içe olan AKP tabanında da bir soğuma yarattı. En azından kafaları karıştırdı. Bir kesim için “aktif rıza”yı “pasif rıza”ya dönüştürdü, açık desteği izleme moduna aldırdı.
Dördüncüsü, ekonomide ve işsizlikte ağırlaşan tablo ve işlerin 16 Nisan sonrasında daha da zorlaşacağı beklentisi hegemonyanın çözülme koşullarını daha da besliyor.
Bu çözülmenin yarattığı kafa karışıklığı AKP yetkililerinin siyasi potlarını açıklıyor. Özgüven eksikliği ve kafa karışıklığı sürekli dile vuruyor. Yaklaşık 9 aydır olağanüstü hal ile yönetilen bir ülkede bir bakan “Türkiye’de sanki olağanüstü bir hal varmış gibi bir tablo yaratılmaya çalışılıyor” diyebiliyor. Ortalık saçmalıktan geçilmiyor. Bahçeli’nin “Diktatör Türkçe bir kelime değil o yüzden Türkiye’de diktatör olmaz” demesi de tarihe geçecek bir “akıl” örneği olarak gök kubbede hoş bir seda oluyor! “Faşist” de Türkçe değil ama ortalık faşistten geçilmiyor!
“Biz devrimciyiz bize ne canım Türkiye sağındaki yarılmadan” dememek lazım. Siyaset, son kertede konjonktürel ve o anki koşullara göre yeniden yeniden üretilen dinamik bir mücadele süreci. Bu kırılmaları görüp onları derinleştirmek ya da duraklatmak yönünde adımları tercih etmek politik aktörün işidir. Çözülen bir hegemonya, bir tıkanmanın aşılması ve suların yeniden hızla akmaya başlaması için kimi olanakların doğması anlamına gelir. Ancak bu olanaklardan yararlanabilmek için de öncelikle Saray’ın bu hegemonya çözülmesini engellemek için dozunu ilk aşamada daha da arttıracağı şiddetin yükünü taşıyabilmek gerekecek.
Bu olası çözülmenin gerekleşmesi durumunda sosyalizmi, toplumsal krizin çözümü için uygulanabilir ve desteklenen bir seçenek haline getirebilmemiz için ne yapmalıyız? “Muhtemelen 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana hiçbir zaman eş zamanlı olarak bu kadar çok sayıda insan, global düzeyde zincirlerini koparmış kapitalist piyasa ekonomisinin doğurduğu sosyal ve siyasal sonuçlardan rahatsız olmamıştı… Sanki bu öfkeli huzursuzlukta, var olanın ötesini düşünme ve kapitalizm dışında bir toplumsal durumu hayal etme yeteneği eksik gibidir.” ( Sosyalizm Fikri – Bir Güncelleme Denemesi, Axel Honneth, İletişim Yayınları ) Birçok yerde, birçok kişinin benzer noktalar üzerine düşündüğü ortada. Marx’ın dediği gibi insanlar ancak çözebilecekleri sorunları önlerine koyuyorlar ve sosyalizmin yeniden seçenek haline gelmesi için büyük bir davet olduğu kesin. Bu davetin yanıtlanabilmesi için ise sosyalizmin demokrasiyi “önemsemeyen” görüntüsünden demokrasiyi mantıki sonuçlarına vardırmayı önüne koyan, yani demokrasiyi sadece siyasi demokrasi olarak değil ekonomik demokrasi olarak da kavrayan bir güncellemeye ihtiyaç duyduğu çok açık.
Ekonomik olanı yeniden toplumsal olanın denetimine vermenin güncel yollarını bulmak! Bunun en güncel görev olduğunu anlamayan bir sosyalizmin kendisini geleceğe, “nostaljik bir deneyim”den başka bir biçimde taşıyabilmesi mümkün değildir.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]