“Annem tam tamına yedi gün sokak ortasında kaldı. Hiçbirimiz uyuyamadık köpekler gelir, kuşlar konar diye. O orada yattı, biz 150 metre ilerisinde öldük. Bir insan bir insana ne kadar acı çektirebilirse devlet de bize yedi günde bunu yaptı. Tam yedi gün annemizin cenazesi sokak ortasında kaldı. İnsan çok iyi olamıyor, insan kalamıyor”
Yaşadığımızın artık savaşın çok ötesinde bir durum haline geldiğini ortaya koyuyor bu satırlar. Milyonlara aynı anda işkence yapmaya dönük geliştirilen yöntemler hayata geçiriliyor. Devletin insanlık için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu her gün yüzlerce kez ispatlayan bir zaman diliminden geçiyoruz. Yeni Ortadoğu statükosunda bir adım öne çıkabilmek adına kendi kentlerini günlerdir bombalayan, ama tankıyla, topuyla ilçeleri günlerdir yeniden fethedemeyen bir cihan devleti var karşımızda. Birkaç gün önce ay sonuna kadar operasyonların bitirileceğini söyleyen Davutoğlu kulağının çekilmesi sonrasında demecini tashih ediyor, her zamanki gibi.
Genel laflar etmektense, boşa ajitasyon çekmektense gerçekten tüm gücümüzle var olan somut durum üzerine düşünüp taşınmaya, bir taraftan direnirken bir taraftan da Demirtaş’ın deyimiyle ahtapotun kollarını birbirine nasıl bağlayabileceğimizi düşünmeye ihtiyacımız var. Tam “bütün pencereleri yeterince sağlamca tuğla ile ördüm, içeri zerre kadar ışık geçmez” özgüvenine ulaşmışken bir talk show programında edilen bir kaç sözün savaş cephesinde yarattığı paniğe bakınca aslında bu yeni koalisyonun kırılganlığını bir kez daha hissediyoruz. Artık büyük Reis tarafından “siz çocuk öldürmeyi çok iyi bilirsiniz!” diye paylanan İsrail’e duyulan ihtiyacın belirdiği günlerde ülkede “çocuklar ölüyor, medya farklı yansıtıyor, lütfen duyarsız kalmayın” insani çığlığı en keskin sloganlardan daha büyük bir türbülans yarattı yalanlarını yüzlerine vurulan güruhta. Bu tedirginliğin ve kırılganlığın üzerine gitmenin, onu zayıf noktalarından yeniden yeniden sergiletecek hamleleri düşünmek lazım.
Bu savaş bloku, devlet aşkı ve Kürt düşmanlığı dışında birbirine benzemezliği çok olan bileşenlerden oluşuyor. Ordunun Karakaya’ya başsağlığı meselesi ile ilgili sonradan görece yan çizmesi önümüzdeki dönemle ilgili kendine has politik heveslerinin baki olduğunu gösteriyor. Laiklik hassasiyeti yüksek, Batılı milliyetçilerin Erdoğan’ın Kürt dindarlarına dönük açılımlarından (diyanet fetvaları, Cuma namazı izinleri vs.) gibi meseleleri çok hayırhah karşılamadığı düşünülebilir. Bahçeli’nin Başkanlık meselesindeki tutumu da Erdoğan’ı geriyordur. “Kürtler geliyor!” telaşıyla kurulan bu blok, kendi içinde çok zayıf teyellenmiş birçok dikiş yerine sahip. Bundan dolayı Ayşe öğretmenin demecine, ortalarına atom bombası atılmış gibi tepki veriyorlar. Bu halleriyle çok yürüyemeyeceklerini, hızlıca sonuç almaları gerektiğini, hele de Suriye’de bir barış süreci olur da başlarsa manevra alanlarının çok dar olacağını biliyorlar. Bu yüzden şuursuzca saldırıyorlar, bu şuursuzluk havasının karşı saflardaki dağılma halini büyüteceğini düşünüyorlar.
Bizim cephenin bütün dağınıklığına rağmen en önemli avantajı ise aslında bu koşullarda en küçük hak arayışının bile içinde HDP’nin de olduğu bir blok tarafından yürütülebilecek olması. Basın özgürlüğünden kamu çalışanlarının 657 meselesine, işçilerin kıdem tazminatından ücret artışı taleplerine kadar, diktatörlüğe karşı mücadeleden diyanetin fetva çılgınlıklarına tepki üretilmesine kadar sosyal alanda direnç geliştirebilecek güçler giderek ve mecburen birbirine yanaşıyor. Saflarındaki daralmaya rağmen bu güçlerin bu konjonktürde birbirine doğru itilmesi önemli bir dinamik oluşturuyor. Alevilerin başlattıkları açlık grevleri bu gelişmenin hızlandırılması açısından son derece önemli. Aslında ülkenin geleceğini Batı’da HDP’nin ve CHP’nin tabanı arasında kurulacak yakınlaşmanın seviyesi ve ortaya çıkarabileceği mücadele enerjisi belirleyecek. Bu açıdan Batı’da HDP’nin tüm bu mücadeleleri kucaklayabilecek hamleler yapabilmesi, Kürdistan’daki mücadeleyi rahatlatabilmek açısından da çok önemli. Farklı mücadeleleri kapsayabildiğimiz oranda hem Kürt düşmanlığı ekseninde oluşan savaş blokuna daha büyük dağılma enerjisi yüklemiş olacağız hem de aslında sırt sırta dayanmış olan kesimlerin mücadelede gerçekten omuz omuza vermesiyle direniş bloğunu büyüteceğiz. Bu hamleleri yapabilirsek Mart’tan sonra önemli politik hamleler yapabiliriz.
Bu yüzden kimileri karşı da olsa Anayasa meselesi değerlendirilmeli. Kurulabilen her ölçekte “Demokratik bir Anayasa nasıl olur?” meclisleri kurarak Anayasa yapım sürecini halkın inisiyatifine almak ve bu tartışmaları aynı zamanda bir barış ve demokrasi bloku kurucu bir sürece evriltmek zor ama imkansız değil. Kürtlerin özyönetim, Alevilerin eşit vatandaşlık ve diyanet’in kaldırılması, işçilerin güvenceli yaşam, kadınların özgürlük mücadeleleri demokratik cumhuriyetin anayasasını yazması gereken gerçek güçleri bir araya getirebilir.
Direniş ruhu, kararlılık ve politik akla dayalı bir önderlikle bu karanlığın aşılacağı günler çok uzakta olmayabilir.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]