Bu sorunun elbette somut bir cevabı yok! Dünyadaki aktüel örnek Kolombiya’ya bakarak bir şey söyleyebilir miyiz? Küba ve Norveç’in desteği, Venezüella ve Şili’nin gözlemciliğinde FARC ve Kolombiya devleti arasında bir anlaşmaya çok yaklaşıldı. Kırk yılı aşkın savaş nihayet bir barışa evrilecek gibi görünüyor. Kolombiya ve Türkiye’nin benzerlikleri çok az, üstelik Türkiye çok belalı bir bölgede bulunuyor. Bu nedenlerle karşılaştırmanın öğreticiliği çok sınırlı kalacaktır.
İki ülkede olayların akışında bir zaman aralığının benzerliği oldukça ilgi çekici; onun hatırlanmasında yarar var.
1960’larda başlayan savaşın yirmi beşinci yılında, 80’li yılların ortasında, Kolombiya hükümeti bir ateşkes sonrası FARC’ın legal siyasi alanda temsiline onay veriyor. FARC destekçileri tarafından Union Patriotica (UP) kuruluyor ve 1986 seçimlerinde önemli bir başarı kazanıyor. 14 senatör, 20 milletvekili, 23 belediye başkanı ve 300 belediye meclisi üyeliği kazanan parti çok geçmeden paramiliter güçler tarafından cezalandırılıyor. Sonuç, 1990’lara kadar parti destekçisi 4000 sivil ölümü, iki başkan adayının katledilmesiyle yeniden uzun sürecek bir savaş dönemine giriliyor.
Ciddi barış görüşmeleri ancak 2000’li yıllarda başlayabiliyor ve 2012’de Havana’da umut verici bir döneme giriyor. (Le Monde diplomatique, Jan. 2016)
HDP’nin 7 Haziran seçimlerindeki başarısı ve ardından gelen savaş süreci 1980’lerin Kolombiya’sına beziyor. UP’nin 1986 yılındaki başarısı Kolombiya devletinin nasıl sinirlerini bozduysa, HDP’nin 7 Haziran başarısı da Ankara’nın sinirlerini bozmuştur. İkisinin de ardından amansız savaş dönemleri gelmiştir.
Her iki örnek de devletlerin sırf kendi kanunlarıyla nasıl egemen olamadıklarını; ancak kanun dışına çıkarak, keyfi zor uygulayarak egemenliklerini garanti altına aldıklarının örnekleridir. Dünyada böyle o kadar çok örnek var ki!
AKP iktidarı Kürt Özgürlük Hareketi’nin güçlenmesine savaşla cevap verdi. Demek ki, başka bir cevabı yoktur. Kolombiya devletinin de yoktu… Yıllarca paramiliter güçlerle inanılmaz katliamlar yaptı, ancak özlediği hedefine, FARC’ı tasfiye etme hayaline kavuşamadı. Bu yolda pek çok devlet gibi Türkiye de bir kez daha aynı yolu deniyor.
Yol hep benzer çıkmaz sokakta tıkanıyor. Eğer bir sosyal hareket tarihi ve maddi temellere dayanıyorsa yok edilemez. Bunu Ankara da elbette öğrenecek. Ancak ne pahasına?
Kolombiya’da 1960-2013 arası savaş yıllarında iki yüz bin insan kaybı yaşanmıştır. Elbette büyük maddi zararlar da; fakat bunların hepsini kapsayan başka bir felaket yıllarca büyütülmüştür. O da devasa boyutlardaki toplumsal çürümedir.
Türkiye aynı yoldadır. Temmuz sonunda Suruç Katliamı’yla derinleşen dönemde sadece yüzlerce insan yok edilmedi; bir yandan demokrasi umutları öldürülüyor; öte yanda toplumsal çürümenin boyutları boğucu ölçülerde büyütülüyor. En son “Beyaz’ın programında” “çocuklar ölmesin” çığlığına gösterilen tepki toplumda korkunç bir canavarın inanılmaz boyutlarda büyütüldüğünün kanıtıdır.
Toplumsal çürüme öyle boyutlara gelmiştir ki, milyarların “sıfırlanmasına”, ayakkabı kutularında saklanmasına, hatta her sene ülkeye giren kara paranın boyutunun büyümesine hiç ses çıkmazken, insanlığın katledilmesine karşı atılan bir çığlık, korkunç homurtularla yok edilmeye çalışıyor.
Kolombiya’da barış masasının arkasında en az iki yüz bin insan kaybı, paramiliter güçlerce yapılan uyuşturucu ticaretiyle kendi dinamiklerini kaybetmiş bir ekonomi, derinliği baş döndürücü bir uçurum haline gelmiş toplumsal parçalanma duruyor. Barışın geleceği sanki pamuk ipliğine bağlı… Bu kadar çürümüş malzeme yığınağından nasıl aydınlık yaratılacak!.. Büyük ve ezici bir soru işaretidir.
AKP iktidarı, tüm devlet güçlerini seferber ederek kendi kentlerini fethetmeye uğraşırken, Kolombiya’daki ölçüde baş döndürücü bir uçurum yaratıyor. Gençlerin “hendekleri” bu uçurumun yanında çok sığ kalır. İktidar katliamını büyüttükçe, uçurum kara deliğe dönüşüyor.
Saray ve AKP, onarılması her geçen gün zorlaşan bir toplumsal parçalanmayı inşa ediyor. Böyle giderse o göklere çıkardıkları “tek vatan, tek millet, tek dil”den geriye bir yıkıntı kalacaktır. Sadece Kürt coğrafyasındaki evlerin duvarları yıkılmıyor, halkların yüreklerini bağlayan değerler de yıkılıyor. Bu köprüler havaya uçuruldukça “Fırat’ın doğusu ve batısı” ayrı ülkeler olur.
Sarayın merdivenlerine dizilen “on altı Türk devleti”nin sonuncusu her geçen gün kendi yarattığı kara deliğe yaklaşıyor.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]