“Ebedi Şef ve tek Adam olma konularında da Erdoğan’ın Atatürk’ü kendisine örnek aldığı anlaşılmaktadır. Erdoğan 2015 seçimlerinin aslında Başkanlık Sistemi’nin oylanacağı bir referandum olacağını şimdiden ilan etti. Yani her iki siyasi proje de toplumun kendi özyönetim prensiplerine göre şekillenmesine kesinlikle karşı, tam anlamıyla burjuva diktatörlüğü projeleri olarak görülebilir.
“Ermeni Soykırımı ile ilgili bir davaya Perinçek, Baykal ve Egemen Bağış’ın birlikte gidebilmesi bile örtüşmenin ne kadar güçlü olduğunu göstermiyor mu?
“Yani esasa dair konularda ezilen halkların, sınıfların, cinslerin hayatı açısından arada büyük bir benzerlik bulunmakta. Sonuç olarak sosyalistlerin ısrarla “cumhuriyetin kazanımlarına” sahip çıkma konusunda bir hassasiyet gösterme çabalarının bir burjuva projesine eklemlenme dışında yaratabileceği bir siyasi sonuç yok. Bütün dünyada ezilenlerin gününün gelmekte olduğunu gösteren gelişmeler yaşanırken bizlerin ufkunun yepyeni bir ülke inşa etmeye odaklanması gerekmiyor mu? Kemalizm ile İslamcılık arasındaki farkların göze sokulmaya çalışılmasının sola nasıl bir katkısı olabilir? Humeyni’ye karşı direnmek için Şah döneminin kazanımlarından bahsetmenin ne alemi var?” (“Kemalist İslamcılık”, 20.01. 2015, www.sodap.org)
Saray İslamcılığının “Atatürk’ü Marksistlere bırakamam” telaşıyla ortalığa atılması kapsamlı tartışmaları tetikledi. Kafayı 2019’daki seçimlerle bozmuş muhalif kesimin bir kanadı, bunun da Erdoğan’ın seçim hamlelerinden biri olduğu konusunda hızla hemfikir oldu. Her konuda olduğu gibi buradan da Erdoğan’ın “stratejik deha”sına üstü örtük methiyeler üretme karamsarlığında olanlar ise bu yeni açılımın ne kadar uzun süredir pişirildiğini, kapsamlı raporlar ekseninde yapılan tartışmalar sonrasında gerçekleştiğini Selvi edasında yazdılar. Orhan Bursalı, Melih Pekdemir ayarındaki Kemalistler ise Atatürkçülerin bu açılıma gülüp geçeceğini, bu zokayı yutmayacağını ilan ettiler.
Erdoğan’ın 2019 seçimlerinden önce 2018’in nasıl geçeceği konusunda endişeli olduğunu düşünmek, 2019’dan ziyade oraya nasıl gideceğine yoğunlaştığını varsaymak daha gerçekçi görünüyor. Özellikle Suriye savaşında sona yaklaşılması, Zarrab Davası ve 2018 ile birlikte küresel finans bolluğunun azalmaya başlaması Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunları daha da keskinleştirecek. Ekonomiden gelen sinyaller, Zeybekçi’nin bütün “büyüme masalları”na rağmen toplumun giderek daha geniş kesimlerinin canının daha fazla acıyacağı bir döneme gireceğimize işaret ediyor. Maliye yeni bir Kredi Garanti Fonu patlamasının yükünü taşıyabilecek durumda değil.
Dolayısıyla Saray’ın şu andaki açılımlarına büyük bir telaş hâkim. Temel güdü ise günü kurtarmak. Zarrab Davası’nın şok dalgaları oluşur da yaşanan ekonomik sıkıntılarla rezonansa gelirse bütün baskılara rağmen toplumsal muhalefetin farklı noktalardan çıkış yapması kaçınılmaz hale gelecektir. Sokaktan yeni bir muhalefet dalgasının yükselmesi durumunda ise kentli geleneksel orta sınıfların ne tutum alacağı şu andaki en önemli belirleyici etkenlerden bir tanesi olacaktır. Bu kesimler Gezi’de olduğu gibi demokratik bir blok içinde keskin bir muhalif çizgiye çekilirlerse, Cumhuriyet’in demokratikleşmesi ekseninde bir toparlanma önemli politik sonuçlar yaratabilir. Erdoğan daha ziyade bu kesimler nezdinde bir kafa karışıklığı yaratmaya çalışarak, onları kritik bir momentte devletçi ve milliyetçi saiklerle hareketsiz kalmaya ikna etmek için şimdiden çalışmalara başlamıştır.
Kemalistlerin, Atatürkçülerin bu zokayı yutmayacağı düşüncesi fazla iyimserdir. Bunun iki sebebi var. Girişte 2,5 sene önceki bir yazıdan alıntı yaptım, orada İslamcılık ve Kemalizm’in düşman kardeşler gibi görünmelerine rağmen mekanizmaları çok benzeyen iki burjuva ideolojisi olduğundan bahsetmiştim. Devletçilik, milliyetçilik, sermaye sevicilik, Kürt düşmanlığı, dini kendine araç kılma bu benzerliklerden birkaçı. Ancak daha önemlisi, Erdoğan zaten 29 Ekim-10 Kasım açılımlarını bu kesimdeki birtakım kırılmaları sezdiği için yapabiliyor. Perinçek’i hiç saymaya gerek yok. Sözcü gazetesine açılan terör soruşturması sonrasında Soner Yalçın’ın yazılarında da Saray’ın “anti-emperyalist”, Avrasyacı açılımlarına eklemlenme telaşı seziliyor. “Mevzubahis olan vatan ise… Mevzubahis olan Mehmetçik ise… İç politik tartışmaları bir kenara bırakmak zorundayız. (vurgu bana ait.) Türkiye NATO/ABD gölgesinden çıkıp bölge ülkeleriyle ortak hareket etmektedir. Ve bunun içinde Suriye de vardır. Bu dış politika bağımsız Türkiye (vurgu Soner Yalçın’a ait) adımlarıdır… Türk Ordusu Suriye’ye barış getirmek amacıyla İdlib’e girdi.” (10 Ekim, Sözcü, “İrem tatile çıktı”) Yani Atatürkçülerin “Mehmetçik, vatan, Musul, Kerkük, Kürt” vs. söz konusu olunca “iç politik tartışmaları” bir kenara bırakması, şimdiye kadar defaten gördüğümüz gibi gayet kolaydır.
Ancak bütün bunları görüp söyledikten sonra bir kenara çekilip haklı çıkmanın huzurunu yaşayamayız. Tam tersine sosyalistlerin ve HDP’nin, Kemalistlerin faşizme karşı direnme eğiliminde olanları ile demokrasi cephesi içerisinde buluşma noktasında daha aktif hamleler yapması gerekiyor. “Güvenilmez insanlarla bile geçici ittifaklara girmekten korkanlar yalnızca kendilerine güvenmeyenlerdir, bu tür ittifaklar olmadan tek bir siyasi parti bile var olamazdı… Bağların kopma sebebi elbette ‘müttefikler’in burjuva demokratları olduğunun anlaşılması değil. Tersine bu eğilimin temsilcileri Rusya’nın bugünkü durumunun ön plana çıkardığı demokratik görevler söz konusu olduğu oranda sosyal demokrasinin doğal ve arzulanan müttefikleridir.” (Lenin, Ne Yapmalı? Agora Yayınları, s. 14-15)
Erdoğan geçtiğimiz günlerde siyasi aklının esasını en veciz biçimde ortaya koyan bir ifade kullandı: “Fırsatın kazası olmaz!” Kendisi fırsat gördüğü noktaya en büyük güçle yoğunlaşmak gibi bir haslete sahip. Demokrasi güçleri ise bu fırsatı onun için kullanılamaz hale getirme görevi ile karşıyalar. Kemalizm’in İslamcılığa yol verme sürecinin arkasında sermaye sevicilik (1), devletçilik ve Kürt düşmanlığı olduğunu anlatmaya çalışmaktan yılmamak; tekelci sermaye ve işçi devrimleri çağında burjuva bir aydınlanma projesinin gericilik üretmeden ayakta kalamayacağını açıklamakta sabırlı davranmak, 1918-1923 arasında yaşanan ham, devletsiz Kemalist dönemi daha fazla mercek altına almak bu noktada olanaklar yaratacaktır.
1- Güler-Okuyan TKP’sinin 10 Kasım açıklamasında “1923’te Türkiye’de sosyalizmin maddi temelleri bugüne kıyasla çok zayıftı” cümlesi iflas etmiş bir 2. Enternasyonelci anlayışın zirvesidir. Güler, Ertuğrul Kürkçü’nün röportajını eleştirirken yüklendiği anlayışı kendisi sergilemiş. Oysa şu açık ifade edilebilir ki 1923 değil ama 1918-1921 Türkiye’si devrime bugüne kıyasla çok daha yakındı!
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]