Saray bütün hızıyla 2019 seçimlerine hazırlanırken kötü haberler de hızlanarak gelmeye başladı. En önemlisi ekonomi cephesinden gelen haberlerdir. Japon kredi derecelendirme kurumu JCR’nin Türkiye sorumlusu Orhan Ökmen “seri iflasların” kapıda olduğunu açıkladı. Firmalar üzerinde gerilim arttığı için kurum üç ayda bir yaptığı stres testlerini bir haftaya indirmiştir. Firmalarda “nakit tutma arzusu” yükselmektedir. Borç ödemek yerine herkes parayı elinde tutmayı tercih ediyor. Bu eğilim artarak devam ederse iflaslar kaçınılmazdır.
“Uzun süreden bu yana gözlemlenen yatırımcı güven eksikliğine bağlı olarak, Türkiye’nin üretim gücünü artıracak olan yatırımların gerilemekte olması, kurumsal kalitedeki ve hukuk sistemindeki aşınmalar ekonomik büyümenin sürdürülebilirlik gücünü zayıflatıyor.” (JCR, Orhan Ökmen) Üretim gücü gerilerken bilindiği gibi inşaat sektörü çılgın büyümesine devam ediyor.
“Türkiye ekonomisinin inşaata dayalı olması kırılganlığı artırıyor. TL’nin değer kayıpları, fonlama maliyetleri üzerindeki olumsuz gelişmeler ve enerji fiyatlarındaki artışlar inşaat sektörünün 2017 yurtiçi performansını ve likidite olanaklarını oldukça hırpaladı. Büyük altyapı projelerinin finansmanı oldukça zorlaşıyor. Bankalar açısından inşaat sektörünün 2017’de riskli kategoriye yükseltilmesi de sektörel likidite zorluğu yaratıyor.” (a.y.)
Bankaların inşaat sektörünü “riskli kategoriye” yükseltmesi kırılganlığın hangi seviyeye dayandığını gösteriyor.
Öte yandan eski Merkez Bankası Başkanı Dursun Yılmaz ekonominin durumunu 2001 yılında yaşanan sürece benzetiyor. “Bugün de aynı koşullar oluşmuş durumda. Sayısız bütçe dışı harcama var ve hem miktarını hem de nereye gittiğini bilmiyoruz. Varlık Fonu böyle bir şey mesela…Türk ekonomisi dışarıdan kuşatılmış gibi bir hisse kapılıyorum ben.” (Dursun Yılmaz ile röportaj)
Bu gidiş karşısında Saray telaşla Körfez’de tur atıyor. “Yeni anlaşmalar imzalıyor.” Ancak bunların artık gidişi değiştirmesi imkansızdır. Sadece dış borçlanmanın “kalitesini düşürüyor.” Yani günü döndürmek için geleceği iyice karartıyor.
Esas bomba, Dış İşleri Bakanlığı’nın Rıza Sarraf davası ile ilgili ABD’ye nota vermesiyle patladı. Dava ile ilgili “bilgi istenmiş”. Telaşın nedeni çok açık. Yaklaşan mahkemeden ortaya çok kötü kokular yayılacaktır. 17-25 Aralık’ta patlayan yolsuzluk skandallarını Saray büyük bir beceriyle örtmeyi başarmıştı. Ancak New York’ta açılacak Pandora’nın Kutusu’nu örtmesi mümkün değildir.
Saray bunu elbette “vatana saldırı” olarak yorumlayacak, iç politikada duyulmaz hale getirmek için elinden ne geliyorsa yapacaktır. Bunu büyük bir gürültüyle bir kez daha başarabilir de! … Ancak Amerika’da açılacak olan Pandora’nın Kutusu’ndan çıkanları bütün dünya görecek ve duyacaktır. Kötü kokular oraya yayılmaya başlayınca ardından bazı önemli uluslararası finans kurumları veya benzer organizasyonlar burunlarını tıkayacak, yani Türkiye’ye sermaye ve para akışları sekteye uğrayacaktır. Eski Merkez Bankası Başkanı Dursun Yılmaz’ın “Türk ekonomisi dışarıdan kuşatılmış gibi bir hisse kapılıyorum.” deyişi, bu olacakları anlatıyor.
2019’a kadar giden yol gerçekten çok engebeli. Yaklaşan dalgayla Saray bugüne kadar yaptıklarının bedelini ödeyecek midir? AKP iktidarı yıllarında 18 milyon civarından insan sadakaya muhtaç edilmiştir. Bu durum insanların elini, dilini bağlıyor. Bu lanetli alın yazısından kurutulma zamanı gelmedi mi?
Öfke sokağa çıkmadıkça Saray bir kez daha günahlarını örtebilir.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]