Türkiye’nin en iyi yetişmiş sosyal bilimcilerinin akademiden uzaklaştırılması ile paraya para demeyen bir TV vaizinin YÖK üyeliğine atanmasının eş zamanlılığı, içinden geçilen zamanın anlamını ortaya koyması açısından son derece yerinde bir örnek. YÖK, Türkiye akademisinin imha edilmesinin bir arcı olarak inşa edilmişti 12 Eylülcüler tarafından. Başına getirilmiş olan şahıs, mizah dergilerinin en gedikli ilham kaynaklarından biriydi, kendisinin intihalci olduğu ortaya çıkmıştı, arkasında devasa bir servet ve havaalanları inşa eden ve işleten bir şirket bıraktı. Türkiye’nin bugünkü kavrukluğunda YÖK’ün müstesna bir yeri olmaya devam edecek demek ki! Kendisinden zamanında çok şikayetçi olan AKP hükümeti de YÖK ile gayet uyumlu bir çalışma içerisinde. Sadece eskiden askere ve yüksek bürokrasiye bağımlı olarak çalışan kurum artık Saray’ın bir uzantısı olarak kesip biçmeye ve budamaya devam edecek. Toplum sonuç olarak kesilip biçilmekten ve budanmaktan kurtulamıyor. Bu halde de bir türlü olgunlaşamıyor ve kendisinin ne olduğunu bile tam olarak kavrayamadan yaşamını sürdürmeye devam ediyor. Demokrasi en çok da toplumun bu anlamda olgunlaşması, genel olarak kafasının açılması, neyin içinde olduğunu fark edebilmesi açısından önemli. Demokratik tartışmanın olmadığı yerde dogmaların ve hamasetin bu kadar üstünlük kurması rastlantı değil. Etrafımızda genelde bir ergen seviyesindeki politik bilincin hakim olduğunu gözlemlememiz bu demokrasisizliğin ve onun doğal sonucu olan ya apolitizmin ya da fanatik partizanlığın bir ürünü. Bu bilinç kendisini o kadar mantıksız bir biçimde sürekli doğrulanmış olarak hissedebiliyor ki şaşırmamak olanaksız. Hükümetin son 14 yıl içindeki gitgellerini ve zikzaklarını yapan tek bir insan olsaydı şu anda tımarhanelik duruma gelmiş olacaktı. Çünkü bir insan zihninin kaldırabileceğinin çok üzerinde bir şuursuzluk ve tutarsızlık hali ile karşı karşıyayız. Bu seviyedeki bir şuursuzluk ancak kendisine ne kadar büyük bir güç vehmettiğine dair bir özgüven salgılayabilirse ayakta kalabilir. Fakat bu özgüven salgılama çabasının kendisi bile giderek patolojik bir hal aldı.
Örneğin şu Türkiye Varlık Fonu meselesi. Bu kurum kendisinde çok bahsettirecek, burası kesin. Yiğit Bulut’un bir tür Zihni Sinir projesi olarak görünüyor ama bir yandan da muazzam bir yıkıcılık üretebilir. Örneğin İstanbul Borsası’nın son aylarda 75 binden 90 binlere dayanmasında nedense tek bir aracı firmanın, Yatırım Gayrimenkul’un yaptığı alım satımların son derece belirleyici olduğu konuşuluyor. Şirket ise alımların arkasında “algoritma ile alım satım yapan bir fon”un olduğunu açıklıyor. Bu işin arkasında TVF’nin olma olasılığı son derece yüksek. Devletin neredeyse tamamen Saray’ın mülkiyeti altına alınmasının ekonomik yönünü çok güzel tasvir eden bir gelişme. Borsayı manipüle ederek referandum öncesinde sahte bir iyimserlik yaratmak için kullanılabilecek bir fon yaratmak aşırı özgüven salgılama zorunluluğunun yarattığı yıkıcı bir defo.
Abdülhamit dizisinde İngiliz Büyükelçi tokatlanır da Reis boş durur mu? Durmadı da nitekim ve Başbakan “14 Mart’tan önce Hollanda’da bir şey yapmak mümkün değil” dedikten birkaç gün sonra önce Hollanda, sonra da giderek seçimleri yaklaşan ve “ırkçı sağ” tehdidi hisseden tüm ülkelerle bir kriz yaratıldı. Krizin çift taraflı oy üretmekte kullanıldığı açık. Ancak Suriye’de işlerin tıkandığının bir işareti olarak okunması da mümkün. “Hedef Münbiç” meselesinde yol alınamayacağı Putin ziyareti sonrasında iyice netleşmiş olmalı ki böyle bir işe tevessül edilmiş. AKP’li bakanın “kriz evetleri %2 arttırdı” demesi turist gözleyen otel sahipleri ve ihracatçılar tarafından nasıl karşılandı, Avrupa’da yaşayan Türklerin üzerindeki basıncın artması buraya ne türlü yansımalarda bulunur, bunu yakında göreceğiz.
Saray, toplumun neredeyse tümüne zarar veren manipülasyon ve provokasyonlarla rıza üretmek dışında bir seçeneği kalmadığını mı düşünüyor? Bu görüntü, üretmeye çalıştıkları aşırı özgüvenli, ne yaptığını bilen politik aktör imajını tahrip ediyor. İşlerin kendileri açısından pek de yolunda gitmediğini gösteriyor.
Popülizmin sermaye açısından taşınabilir ve kabul edilebilir olmasının en önemli sebebi sınıfsal çelişkiyi kültürelleştirmesi ve toplumsal öfkeyi “büyük adaletsizlikten” başka noktalara yönlendirmesi. Toplumu kültürel bir eksende aşırı kutuplaştırmayı başarması böylece de ezilenlerin kendi bağımsız hattını inşa etmesini zorlaştırması. O zaman popülizmin ana taktiği bu kadar belirginse onunla mücadele edenlerin de bu oyunu bozma yönünde hamleler yapması gerekmez mi? Yani kültürel kutuplaşmayı aşacak hamleler örgütlemek. AKP’nin devasa propaganda makinesi karşısında bunu başarmak kolay olmasa da yukarıdan aşağıya enjekte edilen nefret söylemine karşı toplumun sosyolojik varlığını önceleyen, yani farklı kültürel arka planlardan emekçilerin kardeşleşmesini öne çıkaran, AKP’nin söylemiyle kontrast yaratan, bütünü sahiplenen bir hattı yaratmak çok önemli. “Toplumsal Barış” talebi bu anlamda çok önemli. Aile içlerine kadar sızan bir yarılma yaşanıyor ve bu durum bir yandan toplumu hastalandırırken bir yandan da bireylerin yaşamını da dayanılmaz hale getiriyor.
Popülizmle mücadelenin en önemli diğer boyutu ise hiç kuşku yok ki “yeniden paylaşım” talebini öne çıkarmak. Başta hükümetin talan ortağı şirketleriyle ama genel olarak da asgari ücreti vergi dilimi baskısından yasal olarak kurtaramayıp şirketlere teşvik üzerine teşvik veren bir sistemle, yoksulluğu ve dolar milyarderlerini aynı anda üreten bir garabetle hesaplaşabilmek. Solun varlık sebebi, yoksulluğu; yeni yetme burjuvazinin yerini sağlamlaştırmak için kullandığı bir koçbaşı olmaktan ve tiranlığın sosyal tabanı olmaktan çıkarıp 21.yüzyıl sosyalizminin kurucu öznesi haline getirebilmektir. Bugün tüm gücümüzle HAYIR için çalışırken bu asli görevi bir saniye aklımızdan çıkarmıyoruz.
Saray diktasına gerçekten HAYIR diyebilmenin solun bu asli rolünü oynayabilmesiyle, ezilenlerin toplumsal barışı ve “büyük adaletsizliğin” bir yeniden paylaşımla ortadan kaldırılması taleplerini görünür kılmakla mümkün olacağını unutmuyoruz.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]