Şeker İş Sendikası’nın her gün ücretsiz 2 saat fazla çalışarak “özel istihdam büroları”nı protesto etmesine benzer bir saçmalık da CHP’nin AKP’nin dokunulmazlık önergesine “evet” diyerek “itiraz” etmesi ile yaşandı. Kılıçdaroğlu daha sonra kendisinin de hukuksuz olduğunu belirttiği bir yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi’ne taşınmasına destek olan vekilleri de partiden atmakla tehdit ederek Erdoğan’ı bir kez daha sevindirdi. ABD sitesinin haberi doğru ise yani Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanı ile Egemen Bağış dokunulmazlıklar konusunda anlaşmak üzere görüşmüşler ise Kılıçdaroğlu’nun kan edebiyatından ne anladığı da daha iyi anlaşılmış olacak. Baykal ve Kılıçdaroğlu her ihtiyaç duyduğunda Erdoğan’a hayat öpücüğü vererek onun siyasi kariyerinin en önemli destekleyici isimleri oldular. Bahçeli’nin Türkeş’le yarenliği de gözleri yaşarttı. Devletlü siyasi elitlerimiz savaştan, Kürtlerin ölmesinden, kentlerin yıkılmasından büyük bir haz alıyor görünüyorlar.
Erdoğan yarattığı krizleri kendisi çözerek menziline ulaşmaya çalışıyor. Bu süreçte kimi temel izlekleri var. Ordu ile kol kola yürümek, MHP’yi her koşulda yedeklemek, cemaatin boşalttığı yeri MHP’lilerle doldurmak ve bunu yerli-milli iktidarın yapıştırıcı zemini olarak tutmak, CHP ile HDP yakınlaşmasını her koşulda engellemek, bu ikisini de siyasetsiz kılmak, Kürdistan’da yaşanan savaşı izole etmek. Geliştirdiği her taktiği bu çerçevede hayata geçiriyor. Yaratılan krizler ayrıca Saray dışındaki tüm kurumların meşruiyetini ortadan kaldırmaya yönelik. Davutoğlu krizi hızla Başbakanlık makamını sıfırladı, dokunulmazlıkların kaldırılması Meclis’in başkanlığa karşı direnme kapasitesini elinden aldı, partiler büyük bir hızla irtifa kaybediyor ve iç sorunlarla boğuşur hale geliyor. Yargı zaten olmayan itibarını tamamen kaybetmiş durumda. Basın birkaç mevzi dışında daha önce sadece askeri darbe dönemlerinde olduğu kadar suskun. CHP içindeki hayırcı vekiller Anayasa Mahkemesi’ne başvuru konusunda bir isyan başlatırlarsa demokrasi cephesinin oluşması konusunda önemli bir iş yapmış olurlar.
SYRIZA’nın ilk Maliye Bakanı Varoufakis, Tsipras’ın imzaladığı teslim belgesini kamuoyuna İspanyol muhafazakâr lider Rajoy’un büyük bir mutlulukla elinde sallayarak açıkladığını anlattı. SYRIZA’nın teslim bayrağını çekmesi İspanyol burjuvazisini çok sevindirmişti. HDP, savaş blokuna bu sevinci tattırmadı. Belki çok yaratıcı bir siyasi direnç üretilemedi ama devletin ve Saray’ın tüylerini diken diken edecek bir kararlılık bütün açıklığıyla ortaya kondu. Dokunulmazlık yasası bulaşıcı olan cesaret ve direnişi kırmaya dönük bir hamledir. Dokunulmazlıkların kaldırılmasında temel amaç HDP’nin temel taşıyıcı direği olan Demirtaş başta olmak üzere kimi önemli kadrolarını siyaset dışına itmek ve böylece partiyi barajın altına itmektir. Ancak HDP de bu saldırıyı boşa düşürecek hazırlıklarına şimdiden başladı. “İrademe değil Zarrab’ın, Zencani’nin bağışlarına dokun” diyen, yolsuzlukların üstünü örterken tüm zorlukları aşarak barajları yıkıp Meclis’e giren bir partinin saçmalığını anlatan bir çalışma etkili olacaktır. “Erdoğan’la anlaşacaklar onu başkan yapacaklar” edebiyatının türeticilerinin hepsi Erdoğan’la şu veya bu biçimde anlaşmışken diktatörlüğe karşı tüm direncin HDP ekseninde birikmesi aslında tarihsel bir olanak da ortaya koyuyor. Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin en ön safında HDP duruyor hala. Demokrasi güçleri HDP’yi savunarak ve kapsamlı bir demokrasi programı ortaya koyarak önemli bir momentum yaratabilirler. Dokunulmazlıkların referanduma gerek kalmaksızın onaylanması, dokunulmazlık oylamasının başkanlığa karşı bir direniş hüviyeti kazanmasından korkulması ile gerçekleşti. Savaş koalisyonu savaşın şiddetlendirilmesi dışındaki tüm seçenekleri devre dışı bırakmaya çalışıyor. Çünkü biliyorlar ki aslında 7 Haziran öncesi ruh hali toplumun çok uzağında değil. Savaş koalisyonun iradesindeki çatlaklar hızla demokrasi cephesinin olgunlaşmasının zemini haline dönüşebilir. Bu yüzden bir seneden az bir zamanda binlerce kişinin ölümüne yol açan savaşın şiddetlendirilmesi ile toplumun sersemletilmesi yolu tercih ediliyor. 20 Mayıs darbesi 22 Nisan-1 Mayıs momentinin nefes aldırdığı toplumsal dinamiği de boğmaya dönük bir hamle yani. “Bu toplum şehadete susamış” gibi bir çılgın retorik savaş koalisyonun topluma kan ve savaştan başka bir vaadi olmadığının da ispatı gibi. IŞİD’in söylemi ile Saray’ın söylemi arasındaki açı giderek azalıyor. Savaşı ve ölümü yegâne arınma ve yükselme yolu olarak görme, orta sınıflaşma ve giderek daha da dünyevileşme ile çelişki içerisinde yaşanıyor.
Basının bu kadar suskun olması ABD’nin IŞİD’in başkenti konumundaki Rakka’ya dönük operasyonlarında hazırlıkların son noktaya geldiğini de göstermekten kaçınıyor. Çünkü bu nokta görünür hale geldiğinde Erdoğan’ın tüm çabalarına rağmen PYD’nin sahadaki etki alanının giderek arttığını da göstermesi gerekecek. ABD Erdoğan’ı PYD’yle, PYD’yi de Erdoğan’la korkutarak iki tarafı da kendi projelerine ikna etmeye çalışıyor. Sonuç olarak Erdoğan İsrail konusundaki tüm rezervlerini kaldırırken PYD’de Membiç’ten önce birçok açıdan oldukça riskli Rakka operasyonuna soyunmak zorunda kalıyor. Ya da Genelkurmay’ın birkaç gün sonra açıklama değiştirmesine yol açacak kadar önemli bir gelişme, Kobra tip bir helikopterin omuzdan atılan bir MANPADS roketle düşürülmesine karşı da kamuoyunun bir ilgisinin artması mümkün değil. Çünkü bütün basın nasıl da yaşanan her şeyin Erdoğan’ın istediği gibi, tereyağından kıl çekercesine halledildiğini anlatmaya çalışmakla meşgul. Oysa savaş konusunda işler ödenen büyük bedellere rağmen istenildiği gibi gitmiyor.
Toplumu şu aşamada Erdoğan karşısında güçsüz kılan Erdoğan’ın gücü veya dehasından ziyade Kürt düşmanlığı. Sarayın “Yeni Türkiye”sinde kendisine yer olmadığını düşünenlerin ne yöne döneceği ülkenin önümüzdeki birkaç on yılını belirleyecek bir viraj halini alıyor. Kürt düşmanlığı ile gözlerini karartıp savaş cephesine yanlayanlar en çok da çok sevdikleri M. Kemal’den bir şey anlamadıklarını ortaya koyuyorlar. Türkiye Cumhuriyetini yaratan konjonktür Kürtlerle ve komünizmle ittifak halinden beslenmişti. Şimdi bu ikisine düşmanlığın Kemalistlere çıkaracağı fatura Cumhuriyetin imhası olabilir.
Güçleri birleştirmeye çalışmak, toplumun farklı kesimlerini bir arada davranmaya ikna edecek kişi ve konumlar üretebilmek, özgürlük adına elde ne varsa bunları savunacak mevziler inşa etmek, bir taraftan da aslında “başka türlü bir şeyin” ne olduğunu bulmaya ve göstermeye çalışmaya devam etmek… Aklın karamsarlığı karşısında iradenin iyimserliğini güçlü tutabilmek, insanlara umut aşılayabilmek şu aşamada öncünün en önemli görevi. Çünkü onlar da ancak umudumuzu kırdıklarında kazanacaklarını biliyorlar.
Onlara bu zevki tattırmayacağız.