Aynı gece hem SYRIZA’nın tarihi başarısına hem de Kobane’nin IŞİD’den tamamen temizlenmesine şahit olmak gurur ve mutluluk verici. Bu çakışma, yürümemiz gereken yola dair çok şey anlatıyor. Rojava ve Atina arasına bir Anadolu bağlantısı inşasında başarılı olacak mıyız?
SYRIZA’nın bu başarısında Tsipras’ın gençliğinden çok daha fazla öne çıkan etkenler var. 2008’e kadar ucuz kredilerle patlayan inşaat sektörüyle hızlı bir büyüme yakalayan Yunanistan(size bir yerleri hatırlatıyor mu?), küresel krizin darbesini çok ağır yedi. Reel ücretleri üçte bir oranında eridi, emekli maaşları düşürüldü, devlet memurları işten atıldı, genç işsizlik %50’lere çıktı. Böyle bir momentte SYRIZA sokaklardaki isyanlardan da güçlü bir biçimde beslenerek istikrar paketi karşısında en net duruşu sergiledi. 580 Euroya düşürülen asgari ücreti yeniden 710 Euro’ya çıkarmayı vaat etti. Tek bir evi olanların evine borçlarını ödeyememe gerekçesiyle el konulamayacağını savundu. Borçlarını ödeyemeyenlerin borçlarının ödeyebilir hale gelene kadar dondurulmasını önerdi. Ülkenin borçlarının kayıtsız şartsız geri ödenmesine karşı çıktı. Yani sonuç olarak gayet dünyevi meseleleri basit ve anlaşılır bir program çerçevesinde tüm Avrupa finans kapitalini yerinden hoplatacak bir “minima program” a dönüştürdü. İşçi sınıfının yoğun olarak yaşadığı şehirlerde SYRIZA’ya dönük muazzam yönelişin arkasında hem programın sınıfsal zemini hem de toplumsal hareketlerle kurulan organik bağların etkisi var. İşçilerin geleneksel olarak oy verdikleri PASOK’un tamamen çözülmesi de bunun bir işareti olarak okunabilir. SYRIZA sonuç olarak toplumsal iktidar ilişkilerinde dengenin ezilenler ve işçi sınıfı adına dönüştürülmesine dönük bir hamle olarak anlaşıldı. Toplumdan destek alan budur: sermaye ilişkisinin denetiminin tamamen finans kapitalin denetiminde olmasını değiştirmeye dönük, ezilen sınıflar adına bir müdahale.
İkinci olarak SYRIZA’nın toplumla kurduğu ilişki geleneksel komünist hareketin davranış kalıplarından uzaklaşarak 21. Yüzyıl sosyalizmi çizgisine uygun bir biçimde inşa ediliyor. SYRIZA bir çok politik grubun, toplumsal hareketin, çeşitli alt sınıf eğilimlerinin bir koalisyonu görünümünde. Reel sosyalizmi bürokratik bir yozlaşma olarak çok net bir biçimde tespit ediyor ve arasına bir sınır çekiyor. Bunun doğru bir biçimde yapılabilmesi 21. Yüzyıl sosyalizminin topluma kendisini doğru bir biçimde anlatabilmesi için büyük önem taşıyor. Zaten geleneksel solun temsilcisi KKE, SYRIZA’yı günahı kadar sevmiyor. Yunanistan toplumu tarihinin en büyük krizini yaşarken ülke tarihindeki efsanevi rolü itibariyle büyük bir prestiji olan bir partinin milim ilerleyememesi de bir siyaset tarzının geleceksizliğini çok açık biçimde ortaya koyuyor.
Tabii hala “bu daha başlangıç mücadeleye devam” denmesi gereken bir noktadayız. İkili bir mücadele paralel olarak devam edecek. Hem genel olarak SYRIZA öncülüğünde Yunan emekçilerin ve enternasyonalist dostlarının Trokia’ya ve küresel finans kapitale karşı yürütecekleri mücadele; hem de parti içindeki uzlaşarak ilerleme ile minima programın sınırlarını zorlama taraftarları arasındaki mücadele. SYRIZA yönetiminin ve Tsipras’ın finans kapitalin yoğun markajı altında olduğunu biliyoruz. Parti ile kitlelerin beklentileri arasında uyumun bozulması yıkıcı sonuçlar yaratabilir. Fakat partinin içinde her konuda ciddi bir uyanıklık olduğunu da bilelim. Sokaklar da denetim unsuru olma ve politikayı ileriye çekme rolünü oynamaya devam edecektir. Yunan sosyalistleri dostlarımız bizlerin oldukça önünde görünüyorlar kalıplardan kurtulma ve yaşamın ortaya çıkardığı çelişkileri yakalama noktasında. (http://www.marxist.com/ten-programmatic-points-for-syriza.htm) Bu konuda da en çarpıcı soruyu küresel finans kapitalin sözcüsü Financial Times sormuş: “Tsipras Lula mı yoksa Chavez’mi olacak?”
Altın Şafak isimli faşist partinin hiç çalışma yapamadan en büyük 3. Partisi olması ise hayra alamet değil. Yunan finans kapitali devletin SYRIZA elinde kendisi açısından işlevsizleşebilmesi ihtimaline karşı bir hazırlık peşinde, Erdoğan’ın kendisine cihatçı, radikal İslamcılardan koruma kalkanı yaratma projesinin Atina versiyonu diyebiliriz bu duruma. Bir tür iç savaş yığınağı da orada birikiyor.
SYRIZA’nın başarısına hayıflanan çok bilmiş solcuların patolojik durumlarını kendileriyle baş başa bırakmak gerekiyor. Esas verilmesi gereken tepki ise kardeş Yunan halkının deneyiminden öğrenmek ve onunla her açıdan dayanışmak olmalı, siyasi ve ekonomik anlamda neler yapılabilir şimdiden tartışmak gerekiyor. Solun geniş bir kesimi hayatı TV’den izler gibi davranıyor, takip ediyor, değerlendiriyor, “duruş” belirliyor, tutum alıyor. Bu apolitik yaklaşım ise hayatın önümüze çıkardığı bir çok olanağın da heder edilmesine yol açıyor. Özellikle büyük şehirlerde Yunan Halkıyla Dayanışma Komiteleri oluşturulabilir.
HDP ile SYRIZA arasında paralellikler kurmak, eksikliklerimizin farkında olmak kaydıyla güzel. HDP’nin ortaya sınıfsal meselelerle ilgili nasıl bir çerçeve koyacağı hala belirsiz. Siyasal demokrasi yönü baskın, üretim alanıyla ilgili sözü genel geçer bir HDP, SYRIZA’nın yaptığını başaramaz. Fakat Yunanistan’da yaşananlar bu konudaki önerilerin daha güçlü bir biçimde desteklenmesi anlamına gelebilir. Sonuç olarak HDP de SYRIZA gibi çoklu bir parti. Farklı eğilimlerin sonuç olarak nasıl bir projeyle toplumun karşısına çıkacağı bu önümüzdeki ay içindeki parti kurullarında belirlenecek.
BHH ise 9 Şubat’ta yaptığı okul boykotu çağrısı ile laiklik çizgisinde derinleşmeye çalışıyor. AKP’nin dayattığı İslamileşme’nin en önemli sorunlarımızdan birisi olduğu muhakkak. Fakat solun bu konuda Baykal çizgisinden kendisini çok net bir biçimde ayrıştırmış bir yol inşasına ihtiyaç var. BHH’in şu ana kadar ki performansı böylesi bir beceri gösteremiyor. Biz hala bu İslamlaşma dalgasına karşı en güçlü yanıtın sınıf mücadelesi çizgisini yükselterek, AKP’nin “gerici” tabanına da değerek verilebileceğini düşünüyoruz. İslamileşme ile emekçileri parçalamayan bir mücadele yordamı geliştirmeye çalışıyoruz. BHH’de ise CHP ile yakınlaşmayı HDP ile yakınlaşmaktan çok daha fazla önemseyen bir çizgi göze batıyor. CHP’nin Gezi’den bu yana sokakların enerjisini soğurma konusundaki rolü görmezden gelinerek “illa da CHP’li ittifak” olsun denebiliyor. Yunanistan’da PASOK’un bütünüyle SYRIZA’ya çözüldüğü bir seçeneği hedef tahtasına koymak neden düşünülemiyor? CHP ise HDP’nin barajı aşmasından çekindiği için bu kesimlerle bir tür yakın ilişki geliştirmeye ve onları HDP ile ittifaklaşmaktan uzak tutmaya çalışıyor.
BHH’in tutumu bir yana Alevi halkımızın gerçekleştireceği okul boykotu ve 8 Şubat Kadıköy mitingi çok önemli eylemlerdir. Kesinlikle özel bir dayanışmayı ve çalışmayı hak etmektedir.
Sonuç olarak yer sarsıntısı giderek şiddetleniyor. Bu dönemin ağır yükünün altından kalkabilmek için örgütlülüğün hem nicel hem de nitel anlamda güçlenmesi en kritik halkayı ifade ediyor. 500 tane lisenin haftalarca işgal edildiği, 17 tane çok güçlü genel grevin gerçekleştiği bir toplumdan SYRIZA iktidarı çıkıyor. Sınıf hareketinin güçlü kabarışlarını yaratma konusunda inisiyatif alamadan, Bross emekçilerinin direnişinin yanına yenilerini ekleyemeden, mahallelerimizde Bonzai tezgahlarını dağıtamadan halkın gözünde bir iktidar seçeneği olabilmenin imkansızlığını bir an bile akıldan çıkarmamak gerekiyor.
[button link=”www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]