Seçimler ile referandumlar arasındaki en önemli fark nedir? Seçimler dışbükey mercekler gibi “milli irade”yi farklı seçenekler arasında dağıtır, öncelikli hedef görünürde bile olsa güçlü bir iktidarın yaratılmasından önce siyasi katılımın gerçekleşmesidir. Burjuva demokrasisi temel meşruiyetini bu bireysel katılım biçiminden alır. Kişilere tek tek siyasi tercihleri sorulmuş, onların bu tercihlerini ifade etmeleri sağlanmıştır, dolayısıyla ortaya çıkan iradeye herkesin uyması beklenir.
Referandumlar ise içbükey mercekler gibi iradeyi odaklar, bir noktada toparlar. Seçenekler sınırlıdır, katılımdan ziyade onaylama ögesi güçlüdür. Dolayısıyla popülist liderler açısından referandum son derece etkin bir araçtır. Gramsci’den beri onun deyimiyle Sezarizmin hem ilerici (sol) hem de gerici (sağ) varyasyonlarını olduğunu biliyoruz. “Sezarizmin her biçiminin tam anlamı, son çözümlemede sosyolojik bir şemadan değil de somut tarihten hareketle ortaya konulabilir. Başarı bazı karşılıklı ödün ve sınırlamalarla tadil edilmiş olsa da karışımı ilerici gücün başarısına yardım ettiği takdirde, Sezarizm ilericidir, karışımı gerici gücün başarısına yardımcı olduğu takdirde Sezarizm gericidir”(Antonio Gramsci, “Sezarizm”, Modern Prens, çev. Pars Esin, Ankara: Dipnot,s.112). Bugün sağ ve sol popülizmler arasında yapılacak ayrımın kriteri popülizmin halkın otonom, bağımsız örgütlenmesinin önünü ne derece açtığı ne derece teşvik ettiğidir. Chavez ile Erdoğan’ı aynılaştırmaya çalışan faşist kafa (Yılmaz Özdingil) bunu anlayamaz. Dolayısıyla Chavez’in de Erdoğan’ın da referandumu çok kullanması ikisini aynılaştırmaz. Kıvılcımlı’nın vurucu güç meselesine yaklaşımı da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Referandum aynı zamanda krizli dönemleri, hegemonya mücadelesinin kızıştığı, radikal dönüşümlerin eşiğinde olunan günlerin aracıdır. Weimar Cumhuriyeti’nin ekonomik kriz ve geniş paramiliter örgütlenmelerle yönetme duruma düştüğü dönemde yazan Carl Schmitt için örneğin en büyük mesele istikrarın sağlanmasıdır. Burjuvazi kendisi için istikrarı temin edecek bir politik aktör aramaktadır. Bu yüzden Schmitt, Fransız Devrimi tarafından ortaya çıkarılan “burjuva (anayasal) demokrasiyi milli iradenin oluşumunu tek tek vatandaşların hakları temeline oturttuğu için eleştirir. Schmitt için ve dönemin Alman burjuvazisi için temel meselesi devlet otoritesinin yeniden teminidir. Ancak bu otoritenin oluşumunda kişilerin kararlarından hareket edilmesi milli iradenin oluşumunu çıkmaza sokar. Bu yüzden Schmitt kaplı oya karşı çıkar, onun için referandum demokrasinin temel onay mekanizmasıdır. Burjuva parlamentarizmi kişilerden yola çıkarak yolu uzatmakta, işi zorlaştırmakta, parazitlerin elenmesini zorlaştırmaktadır. Karar hakkı kişinin değil, milletindir. Onun yapacağı da onaylamak ya da reddetmektir. İki seçenekli bir test, açık uçlu sorulara tercih edilmelidir. Demokrasi düşüncesi halkı yöneticilerin denetçisi ve dengeleyicisi olarak düşünürken faşist düşünce halkı, iktidarın hık deyicisi, tasdik makamı haline getirir.
Meclis’te AKP’nin milletvekillerini açık oya zorlaması da Schmittçi bir hamle miydi? Mesele reis tarafından beka meselesi olarak algılanınca OHAL’de referandum yapmak da Meclis’te açık oy zorlaması da kaçınılmaz hale geliyor. Sosyal medyada oyunu açık etme zorunluluğunu ortaya çıkaracak kampanyalar da bu trendin devamı olarak değerlendirilmeli. 15 Temmuz sonrasında ikbal meraklıları demokrasi “şölen”lerindeki katılımlarını belgeleyen fotoğraf paylaşmakta yarışmışlardı. Ülke evet oyunu açık etmeyenlerin bedelini göğüslemek zorunda kalacakları bir noktaya doğru götürülecektir.
I. Napoleon 19 Brumaire 1799’da Direktuvar’a karşı darbe yaparak “Fransız Devrimi’nin sona erdiğini” ilan etmiş, kendisini de ömür boyu konsül ilan ederek askeri diktatörlüğünü ilan etmişti. Bu kararını 1802 yılında bir referandumla halka onaylattı. 1804 yılında ise yine bir referandumla kendisini imparator ilan etti. Nisan’daki Anayasa referandumunun da içeriği özce bunlara yakındır.
Şu iki noktanın tekrar altını çizelim: Bu referandumda başarılması gereken evetin, güvenlik sorununun ve ekonomik krizi şiddetlendireceğinin ikna edici biçimde anlatılabilmesidir. Hayır propagandası din ve laiklik meselesine çok yoğunlaşmamalıdır. Bu başkanlık projesinin aynı zamanda laikliğin tüm boyutlarıyla ölümü anlamına gelmeyeceği için değil karşı cephenin elini kolaylaştırmamak için tercih edilmelidir.AKP’nin palyaço ideologları şu anda harıl harıl içinde “evet” geçen ayet arıyorlar. 2010 referandumunda evet-hayır ikiliğinin birçok bölgede “İslam’a evet diyenler ve hayır diyenler” ikiliğinde anlatılabilmiş olması akıldan çıkmamalıdır. Şu anda AKP en çok hayır diyenlerin kim olduğunu anlatarak evet oyu istemeye çalışıyor. Bizim başarmamız gereken tartışmayı politik taraflardan ziyade değişikliğin içeriğine ve güvenlik/ekonomi noktasına çekmek olmalıdır. Suriye’nin üstüne Ege gerilimi, El Bab’da şiddetli çatışmalar ve kredi puanının düşürülmesinin olası sonuçları bu noktaları daha da ön plana çıkarıyor.
İki soruyla bitiriyorum:
1- Fransa’da başkanlık seçimlerinin ilk turuna üç ay kaldı. Hollande iktidarından sonra yerle yeksan olmuş sosyal demokrat sosyalist parti ön seçimlerinin ilk raundunu sürpriz bir aday, Benoit Hamon kazandı. Hamon bir Sanders ve Corbyn takipçisi. Programının temel maddeleri arasında vatandaşlık ücreti, kamusal hizmetlerin güçlendirilmesi, robotların vergilendirilmesi gibi radikal sol bulunan başlıklar var. Türkiye solu olarak paylaşım alanına dair etkin ve ses getiren bir program ortaya koymayı ne zaman ve hangi araçlarla başarabileceğiz. Sağ popülizmin panzehirinin sol popülizm olduğu Trump sonrası dünyada daha da açık değil mi?
2- “Siyasal İslam, ilk aşamada demokrasi, kimlik, “darbeciler” söylemiyle transformismo ile yanına çektiği liberallerin “katı laiklik”, “askeri vesayet” saçmalıklarının yardımıyla karşı tarafın saflarını böldü (“yararlı salaklar”, Kürt açılımı dönemi), kendi saflarını genişletti.” (Ergin Yıldızoğlu, “Kadınlar Hayır Derse”, Birgün Pazar, 29 Ocak 2017). AKP’ye duyulan öfke “katı laiklik” ve “askeri vesayet” meselelerini saçmalık olarak değerlendirmeye yol açarsa sol, AKP’nin yollarına kırmızı halılar sermeye devam eder. Mesele bu gündemlerin neden sol popülizmin eklemleyemediği sorunlar olarak kalmasıdır. Solun geleceği, onu ulusalcı-devletçi-Özdilci söylemin bir varyasyonu haline getirerek parlatılamaz. CHP’ye yakın solun bu süreçlerden öğrenmesini beklerken onlar bildiklerini de unutmaya devam ediyorlar. Hepimiz açısından şanssızlık!
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]