Referandum, Fay Hatları ve Kıvılcımlı
M. Sinan MERT
5 Ekim 2010
Türkiye çok önemli kültürel fay hatlarıyla sosyolojik anlamda bölünmüş bir ülke. En son yapılan 12 Eylül referandumunun sonuçları da bu anlamda çarpıcıydı. Ortaya çıkan haritanın açıklanabilmesi için birçok girişimde bulunulabilir. Fakat herhalde şurası çok açık ki bu bölünmenin en önemli motivasyon kaynağını kültürel alanda bulmak mümkün. Politik olarak iktidar bloğunun yeniden şekillenmesi ile ilgili bir mücadelenin sonuçları söz konusu ama insanların bu bölünme eksenine göre kendilerini konumlandırırken büyük oranda kültürel kodlarla hareket ettikleri düşünülebilir. Bu anlamda EVETçi ve HAYIRcı blokları oluşturan toplumsal kesimler arasında bir simetri söz konusu. Her iki blok da, birbirine benzeyen bir biçimde, farklı toplumsal sınıflardan unsurların bireşiminden oluşuyor.
Bu kültürel yarılmaların toplumsal olayların şekillenmesinde ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor bizlere. Türkiye sosyalist hareketi bu kültürel yarılmaların mahiyetini ve etkilerini tam anlayamamanın ciddi sıkıntısını çekmiştir ama geleneksel-Ortodoks yaklaşımların dışında bu konularda pek bir tartışma da yürütülmemiştir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti bir tür kültürel travmanın üzerine inşa olmuştur. Bu durumun bizim toplumumuza özel düşünce ve davranış kalıpları yaratmış olduğunu düşünmemiz için birçok sebep var. Bu yönüyle toplumun genel bir ilerici-gerici, modern-muhafazakâr, aydın-yobaz ikilemlerinde anlaşılabilmesi çok yeterli görünmüyor. Daha doğrusu buradan anlamlı saflaşmalar üretebilmek mümkün değil. Böyle olmasına rağmen siyasetle iştigal eden insanlarımızın kafaları bu ayrımlar üzerinden şekillenmiş durumda. Özellikle de meseleye kültürel ayrışmaları aşan sınıfsal bir zaviyeden bakmak gibi bir iddiası olan sosyalistlerin büyük bir kısmı da, son referandum tartışmalarında bir kez daha belirgin bir biçimde açığa çıktığı gibi ilericilik-gericilik denkleminde “ilerici” tutumlar almayı tercih ettiler.
Bu sorun açısından sol içerisinde üretilen farklı değerlendirmeler arandığında akla ilk olarak doğal olarak İdris Küçükömer’in tespitleri geliyor. Fakat meseleye birçok açıdan daha özgün bir biçimde yaklaşabilmeyi başaran Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın değerlendirmeleri pek tartışılmıyor. Genellikle solun bir kesimi tarafından haksız yere cuntacı olarak değerlendirilen Kıvılcımlı’nın Türkiye toplumunun sınıfsal oluşumunu belirleyen kültürel sorunlarıyla ilgilenmekle, toplumun ruhunu kavrayabilmekle ilgili oldukça özgün değerlendirmeleri bulunmaktadır. Ona göre Osmanlı’nın ruhu hala ortalıkta dolanmaktadır. O bu toplumun genelinin zihin dünyasını ön belirleyen geleneksel ruhun solcuların çoğunun sandığının aksine sola uzak ve düşmanca bir içerikte olmadığına inanır. Çünkü bu ruhun maddesi ona göre Osmanlı’nın özellikle ilk yıllarına damgasını vuran özel mülkiyet yokluğudur.”Atalarımızın gönül verdikleri İslamlık bu idi. Bugün hala Türkiye’nin dağdaki, çöldeki yalınayak köylüleri, İslamlığa bunun için canla başla bağlıdırlar. Atalarımıza karşı duyulan sevgi ve saygı da bu kaynaktan beslenir. Hatta çok “ilerici”nin yadırgayıp anlamadığı şey, köylü ve halkımızın padişahları tutması, Tanzimat’tan sonraki en soysuzlaşmış müstebit padişah zamanında bile çıkarılan Toprak Kanunu’nda dahi, miri toprak denilen kamu mülkü yerlerin bir türlü şu veya bu kişilere özel mülk diye verilememiş bulunmasından ileri gelir” (Kıvılcımlı, Osmanlı Tarihinin Maddesi, Önsöz, s.31, Sosyal İnsan Yayınları) Sosyalistleri gericiliğe karşı mücadele ekseninde bir araya gelmeye davet edenlere ise çok sert itiraz ediyor. “’Türk milletinin’ anadan doğma sosyalizm düşmanı olduğunu ispatlamak için onun başka silahı yoktur. Açık burjuva ideolojisinden çok, asıl maskeli haydut burjuva sosyalizmidir ki, Türkiye halkının gelenek-göreneklerini sosyalizme aykırı göstermekte başarı kazanabilir.” (a.g.e)
Türkiyeli sosyalistlerin zihin dünyası dini tüm geriliklerin sebebi olarak gören Kemalizm’den değil de Gramsci’yi anımsatır bir biçimde halk kültürünün ilerici yanlarıyla eklemlenmeye çalışan Doktorcu bir yaklaşımdan esinlenebilmiş olsaydı sol ile Anadolu’nun geniş kesimleri arasında bu kadar yüksek duvarlar varlığını koruyabilir miydi? Sınıf siyasetini sadece ekonomiye indirgemeden, toplumun kültürel zihin dünyasını da kavrayabilen bir noktadan yeniden kurabilmek için 11 Ekim’de ölümünün 39. Yıldönümünde anılacak olan Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dan alınacak çok şey var gibi gözüküyor.