Referandum Düellosu
Mehmet YILMAZER
7 Nisan 2010
Son günlerde iç ve dış politikadaki gelişmeler adeta birbiri ile yarış edercesine akıyor. İç politikada en öne çıkan konu anayasa değişikliğidir. Dış politikada ise, ABD ve Türkiye ilişkilerinde yükselen gerilimdir.
AKP’nin Anayasa değişikliği hamlesinin özünde ne yatıyor? AKP’lilere inanacak olsak demokratikleşme yolunda yeni bir adımdır. Liberaller de bu görüşü büyük bir hevesle destekliyorlar. Türkiye’de her konuda olduğu gibi bu konuda da daha başlangıçta tartışmalar zıvanadan çıktı. Bu kafa karıştıran bataklığa hiç uğramadan yaşananların özünü deşifre etmek gerekiyor. Anaya değişikliklerinin özünde yatan gerçeklik şudur: AKP, sivil-asker ilişkisinde siyasal olarak kazandığı mevzileri anayasal güvence altına almak istiyor. AKP hükümet olmasına rağmen, devlet kurumları içindeki etkinliği hala önemli engellere takılmaktadır. Bu engelleri anayasal seviyede ortadan kaldırmak istemektedir. Bu esas amacın yanında, “memurlara toplu sözleşme hakkı”, “kadınlara pozitif ayrımcılık” gibi, hiçbir derinliği olmayan göstermelik değişiklikler de pakete ilave edilmiştir.
Sosyalistlerin, devrimcilerin, Türkiye’de egemen zümreler arasındaki ilişkilere yeni bir şekil verme amacından başka hiçbir özelliği olmayan bu anayasa savaşında taraf olması elbette düşünülemez. Kürt Halkının, diğer etnik kimliklerin varoluşunu teminat altına almayan, çalışanlara kayıtsız, koşulsuz örgütlenme ve mücadele hakkı tanımayan bir anayasa değişikliğinin, “hiç değilse bazı iyileştirmeler var” gerekçesiyle desteklenmesinin AKP’nin taktik tuzağına düşmekten başka bir anlamı olamaz.
Anayasa değişikliğinin referanduma kadar gitme olasılığı fazladır. O nedenle bu sürecin siyasal anlamına da değinmek gerekiyor. Önümüzdeki süreç, “devlet içindeki krizin” yoğunlaşacağı bir dönem olacaktır. Bir yanda, anayasa savaşları devam ederken, öte yanda buna çok yakından bağlı “balyoz” savaşları da sürüyor.
Bütün olan biten cumhuriyetin geleneksel egemenlik sisteminin yeniden yapılandırılması anlamına geliyor. Bunu cumhuriyet boyunca sürekli belli ölçüde baskı görmüş siyasal İslam kökenli bir partinin başlatması işin doğasına uygun görünüyor; fakat bu yeni düzenlemede siyasal islamın son sözü söylemesi mümkün görünmüyor. Bu anlamda anayasa referandumu AKP’nin istediği yönde sonuçlansa da, sivil-asker ilişkisinde son sözün söylenmesinden çok, “devlet krizinin” daha da şiddetlenmesi büyük olasılıktır. Bu nedenle referandum düellosu, sonucu ne olursa olsun, yaşanan siyasal krize yeni bir ivme katacaktır.
Öte yandan, dış politikada komşularla “sıfır sorun” stratejisi, “sıfır sonuç”a doğru ilerliyor. “Irak’ta sahaya inme”, İran ile ilişkiler ve Ermenistan’la ilişkilerin normalleştirilmesi adımları neredeyse eş zamanlı bir şekilde tıkanma noktasına gelmiştir. Hepsinin temelinde ABD Türkiye ilişkilerinin alacağı yeni biçim yatmaktadır. Washington, Ankara’ya bölgede rol vermeye hazırlanırken, kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’ye kendi yol haritasını dayatmaktadır. Fakat Washington ve Ankara’nın bölge için tasarladıkları yol haritaları bazı noktalarda önemli farklılıklar içeriyor. Yaşadığımız “çok kutuplu dünya” dengelerinde Türkiye belli ölçülerde kendi manevra alanına sahip olduğu için, bunu korumak isterken, ABD ise bu manevra sahasını kendi lehine daraltmak için baskıları tırmandırmaya başlamıştır. Bu konuda karşılıklı oyalanma zamanı artık dolmaktadır. Önümüzdeki günlerde Washington, Ankara’ya baskıyı yükseltecektir.
Washington Ankara ilişkilerindeki gerilme kaçınılmaz bir şekilde iç politikaya yansıyacağı için, önümüzde günler, bu nedenle de, ülkedeki siyasal krizin daha da derinleşeceği günler olacaktır.
Politikanın zirvesindeki bütün bu ateşli konular, ülkemizde epeydir toplumsal derinliklerde tutuşmakta olan yangını örtmektedir. Bu yangının varlığını en kör göze batar hale getiren tekel işçilerinin direnişi oldu. İktidar, bu yangını en son 1 Nisan’da biber gazı sıkarak söndürmeye çalıştı.
Egemenlerin kendi imtiyazlarını yeniden şekillendirmeye çalıştıkları bu “filler savaşı”nda, yoksullar, ezilen çimenlerin kaderini paylaşmak zorunda değildir. Egemenler kendi aralarındaki savaşı o kadar gürültülü patırtılı sürdürüyorlar ki, insanların “akıllarını başlarından” alıyorlar. Bu oyunu bozmak için, referandum düellosunu, yoksullar, neoliberalizmin referandumuna dönüştürmeyi hedeflemelidir. Neoliberalizm, Latin Amerika’da halkların çok şiddetli tepkisine yol açtı. Bu tepki yakınlarda, bir AB üyesi ülkeye, Yunanistan’a sıçradı. Tekel işçileri de Türkiye’de ilk güçlü tepkiyi verdi. Egemenlerin kendi aralarındaki gürültülerin bilinçleri bulandırmasına izin vermeden, bu tepkiyi büyütmek gerekiyor.