Nuriye, Semih, Demirtaş, Bilgen nezdinde tüm politik tutsaklara….
Geçtiğimiz hafta Ayhan Bilgen (http://gazetekarinca.com/2017/06/ayhan-bilgen-cezaevinden-yazdi-barisi-mi-istemeli-demokrasiyi-mi/) ve Selahattin Demirtaş (“Demokrasi Cephesi Tarihsel Görevdir” Özgürlükçü Demokrasi) önemli yazılarla düşüncelerini kamuoyuyla paylaştılar. Bu iki yazıda da Türkiye’de düzen karşıtı siyaset üretmeye çalışan kesimlerde nadir gözlenen bir somut durumun somut tahlili ve içinde bulunulan durumdan çıkış için net fikirler ortaya koyma telaşı vardı. Bizde köşe yazıları ya herkesin bildiği olguların hicivli tekrar anlatısı ya da genel durum tespitlerinin ötesine geçmeyen ajitatif içeriklerden oluşmakta. Oysa süreçlere politik önderlik yapabilmek için öncelikle zihinsel anlamda netleşmek hayati öneme sahip. Bu netleşmeyi sağlarken de var olan konjonktürde politika yürüten aktörlerin güç ve güçsüzlüklerinin farkında olmak, düzeni ayakta tutan ilişkilerin zayıf halkasını kavrayabilmek ve yürünecek yol ile ilgili somut öneriler geliştirebilmek çok belirleyici. Bahsedilen iki yazıda da bu arayışlar net olarak gözlenebiliyor.
Selahattin Demirtaş HAYIR cephesini bir arada yürütebilmek için öncelikle bir ortak ilkeler tartışması yürütmek gerektiğini öneriyor: “Öncelikli olarak yapılması gereken, “HAYIR” Bloku’nda yer alan bütün toplumsal-siyasal kesimlerin temsilcilerinin bir yuvarlak masa etrafında toplanarak (yazının en ütopik kısmı burası bence, böylesi bir ihtimal yok diye düşünüyorum, en azından kısa vadede) eşitler arası bir hukukla ilkeler üzerinde tartışma yürütmesidir. İlkeler üzerinde mutabakat sağlandıktan sonra da “HAYIR”ı büyütmek için “EVET” demiş toplumsal kesimlerle (partilerle değil) iş birliği, ittifak ve ortaklaşma imkanları için yol haritası çıkarılmalıdır.” Demirtaş, asgari demokratik ilkelerde uzlaşmanın şart olduğunu, Kürt sorunu konusunda da bu demokratik çerçevede bir tutum belirlenmesi gerektiğini belirtiyor. Yazının en önemli vurguları ise HDP’nin yapması gerektiğini düşündüğü hamle ile ilgili önermelerin bulunduğu bölüm: “Ancak bizim de HDP olarak bir öneri şeklinde de olsa taslak bir yol haritasına, mekanizma (metot) önerisine sahip olmamız lazım. Çözümü zor, hatta imkansız gibi görünen meselelerde toplumun güven duyacağı bir metot ortaya koymak esas meselenin tartışılması kadar önemlidir. Hatta işin esasına giden yolda mekanizma (metot-yol haritası) ilk etapta esastan da önemlidir.” Burada Demirtaş, “Ülkenin bölüneceğinden korkan kesimleri de aynı anda ikna etmenin” bir yolu olabilecek bir metot önerisi geliştirmek istiyor. Fakat açıkçası yazının genelinde son derece berrak olan ifadeler burada kısmen flulaşıyor. Barışın metoduna dair bir önermenin içeriği ne olacak? HDP’nin savaşan taraflara çağrılar yapacağı bir çerçeve mi bahis konusu ediliyor? HDP’nin böylesi bir çağrısı barış sürecinin başlaması ile ilgili devlete ve PKK’ye dönük talepler geliştirmesi ile mümkün olabilir ancak çünkü HDP savaşın doğrudan tarafı değil. Politik anlamda böyle değil belki ama fiili anlamda, sıcak savaş bahis konusu olduğunda böyle. Demirtaş bu önermesinin içeriğini net bir biçimde dolduramıyor çünkü Kürt Hareketi içinde böylesi bir hamlenin zamansız olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazla.
Bu durum Ayhan Bilgen’in yazısına da şöyle yansıyor: “Ahlaki değerlerin erozyona uğradığı ve güç merkezli okumanın yaygın olduğu toplumlarda genel kabul, “barışı zayıf olanın istediği” yönündedir. Bu algı psikolojik harbin eseridir. Kabullenmemeli, ama görmezlikten de gelinmemelidir.” Kürt hareketi içinde ve devrimci-sosyalist çevrelerde de “barış istemenin teslimiyet” anlamına geleceğini düşünmeye eğilimli geniş kesimler var. Ancak şu anda devlet bloğunu bir arada tutan ve ona toplumun belli kesimleri nezdinde “meşruiyet” kazandıran konuların da “devletin bekası” ve “Kürtlerle savaş” olduğu düşünüldüğünde ortada zor bir denklem olduğu ortaya çıkıyor. 7 Haziran 2015’ten 2017’ye gelirken güç dengesinin büyük oranda toplum aleyhine ve devlet lehine dönmesinde savaş sürecinin önemli bir etken olduğunu biliyoruz. Devlet için savaş hala bir zorunluluk. AKP-MHP-Ergenekon koalisyonunun temel gıdası savaş ve yıkımdır. İşte tam da bu noktada savaş bloğunun iç tutunumunu zayıflatacak tam tersine HDP’nin difüzyon kapasitesini arttıracak bir hamle ne olabilir? “Tam da bu noktada HDP bir siyasi hamle olarak iyi tartışılmış, üzerinde mutabakata varılmış detaylı bir yol haritası ile siyasete yön verebilir.”
Bu üzerinden atlanamayacak bir konudur. Eğer HDP bu dönemde etkin bir aktör olacaksa bunun yolu “barış talebinin radikalleştirilmesi”nden geçmektedir. Bu öncelikle devlete dönük bir talep olarak algılanmamalıdır. “Muhalefetin öncelikli ihtiyacı iktidarla diplomasi yapmak mı, yoksa toplumla birlikte siyaset yapmak mı? İkinciyi iyi yaparsanız, birincinin kapısı açılır zaten”. Bilgen’in buradaki vurgusu çok önemli. Bizim de uzunca bir süredir söylediğimiz “Suriye’de statüko olgunlaşmadan Türkiye’de dönemin karakteri farklılaşmaz.” tespiti genel olarak doğru ancak “Ne yapılırsa yapılsın bir şey değişmez.” karamsarlığını da alttan alta destekliyor. Halbuki siyaset her zaman var olan olasılıkları gerçek olanaklara çevirme imkanını sunar. Önemli olan toplumun geniş kesimlerinin HDP’nin nasıl bir gelecek, nasıl bir ortak yaşam tahayyülüne sahip olduğunu anlamasını sağlamaktır. Kulakları HDP’yi duymaz hale getirilmiş kesimleri yeniden HDP’yi duyabilir hale getirmektir. HDP müzakere sürecinin bir politik aygıtı olarak oluştu ancak savaş sürecine uyum sağlayamadı. Bu momentte HDP’yi, politik otonomisini de geliştirerek yeniden aktif bir aktör haline getirmeliyiz. “Demokratik siyaset asıl rolünü ve misyonunu, kendinde bu özgüveni duyarak oynayabilir. Demokratik siyasetin bu yönlü tartışma, hamle ve girişimleri Türkiye toplumunda da siyasete olan güveni arttırabilir. HDP ve bütün bileşenlerinin, dostlarımızın bu konuyu etraflıca tartışarak olgunlaştırmasında yarar olduğu kanaatindeyim.
“Atılması gereken cesur adımları atmak için fazla da geç kalmadan bir an önce geleceği planlamanın zamanıdır.”
Demirtaş’ın ifade ettiği telaş gayet yerindedir. HAYIR’ın açtığı alana dair HDP’nin bir hamle yapmasının aciliyeti bulunmaktadır. Böylesi konjonktürlerin kaçırılması durumunda sonunda arkadan ne kadar koşulsa yetişilememektedir.
Demirtaş ve Bilgen’i tartışmak ve tartıştırmak, içinde bulunulan tüm olumsuz koşullara rağmen durmadan yeni yollar açmaya çalışan, zaten de bunun için rehin tutulan yoldaşlarla dayanışma anlamında da ahlaki bir değer taşımaktadır.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]