Dünyanın ne kadar öngörülemez bir hal aldığını geçen hafta yaşananlar bir kez daha açıkça ortaya koydu. ABD’nin “Esad’ın devrilmesi önceliğimiz değil” açıklaması sonrasında 2 gün içerisinde İdlib’de yaşanan kimyasal saldırı ve sonrasında ABD’nin Tomahawklarla Suriye hava üssünü vurması yürekleri ağza getirdi. Trump içerideki sıkışmışlığını aşmak için, ölen çocuklara ne kadar üzüldüğünü göstermek için daha çok çocuk öldürdü. Saldırının temel amacı ise Esad’a vurmaktan ziyade İran’ı izole etmek gibi görünüyor. Rusya’nın saldırı öncesinde bilgilendirilmesi ve hatta Suriye’nin hava üssündeki uçaklarını öncesinde çekme şansı bulması da bu değerlendirmeyi güçlendiriyor. ABD Suriye’nin geleceği ile ilgili İran ve Rusya arasında bir çelişki üretmeye çalışıyor. Suriye Savaşı ile ilgili bu iki ülke arasında yaşanan kimi taktiksel açı farklarını derinleştirmeye çalışıyor. ABD tarafından Rusya’ya “İran’ı yalnız bırakırsan seninle uyumlu çalışırız” mesajı verilmek isteniyor. İlk aşamada Rusya bu hamleye İran’la birlikte “saldırılara yanıt vereceğiz” karşı hamlesiyle cevap verdi. Suudi Arabistan-İsrail-Türkiye ekseninin yanı sıra ABD’li “liberal müdahale”cilerin ve AB ülkelerinin saldırıya büyük destek vermeleri de aslında birçoklarını rüyadan uyandıracak işaretler içeriyor. Saldırının gösterdiği bir diğer boyut ise Trump ile Cumhuriyetçi Parti’nin ilişkisindeki dönüşümdür. Özellikle John McCain’in temsil ettiği askeri-sinai kompleksin Trump yönetimi içindeki ağırlığı artıyor. Bu gelişme Türkiye-ABD ilişkileri açısından da belirleyici önemde olabilir. Şu anda herkes referandum sonucu bekliyor, sonrasında yaşanacak gelişmelerde bu kanal belirleyici olacaktır.
İslamcı basının haç ile hilal kavgası masalının da yaldızlarının dökülmesi açısından son derece aydınlatıcı bir gelişme oldu Trump’ın saldırısı. Binali Yıldırım’ın ABD Başkan Yardımcısı’nı arayıp tebrik etmesi, Erdoğan’ın “arkası gelsin, gerekeni yaparız” açıklaması AKP tabanında hala çalışmakta olabilen beyinleri kısmen bulandırmış olmalı. Gezi’nin arkasındaki İsrail’le ve 15 Temmuz’un itekleyicisi ABD ile bu kadar kolayca aynı safa düşmek normal bir durumda olsak kıyametin kopmasını gerektirirdi. Ancak Saray’ın seçim kampanyası akıl ve izanla açıklanabilir boyutların çok ötesinde bir tür Şaman ayinini andırır hale geldiği için bu tartışmalara pek girilmiyor. EVET’in istenen ivmeyi bir türlü yakalayamamasının en belirgin sonucu, Erdoğan afişlerindeki “İstikbal Göklerdedir!” bakışından gülemeyen bir gülüşü giyinen Erdoğan’ın resmedildiği afişlere geçiş oldu. Kürt seçmene dönük hamlelere de ağırlık verilmeye devam ediliyor. HAYIR için çalıştığını söyleyen ulusalcı-milliyetçi kesimin de sürekli “eyaletler-federasyon-müzakereler yeniden başlayacak” faraziyeleri yayarak bu taktiğe enerji taşıdıklarını görüyoruz. Bu beyler bu ülkede Kürtlerin var olmadığı konusundaki ırkçı önyargılarına o kadar meftun vaziyetteler ki Kürt seçmenin sonuç üzerinde oynayabileceği rolü bir türlü öngöremiyorlar. Bu yaklaşımlarıyla HAYIR’dan çok EVET’e çalıştıklarını göremiyorlar. Erdoğan’ı bu noktalara nasıl bir muhalefet anlayışının getirdiğini bir kez daha ispatlayarak tarihe geçiyorlar.
Fransa’da oy kullanmaya diziden esinli Osmanlı saray kıyafetlerini giyerek gelen palyaçoları da anmadan geçmemek lazım. Strousburg’da böylesi bir Osmanlı coşkusunun yaşanması göz yaşartıcı ancak bu beyler ilk Osmanlı’nın da tek adamlık hevesinden yıkıldığını bilmiyorlar mı? Malum, Yıldırım Beyazıt ne oldum delisi olup, halkla birlikte Cuma namazı kılmamaya başlayınca, iktidarı kendi elinde toplamaya başlayınca Türkmen beyleri ellerinden alınmak istenen iktidarlarının hesabını sormak için Timur’la iş birliği yapmaktan geri durmamışlardı. Osmanlı’da tek adamlık ve Saray kurumsallaşması Türk geleneğinden değil Doğu’nun Roma’sı Bizans’tan edinilmişti. Bir zamanlar sağın cumhurbaşkanı adayı olan Fuat Köprülü Osmanlı kurumları ile Bizans kurumlarının birebir aynı olduğunu yazınca sağcılar içinde aforoz edilmişti. Yani tek adamlık Osmanlı’ya Ertuğrul’dan değil Bizans’tan kalma bir miras. Acı ama gerçek… Yoksa bu Saray fantezisi Batı’nın Bizans’ı diriltme konusundaki iflah olmaz ihtirasının bir ürünü olmasın diye sorarak ortamlardaki saçmalık katsayısını daha da arttırabiliriz.
Bir de Menderes için bu kadar timsah gözyaşı dökerken Menderes’i asan cuntanın en haşarı çocuğu Türkeş’in mezarını ziyaret etmek de ne kadar anlamlı değil mi? Akıllara değil kalplere hitap eden bir kampanya böyle yürütülür işte.
Sonuç olarak yine paraların sel gibi aktığı bir kampanya yürüttü AKP. Ekonomik durgunluktan en çok etkilenen esnaflara verilen faizsiz 50 bin liralık kredinin ne kadar oya dönüşeceğini göreceğiz. Ancak başta HDP olmak üzere son derece ağır koşullarda, son derece sınırlı imkanlarla oldukça başarılı bir HAYIR kampanyası yürütüldü. Ortaya önemli bir enerji çıkarıldı. Hayır Konvoyu gibi alternatif işlerle AKP’nin oy depolarına girilmeye çalışıldı. Önemli olan 17 Nisan’a moralle ve özgüvenle çıkabilmek. Ortaya çıkan bu enerjiyi sonuç alacak bir politik programın arkasına dizebilmek. Barış, hukuk ve hakça paylaşım taleplerini bir 3. Cumhuriyet’in kuruluşu için mücadelenin temel ayakları haline getirebilmek. HAYIR, önümüze bu noktada büyük seçenekler çıkaracak. Bu yüzden son haftayı da “her gün en az bir kişi daha ikna etmeliyim” şiarıyla geçirmekte sonsuz yarar var. “Hayır çıkarsa Fetret Devri yaşanır” diyenlere inat “Fetret’te Hayır vardır, Börklüce’nin Karaburnu Fetret’te güçlenmedi mi?” diye sormaktan vazgeçmemek lazım.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]