Referanduma az bir zaman kaldı, ancak durum hala ortada görünüyor. Saray “Evet”i henüz garantileyemedi. 12 Eylül sonrası yapılan referandumda Kenan Evren anayasası %90’ın üzerinde oyla kabul edilmişti. Bu yüksek oranda şüphesiz ordu zorunun büyük rolü olmuştu. Ancak 12 Eylül öncesi yaşananlar da zorun yanında kitlelerin yeni anayasaya ikna olmasında önemli bir rol oynamıştı. Sürekli çatışmalar, ölümler kitleleri yorgun düşürmüştü.
Ancak anayasanın çok yüksek oranda onay almasına rağmen 1983 sonunda yapılan seçimlerde cuntanın desteklediği emekli general Turgut Sunalp’ın partisi değil, Turgut Özal’ın liderliğindeki ANAP seçimleri kazandı. Anayasayı destekleyen kitleler cuntanın partisini desteklemedi. O noktada 12 Eylül cuntasının planladığı gidişte bir kırılma başladı.
Günümüze gelirsek, benzer yanları olmakla birlikte oldukça değişik bir süreç içindeyiz. Bir askeri değil sivil darbe içinde olduğumuz konusunda pek çok insan hemfikirdir. Sivil darbe 7 Haziran seçimleri sonrası başladı, 15 Temmuz tuhaf darbe girişimi ile iyice derinleşti. Bir buçuk yıldan fazladır cumhuriyet tarihinde ilk kez yaşanan bir sivil darbe süreci içindeyiz. Her gün süren operasyonlarla baskı ve zor 12 Eylül günlerini çoktan aştı.
7 Haziran’dan hemen sonra korku politikasını inşa etmek için “bölücü terör” üzerine muazzam bir propaganda başladı, sadece propaganda ile sınırlı kalmayıp Kürt kentleri büyük ölçüde yıkıldı. “Allahın lütfu” 15 Temmuz sözde darbesi de gelince bu korku dalgası iyice büyütüldü. Her taşın altından çıkan “terör örgütü” Gülen cemaatine karşı yüzlerce kez operasyon yapıldı. Yüz bini aşkın insan tutuklandı, mallarına el konuldu.
Tüm medya Saray’ın emri altında, her gün bir başka kanalda görünüyorlar, saatlerce konuşuyorlar. Cezaevlerinde yer kalmadı, yenileri yapılacak. Bütün bunlara rağmen anayasa referandumunun hemen öncesinde Saray “Evet”i garantileyemedi. Bir şeyler ters gidiyor. Baskı ve zora, en yüksek dozlu gerilim politikalarına rağmen “Evet” oyları sıçrama yapamıyor. Zor her yerde kol gezmesine rağmen kitleler yeterince ikna olmuyor.
Bunun en temel nedeni sivil darbenin arkasındaki kısa tarihtir. Yolsuzluklar, cemaatle süren ve neredeyse bir iç savaşa gelip dayanan paylaşım mücadelesi, yalanlarla iler tutar yeri kalmayan günlük politika; sivil darbe öncesi dönem böyle yaşanınca Saray ikna gücünü daha fazla yükseltemiyor. Ayrıca sivil darbenin arka planında bir büyük gerçek daha duruyor. O da dış politikanın iç politikaya bu ölçüde alet edilmesidir. Bu “yurtta ve dünyada gerilim” politikası Ankara’yı hem yalnızlaştırdı hem de bir dediği diğerini tutmaz hale soktu. Bir ara işleyen bu bağırma politikası, artık kusma haddine geldi.
Sonuç olarak sivil darbenin zor ve ikna araçları artık verimli işlemiyor. Güçlerin durumuna bakılırsa, “muhaliflerin” 7 Haziran seçimleri sırasındaki tablosunda köklü bir kırılma ortaya çıkmamıştır. CHP şimdilik fire vermeden politikasını yürütüyor. HDP ve diğer sol güçler, büyük operasyonlarla cezaevlerine doldurulmalarına rağmen güç kırılması yaşamıyor. Elbette örgütlenme ve hareket yeteneğinde belli ölçüde zaaflar oluşmuştur; buna rağmen güç tablosunda bir kırılma yoktur. Hatta bir güçlenme bile beklenebilir.
Ancak sivil darbenin kurmay heyetine bakarsak, MHP parçalanmıştır, büyük olasılıkla farklı partiler ortaya çıkacaktır. AKP, içindeki sesleri bastırmak için elinden gelen her yolu devreye sokuyor, kaynayan AKP tenceresindeki basınç her geçen gün yükseliyor. Gidiş ve olaylar AKP tenceresini bir taşma noktasına taşıyor. Devletin eski sahibi orduda nelerin biriktiğini bilemiyoruz. Ancak Hürriyet gazetesinin “karargah rahatsız” manşetine gösterilen telaşlı ve yüksek tepkilere bakılırsa orada da bir kazan kaynıyor. Sonuç olarak, sivil darbe muhalif güçler arasında değil ama kendi tarafında bir erozyon yaratıyor.
Günümüz sivil darbesini sadece baskı ve zor açısından 12 Eylül’le karşılaştırmak hatalı bir değerlendirmeye yol açabilir. Bu iki sürecin önemli bir farkı vardır. Bu fark da aradaki otuz yedi yılda yaratıldı. Yıllardır uygulanan zor ve soysuzlaşan medya ile yaratılan toplumsal çürüme, en önemli farktır. Bu toplumsal çürümenin “alnı secdeye değerlerin” iktidarda olduğu bir dönemde zirve yapmasının anlamı büyüktür. Sadece toplumsal değil, kurumsal seviyede de derin çürüme yaşanmaktadır. Hemen her şey keyfileşmiştir. Öte yandan, özellikle sol örgütlenmelerin sürükleyici gücünü oluşturan siyasi ve moral değerlerinin de büyük aşınmalara uğraması, düzendeki çok bariz çürümeye rağmen onların sıçrama yapmasını engelliyor.
Yaklaşan süreç güç tablosunda sancılı değişimlerin yaşanacağının tüm işaretlerini veriyor. Toplumsal çürüme Yeni’nin inşasında büyük bir sorundur. Ancak demokratik ve sol güçlerin askeri darbelerle zayıflatıldığı yılların bir sonucu olarak ortaya çıkan “alnı secdeye değenlerin” egemenliği çok sancılı bir kırılmanın eşiğine gelip dayanmıştır.
Saray’ın her şeyi eline almak için planladığı referandum, güç ve iktidarın elinden kaçması sonucunu yaratabilir.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]