Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar sözü bir kez daha doğrulandı. Bir süre önce “Yeni bir devlet kurulur, onun kurucu lideri de Erdoğan’dır” demeci veren eski bir AKP yöneticisi ortaya çıkan “tepkiler” yüzünden birileri tarafından perde gerisine çekilmişti. Oysa herkesin bildiği, hissettiği gerçeği ifşa etmek dışında suçu olmayan, sadece gereğinden fazla açık sözlü davranmış, “sizin bilmediğiniz çok şey biliyorum” duygusunun baş döndürücülüğüne kendisini kaptırmış bir iktidar mensubu idi kendisi. Neyin yaşanmakta olduğunu çok iyi bildikleri halde, kandırılmak işlerine gelen “muhalefet” de bu kişinin bir süre “merkeze” çekilmesinde kendilerinin doğrulanan gücünün manasız bir delilini görerek mutlu ve mesut yaşamaya devam etmişlerdi. Erdoğan’ın yeni devletin kuruluşuna ve kendisinin kurucu rolünü üstlenmesine yeterince açık bir biçimde referans vermemesi oluşabilecek tepkinin boyutunu tam kestirememesinden, seçimlerle kroke hale getirdiği kesimleri yeniden enerji ile doldurmak istememesinden kaynaklanıyor ama “Mustafa Kemal’in askerlerinin” bu konuda hala kafalarını başka noktalara çevirme ihtiyacı içinde olmaları birçok anlam içeriyor. Bu kesimler için açıkça aldatıldıklarını bildikleri halde aldatıldıklarının yüzlerine açıkça söylenmemesi yeterli. Çünkü aslında süreci hiçbir biçimde geri çeviremeyeceklerine dair derin bir karamsarlığa sahipler. “Son dönem fenomeni” İnce’nin hala demokrasinin koşullarının varlığına olan inancı ve 24 Haziran gecesindeki hayal kırıklığı yaratan performansı bu derin karamsarlığı daha da arttırıyor. CHP’nin seçimlerde yenilme özgürlüğünün elinden alınmadığı sürece hiçbir şeyin değişmediğine inancını koruyabilecek kesimlerin ne kadar var kalabileceği ise şüpheli. CHP’nin tüm kadroları AKP’nin elini kolaylaştırma noktasında ortaklaşmış gibi görünüyorlar. Adalet Yürüyüşü’nü coşkuyla destekleyen, İnce’nin metropol mitinglerini heyecanla dolduran milyonlar destekledikleri parti ya da isimlerin değil de aslında sürecin yönünü değiştirebilecek tek gücün kendileri olduğuna böylesi bir momentte ikna edilmeye çok daha açık olamazlar mı? Kaybetmekte olan bir Erdoğan’a kazandıranın bütün adaletsiz ve gayrimeşru seçim koşullarının yanı sıra, bir kez daha eski tarz bir muhalefet etme tarzının aşılamamış olması gerçeği yeterince öğretici değil mi?
Yeni rejimin OHAL’i kaldırması mümkün çünkü artık OHAL yeni rejimin özü olarak kalıcılaştı. Faşizmin kurumsallaşması yönünde hamlelerin kararnameler ile ardı ardına gündeme getirileceği ortada. Seçimler yapılır yapılmaz kaldırılmasının gündeme gelmesi ise OHAL’in tam da yeni rejimin inşasının bir aracı olduğunu gösteriyor. Faşizmin kurumsallaşması ile Türkiye devletinin tek kişiye zimmetli bir şirkete dönüştürülmesi eğilimi de son derece uyumlu. Şirketin hiyerarşik ve sahibinin keyfiliğine, mensuplarının ise davranış ve performanslarına dayalı yapısı faşizmle örtüşüyor. Kapitalizmden bahsetmeden faşizmden bahsetmenin her günkünden abes olacağı bir momente geldik.
Türkiye sağının iktidar karşısındaki köle ruh hali Meclis’in açılışında Bahçeli’nin elinin öpülmesi sahneleri ile en müptezel haliyle bir kez daha sergilendi. Bahçeli son KHK ile güvenlik bürokrasisinde kendisine açılan yerin daha da genişlemesinden, dağıtabileceği patronaj paketlerinin büyümesinden memnun. Akşener’in ortalığı böylesi bir iktidar kokusu kaplamışken çevresindeki ekibi koruyabilmesi çok zor. İyi Parti’nin bir sene içerisinde tarih olması şaşırtıcı olmayacaktır. Erdoğan’ın sahip olduğu desteğin bir türlü ittifaksız iktidar olmasına müsaade etmemesi son 16 yılın değişmeyen bir kalıbı. Kendisinden güç alarak iktidar paydaşı haline gelen kesimleri bir süre sonra kendisi için çok önemli bir tehdit olarak görmesi de benzer biçimde şimdiye kadar kendisini tekrar eden bir kalıp. MHP ile yaşanan birliktelik ilişkisinin de bu yönde gerilimler yaratması için çok beklemeyeceğiz. Sosyolojik tabanların içiçeliği buna mani olsaydı Fetullahçılarla ittifak da bozulmazdı. Saray’ın Meclis’i bu halinden bile daha kötürüm hale getirme niyetinde olacağı düşünülebilir.
Son dönemde seçimler aracılığıyla iki çok köklü iktidarın devrilmesine tanık olduk. Bunlardan birisi Malezya diğeri ise Meksika. Her iki ülkede de on yıllarca hüküm süren siyasi partiler iktidarlarını kaybettiler, Malezya’da OMNU’nun devrik lideri Rezzak şimdiden cezaevine girdi. İki deneyimin de kendisine özgü yanları var. Malezya’da partinin kendi içindeki çatlakların muhalefet tarafından olumlu biçimde kullanılması önemli bir rol oynamış görünüyor. İktidar deviren ittifakın başında rejimin olgunlaşmasında çok önemli payı olan ancak sonrasında iktidar bloğu dışına düşen Mahathir Muhammet’in bulunduğunu görüyoruz. Demek ki iktidar bloğunun içindeki çatlakları derinleştirme siyasetinin verimli sonuçlar yaratması mümkün. Meksika’da ise giderek güçlenen toplumsal hareketler üzerinde yükselen bir sol lider, Obrador’un başarısı söz konusu. Bu iki örneği muhakkak ki yakından incelemekte fayda var, ancak şu sonuçları hızlıca çıkarmak mümkün: solun seçimlerde gerçek bir etki yaratma ihtimali seçim süreci öncesinde toplumsal hareketlerin etkisinin artması ile doğru orantılı olarak gelişiyor, iktidar bloğu içindeki çatlağın muhalefet tarafından içerilmesi önemli siyasi sonuçları tetikleyebiliyor. Muhalefetin kimi seçimlerin kazananının değil kaybedeninin önemli olduğunu deneyim haznesine belirgin biçimde yazması gerekiyor.
Erdoğan’ın kabineyi oluştururken seçimler öncesinde Londra’ya gönderdiği Mehmet Şimşek ve Murat Çetinkaya eliyle oluşturduğu Londra Mutabakatı’nı hesaba katmaması ve ekonomiyi tam olarak kendisine bağladığı izlenimini yaratması küresel finans oligarşisi ile gerilimi bir kez daha yükseltecek. Yeni noktalarda yeni uzlaşmalar oluşması imkansız olmasa da dış kaynak finansmanının pahalanması, iç talepteki düşme ile birleştikçe borçlu şirketlerin üzerindeki basınç daha da artıyor. Onların bu gerilimi işçilerine doğru yansıtması yeni mücadele dinamiklerini hayata geçirecek.
Sosyalistler bir taraftan ülkenin varoluşsal krizine programatik bir yanıt üretmeye çalışırken bir taraftan da tabanda birçok noktada açığa çıkan toplumsal tepkileri anlamlı, sürekli toplumsal hareketlere biriktirme noktasında inisiyatiflerini güçlendirerek sürece çok etkin yanıtlar üretebilirler. Yeter ki zihinsel olarak 24 Haziran’ın yarattığı melankolik atmosferden hızla çıkacak moral önderlik ortaya konabilsin.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]