Kapitalizmin 1973 krizine verdiği neo-liberalizm tepkisi, egemen ve ezilen sınıflar içerisindeki parçalanmayı arttırdı. Devletin ekonominin merkezinde olduğu, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında ekonomik politikalar ölçeğinde bir detantın yaşandığı ithal ikamesi günleri küreselleşme, finansallaşma, esnekleştirme ve güvencesizleştirme politikaları manzumesi ile yerini hakim öğesi sınıf içi parçalanmalar olan yeni bir döneme bıraktı. Üretimin ve ticaretin doğasında dijitalleşme sonucu ortaya çıkan gelişmeler, devletin ekonomi içerisindeki esas oyuncu rolünün gerilemesi, işçi sınıfının tarihsel kazanımlarının sürekli aşınması ve dünya ekonomisinde başta Çin olmak üzere Güney ve Güneydoğu Asya’nın yeni bir merkez olarak ortaya çıkması egemen ve ezilen sınıflar içindeki bloklaşmaları yeni bir noktaya sıçrattı.
Bu bloklaşmaların siyasi sonuçlarını en yakından yaşayan ülkelerin başında Türkiye geliyor. 24 Ocak kararları ile açılan ihracata dayalı kalkınma günlerinde büyüyen periferik Anadolu sermayesi 1990’ların ikinci yarısından itibaren politik iktidarın içinde kendisine yer açmaya çalıştı. Siyasal İslam’ın 90’ların ikinci yarısında gerçekleştirdiği iktidar denemesi ordu destekli finans kapital tarafından kısmen püskürtüldü ise de tam olarak ezilemedi, sadece neo-liberalizme daha uygun bir kıvama getirildi. 2001 krizi finans kapitalin tüm politik sermayesini tüketince bu sefer ezilenlerin inisiyatif alma olasılığı karşısında Anadolu sermayesinin politik partisi burjuvazi içi bir konsensusu geçici olarak temin ederek iktidarı eline aldı. Bu geçici konsensus, 2006’da yerini açık çatışmaya bıraktı. Siyasal İslam bu dönemde toplumun güvencesiz ve en alttaki emekçi kesimlerini kendisine yedeklemeyi büyük oranda başarmıştı. Dünya Bankası politikaları sonucunda hızla kentlere akan tarımsal nüfus da işçi sınıfı içerisinde Siyasal İslam’ın etkinliğini güçlendirmesini sağladı. Siyasal İslam’ın geleneksel tarikat ağları devlet desteğiyle kendisini paralel sosyal devlet nüvesi olarak inşa etti. AKP bir yandan periferik sermaye gruplarını devlet desteğinin kaymağını alan bir merkezi konuma doğru çekerken diğer yandan da en güvencesiz kesimlerin ekonomik olanaklarını orta sınıflar ve güvenceli işçiler aleyhine geliştirdi. Bu politikalar manzumesi ise işçi sınıfının sermaye düzenine karşı topyekün bir mücadele yükseltmesini son derece güçleştirirken burjuvazi içindeki saflaşmanın bir benzerini de işçi sınıfı içinde geliştirdi. Güçlü devlet desteği ile atak üstüne atak yaparak merkezdeki konumunu güçlendirmeye çalışan periferik sermaye tüm bu desteğe rağmen iktisadi olarak finans kapitale ile baş edebilecek bir altyapı ortaya çıkaramadığı için giderek daha fazla despotik devlet politikalarının bağımlısı haline geldi. Erdoğan’ın yeni cumhuriyeti bu kesimin iktisadi kırılganlığının yarattığı bir tedirginliğin de ürünü aynı zamanda. Pastayı yeteri kadar büyütememelerinin pratik sonuçlarından birisi ise Anadolu sermayesinin Reisçi ve Cemaatçi kanatlarının birbirine girmesi oldu. Toplumun en güvencesiz ve ekonomik koşulları en kırılgan emekçileri de benzer biçimde AKP’nin 16 yıllık iktidarı sürecinde bu güvencesizliklerinden yapısal olarak kurtulamadılar dolayısıyla da faşizmin kurumsallaşmasına kendilerine günü kurtarma olanakları sunulduğu ölçüde, patronaj ağlarından aşağılara doğru kaynak aktarılabildiği ölçüde pasif, hatta yer yer aktif rıza üretmeye devam ettiler. Düşük faizler, alt sınıfların yaygınlaşan finansallaşma ile hissettiği sahte refah duygusunu ayakta tutmak (2002-2018 yılları arasında hane halkı borçları 7 milyar liradan 525 milyar liraya yani 70 kat yükseldi!) ve inşaat yoluna sokularak “krizden teğet geçirilen” Anadolu sermayesini desteklemek için bir takıntı haline getirildi. Sosyalistlerin varoşlarda ve işçi sınıfının en güvencesiz kesimleri içinde örgütlenme politikaları ise öncelikle bir ekonomik ayağın inşa edilememesi dolayısıyla giderek kimlik siyaseti çerçevesinde AKP hegemonyasından uzak kalabilen alanlara sıkıştı. Sınıf çizgisi giderek orta sınıf eksenli bir tepkisellik tarafından temsil edilir hale geldi. Sosyalist hareketler bu temsiliyeti takip ederek kentlerin varoşlarından merkez mahallelerine doğru konumlarını güncellediler. Gezi Direnişi bu sürüklenmenin kırılmasının sonucu değildi belki ama bu akıntının yönünü tersine çevirmeye dönük bir enerji patlaması olarak değerlendirilebilirdi. Ancak sosyalistlerin politik akıllarının da giderek sınıfsal parçalanmayı aşacak değil de bu parçalanmanın yarattığı tepkiselliklerden kısa vadede yararlanmayı hedefleyecek bir evrim geçirmesiyle bu olanak değerlendirilemedi.
24 Haziran seçimleri de büyük oranda alt ve üst sınıflar arasındaki çatallanmaların yarattığı çapraz ittifaklaşmaların karşı karşıya gelmesi olarak yaşandı. Cumhur ittifakının merkezinde Erdoğan aracılığıyla iktidara yapışmış ve kendisini ancak faşizm ile yeniden üretebilecek bir burjuva fraksiyonu yer alırken işçi sınıfının büyük oranda mesleksizleşmiş ve 16 yılda aslında daha da güçsüzleşmiş kesimleri de bu ittifaka eklenmişti. Millet ittifakı ise merkezinde büyük oranda eski rejimdeki merkezi konumunu kaybetme kaygısı ile hareket eden ancak iktidar ile sırf bu yüzden köprüleri gerçek anlamda bir türlü atamayan finans kapitalin (İnce’nin çaresizliği, Kılıçdaroğlu’nun bir adım ileri iki adım gerisi, İlhan Kesici’nin gizemli Saray ziyareti hep bu sosyal arka plandan besleniyor) yer aldığı bir politik yelpazeye kentli, meslekli orta sınıfların aktif desteği ile oluştu.
Önümüzdeki günlerde zincirleme şirket iflasları, artan devalüasyon ve bunları engellemeye dönük ancak hastalığı daha da azdıracak Saray hamleleri ile şiddetlenecek ekonomik kriz, sosyalistlere ülkenin son 16 yılına mal olan, Türkiye’yi çağdaş faşizmin dünyadaki prototipi haline getiren bu çarpık politik saflaşmayı sınıfsal eksende yeniden tanımlamanın olanaklarını ortaya çıkaracak. Ezilen sınıfların, alt sınıfların, orta sınıfların ülkenin üreten ve kahrını çeken, yağmadan pay almayan kesimlerinin bir araya gelmesini esas alacak, kapitalizmin hegemonyasını pekiştiren politik saflaşma biçimini altüst edecek bir siyasi hat, faşizmle mücadeleyi kapitalizmle mücadeleden ayrı düşünemeyecek bir ideolojik yenilenme ihtiyaçlar listemizin merkezinde durmakta. Bu fırsattan yararlanabilmenin yolu ise öncelikle son 20 yılda küresel ve ülke ölçeğinde gerçekten ne yaşıyor olduğumuzu doğru biçimde anlamlandırabilmekten geçiyor.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]