Obama’nın Ayak İzleri
Mehmet YILMAZER
8 Nisan 2009
Dünya Tiyatro Sahnesi’nde ardı ardına iki oyun oynandı: G20 zirvesi ve NATO toplantısı. Oyunları izleyenler çok etkilendiler. Oyunlar güzeldi ve oyuncular da rollerinin hakkını verdiler. Ardından bir oyun da Türkiye’de oynandı. Yine başoyuncu Obama’ydı. Bu oyun da ABD ve Türkiye arasında başlayan “yeni bir balayı” dönemiyle ilgiliydi. Çiftler birlikte Ayasofya ve Sultanahmet’i gezip dünyaya mesaj verdiler. Medya dünyasının bize aktardıklarına bakarsak her şey yolundadır. Elbette medya bize oyunların en etkileyici sahnelerini sundu, kulisleri değil.
Görüntü ile gerçeklerin çok farklı olduğunu aslında bütün dünya biliyor. Kapitalizmin harabeye dönen dekorları böyle oyunlarla daha göz alıcı hale getirilmeliydi. Bu yapıldı. Parıltılı dekorları bırakıp tiyatrodan dünyanın sokaklarına çıkalım.
G20 zirvesinden bir tek karar çıkabildi. IMF’nın kasasının üç kat büyütülmesi! Başka hiçbir konuda anlaşma yapılamadı. Diğer sözlerin hepsi su üstüne yazılmıştır. IMF’nin güçlendirilmesinin anlamı ise çok açıktır. Kriz derinleştikçe batış noktasına gelebilecek bazı üçüncü dünya ülkelerinden merkezlerin alacaklarının garanti altına alınmasıdır. Bunun dışında Amerikan-İngiliz ittifakıyla AB’nin çekirdeği Almanya-Fransa hattının konumlarında bir yumuşama ve değişim gerçekleşmedi. Amerika, “bahçesindeki para kuyusundan” yani dolar egemenliğinden ve spekülasyon imkanlarından vazgeçmeye hiç de niyetli olmadığını gösterdi. Söylendiğine göre “dünya finans sistemi daha kontrollü hale getirilecek”! Bu tamamen dünya güçler dengesine bağlı boş bir laftır. Aslında her ülke kendi mevzisine çekilmiş hazırlık yapıyor. Yaşanan bunalım kaçınılmaz bir şekilde kapitalist merkezler arasındaki rekabeti çok daha yüksek noktalara taşıyacaktır. G20 zirvesi bu yönde kopacak kıyametin zamanını ertelemekten öteye belirgin bir role sahip değildir. Bundan dolayı, çıkacak olumsuzlukları denetlemek kaygısıyla sık sık yeniden toplanma kararı alınmıştır.
Bir diğer oyun NATO’nun altmışıncı yıl toplantısında oynandı. NATO aslında tıpkı dünya ekonomisi gibi derin bir kriz içindedir. Sözde yeni üyeler kazanıyor, fakat ne yapacağını bilemiyor. Hedef ve misyon kaybı NATO’yu bunalımlı bir yapıya itiyor. Obama’nın baş aktörlüğünde Danimarka’nın ırkçı sayılabilecek bir politikacısı NATO genel sekreteri yapılırken, bu örgütlenmede AB daha fazla söz sahibi olmaya niyetli görünüyor. Obama’nın en önemli derdi ise NATO’yu yeni Afgan savaşına hazırlamaktır. Fakat bu konuda Washington’u tatmin eden bir sonuç çıkmamıştır. NATO, görünüşteki dev yapısına rağmen Afganistan’da açıkça yenilgiye uğramıştır. Obama, hem yeni stratejik yönelişi açısından hem de ABD egemenliğinin kendini tüm dünyaya en açık duyurabildiği örgütlenme olması açısından NATO’nun zaaflı yapısından bir an önce çıkmasını istiyor. Ancak bugünkü Amerika’nın buna gücü yetmiyor. AB ve Türkiye ile bu konuda yoğun pazarlıklar yapılıyor. Fakat ortada henüz bir somut sonuç görünmüyor.
Sonuç olarak Dünya Tiyatro Sahnesi’nde oynanan iki büyük oyunun özeti şudur: Dünya egemenleri dünyaya gülücük ve umut dağıtmak zorundaydılar, bu rolü oynadılar. Fakat kulislerde herkes kendi bıçağını bilemeye devam ediyor.
Obama’nın Türkiye’deki ayak izlerine gelirsek, Bush yıllarından farklı bir döneme girildiğini söylemeliyiz. Irak savaşının ön günlerinde bozulan “stratejik ittifak” yeniden mi kuruluyor? Hayır! Çünkü artık hem dünya koşulları hem de ABD’nin konumu o eski günlerden çok farklıdır. Fazlaca yoruma açık olsa da Obama yeni “model ortaklık” kavramını kullandı. ABD ve Türkiye arasında başlayan yeni dönemin özellikleri nelerdir? En önemli değişiklik ABD artık bir süper güç değildir. Bu gerçekliğe dünya ve ABD henüz alışamadı. Obama bir süper gücün sempatik bir lideri rolünü oynamaya devam ederken, dünya da hala Amerika’ya böyle bakmaya devam ediyor. Gerçeklik böyle değildir. Elbette bu yaşanarak kavranacak! İkinci önemli değişiklik, Türkiye’dedir. 1950’li yıllar sonrası batı ittifakının tüm politikalarını tartışmasız uygulayan bir Türkiye artık yoktur. Bölgede güç olma şansını yakaladığını düşünen ve bu yolda davranmaya çalışan bir Türkiye vardır. Bir diğer önemli değişim, dünyada ve bölgede artık aktörler değişmektedir. Güç dengelerinde Çin, Rusya, Hindistan öne çıkmaktadır. 21. yüzyılın ilk yarısı dünya güç dengelerinin değişim sancılarıyla yaşanacaktır. Buna büyük savaş olasılıkları da dâhildir.
Bu genel tablodan somut ilişkilere geçersek, Irak savaşı öncesi esip gürleyen Amerika’nın yerinde bugün, merkez Asya’da mevzi kaybeden, Irak’ta batağa saplanan, Afganistan’da savaşı kaybetmek üzere olan ve büyük bir ekonomik bunalım yaşayan Amerika var. Türkiye ise bölgede belli bir itibar kazanmıştır. Fakat iki önemli zaafından dolayı kırılgan konumdadır. Bunalım, aşırı borçlu ekonomik yapı en önemli kırılgan noktasıdır. Politik olarak, siyasal islamın kemalizmle hesaplaşması bir geri tepme noktasına doğru gitmektedir.
Washington’un “model ortaklık” kavramına burada geri dönelim. Henüz anlamı belli olmayan kavramlar üzerine yorum yapıp, gelecek okumak gibi bir niyetimiz yok. Ancak Amerika’nın Türkiye’yi “ortaklığa” çağırdığı alanlara baktığımızda kavram bir ölçüde açıklık kazanıyor. Sırasıyla Irak, Afganistan ve kısmen merkez Asya’da ABD’ni zorlayan noktalarda Türkiye’ye rol önerilmektedir. “Müslüman- laik-demokratik bir ülke” olarak İslam dünyasına haçlı seferi başlatmış fakat Bağdat’ta batağa saplanmış Amerika’nın yanında rol alarak Türkiye, “büyük şeytan”ın yıpranan imajını onaracak, elbette sadece bu kadar değil, onun için bölgede gücünü kullanacaktır.
Sözün kısası Amerika’nın debelenip durduğu bataklıkta ona “Müslüman-laik-demokrat” bir ortak aranıyor. Bu bazılarının dediği gibi Türkiye için “fırsat” mıdır? Yoksa felakete bir yolculuk mu?
Pek çok pazarlık noktasını-Ermenistan sorunu, PKK’nin tasfiyesi, Kıbrıs sorunu-nu atlayarak şu tespiti yapalım. Baba Bush ağzına “yeni dünya düzeni” kavramını aldığı günden beri hangi ülke ABD ile sıkı ittifak kurmuşsa Ortadoğu ve Merkez Asya’da başı dertten kurtulmamış ve sürekli güç kaybetmiştir. Bu bir rastlantı değil, gerçek yeni dünya düzeninin kuralıdır. Bu kural da şudur: iki yüz yıllık emperyalist sömürü deneyinin bir sonucu olarak, üçüncü dünya ülkeleri batılı merkez ülkelerden bir buz dağı gibi yavaş ancak kararlı bir şekilde kopmaktadır. Emperyalist merkezlerle artık kendi tarzlarında ilişki kurmanın yollarını arıyorlar.
Bölge ülkeleri Obama’nın “model ortaklığını” nasıl kavrayacaktır? Bunun ilk işaretleri İran ve Azerbaycan’dan geldi. Karşılarında bir ABD uydu devleti gördüklerine inanırlarsa, Türkiye’nin alınyazısı bu büyük bataklıkta Amerika ile birlikte debelenmek olacaktır. Farklı bir yola Türk devleti çıkabilir mi? O zaman da Türkiye kırılgan noktalarından AB ve ABD tarafından kurcalanacaktır.
Obama’nın dünya ve Türkiye şovunu, bunalım sürecinde dünya güçler dengesinde yaşanacak çok sancılı bir geçişin sadece ilk adımları olduğu gerçekliğinden öteye algılayanları, büyük düş kırıklıkları ve yıkım bekliyor.
Obama’nın ayak izleri Türkiye’yi nereye götürecek: Bölgesel büyük güç olmaya mı? Bölgedeki büyük bataklığa mı? Bu, soruya kimin cevap verdiğine bağlıdır. Etekleri şimdiden zil çalan Türk egemenlerine kalırsa Türkiye “model ortak” olarak bataklığa yürüyecektir. Türk ve Kürt Halklarının sesi bu alınyazısını etkileyecek kadar güçlü çıkarsa, bundan Türkiye ve bölge halkları kazançlı çıkacaktır.