Bugün okullar açılıyor, uzun bir tatil sonrasında… 18 milyon öğrencinin bulunduğu düşünülürse ailelerle beraber en azından 40 milyon kişiyi yakından ilgilendiren bir konudan bahsediyor. Aslında ailelerin, anne babaların en yakından ilgilendikleri konuların başında eğitim geliyor. Yani aslında son derece politik ve önemli bir başlıktan bahsediyoruz.
AKP iktidarının aksi yöndeki tüm iddialarına rağmen en çok tahribat yarattığı alanlardan bir tanesinin eğitim alanı olduğu çok açık. Kimsenin kullanmadığı kitapları sene başında Erdoğan fotoğraflı poşetlerin içinde öğrencilere dağıtınca eğitimin sorunları çözülmüş olmuyor. O kitapların yıllardır bastırıldığı cemaatçi Akın Holding’e bağlı matbaalar bu sene herhalde kullanılmamıştır çünkü holding terör örgütüne mali destek vermek gerekçesiyle soruşturuluyor. AKP eğitimi uzunca bir süre cemaate emanet ederek yürüttü. Cemaatle hesaplaşma başladıktan sonra özellikle de Arap Baharı sonrasında içine girilen İslamlaşma momentinde 4+4+4 ile eğitimi dinselleştirmek için ileri bir hamle yapıldı. Ülkede eğitimin en önemli sorunu “az dinsel” olması değildi. Dolayısıyla bugün eğitimin sorunları katmerlenerek büyüyor. Büyük patırtı ile başlayan Fatih Projesi’ni ilgili yolsuzluk dosyaları dışında kimse hatırlamıyor. Kimi okullara asılan akıllı tahtaların genelde sadece kara tahta olan kısmı tebeşirler eşliğinde kullanılıyor. Temel liseler mi dershaneler mi tartışması tam bir muamma. Orta sınıflar çocuklarının geleceğini hayatta en ulvi bağlarla sımsıkı bağlı oldukları yegane mesele olarak algıladıkları için kredi borçlarına girerek özel okulların müşterisi haline geliyorlar. Sermaye bütün korkuları, arzuları ve duyarlılıkları kara tahvil etme konusunda uzman olduğunu bir kez daha sergiliyor. “Güvencesiz gelecek” korkusu özel okullara astronomik karlar olarak dönüyor. Devlet okullarının özel okullara rakip olmasını engellemek için ise her türlü önlem alınıyor. Geçtiğimiz yıl başında 30 olan Anadolu Liseleri sınıf mevcutları önce 34’e, sonrasında ise 40’a çıkarıldı. Devletin iyi kötü bir akademik eğitim vermeyi taahhüt ettiği Anadolu Liseleri böylece hem özel okullar hem de Anadolu İmam Hatip Liseleri karşısında albenilerini daha da yitiriyor.
“Girişimci, yaratıcı, sosyal sorumluluk sahibi bireyler yetiştiren bir eğitim reformu gerekiyor” TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü de eğitimde dönüşüm istiyor. Finans kapital kendisinde olmayanı eğitimden istiyor. TÜSİAD’ın ağır topu Koç birkaç sene önce “Sektörün ilk ikisinde olmadığım tüm sektörlerden çıkacağım” demişti. Türkiye finans kapitalinin girişimciliği devletin açtığı alanlarda nemalanmak, tekelleşmek üzerine kuruludur. O yüzden de yaratıcılıkla uzaktan yakından bir alakası yoktur. Yıllar yılı toplumun canı ve kanıyla beslenmesine rağmen hala inşaatçılıktan, finans vurgunlarından, sendikasızlaştırma ile işçiyi sonuna kadar sömürmekten başka bir yaratıcılığı yoktur. Sosyal sorumluluğu ise gelir dağılımdaki adaletsizliklerden, yaşanmaz hale getirilen derelerden, nehirlerden, denizlerden çok iyi biliyoruz. Kısacası Türkiye’de egemen sınıfın ufuksuzluğu görülmeden eğitimin içine düştüğü kaos anlaşılamaz.
Eğitimin tepesindeki ikinci yük ise ulus devlet aklıdır. Soğuk Savaş’ın yükünü taşımanın yarattığı tahribat büyüktür. Eğitim Türkiye’de bu kadar köreltici, yaratıcılığı kurutan, insanı test çözen ya da çözemeyen makineye çeviren bir haldeyse bunda Özel Harp Devleti’nin rolü büyüktür. Derslerin başlarına milli kelimesinin getirilmesi bu açıdan çok açıklayıcıdır. Hayata at gözlükleri arkasından bakan insanların yetiştirilmesi, toplumun sürüleştirilmesi Özel Harp mantığının temel amacıdır. Yaratıcı birey bizim okullarımızda Kosinsky’nin Boyalı Kuş’u muamelesi görür. Duvara “Savaşa Hayır” yazan çocukların hapise atıldığı ülkedir Türkiye. Özgür düşüncenin, demokrasinin, aklına geldiği gibi tartışmanın bir güvenlik tehdidi olarak algılanmasının aslında üretimde de nasıl bir kısırlık yarattığını anlayamazlar.
Okulların açılması ile birlikte Kürdistan’da DTK’nın çağrısı ile Okul Boykotu başlayacak. Aleviler çocuklarının zorunlu din derslerine girmesinden yine deliye dönecek. Küçücük çocuklara ağabeylerinin, ablalarının terörist, ana–babalarının inancının sapkınlık olduğu anlatılacak vergileriyle ayakta duran okullarda. Devletin dayattığı çerçevenin toplumun üzerinde nasıl iğreti durduğunu anlamak ve anlatmak için şu yukarıdaki iki cümle bile yeter.
“ ‘Eşyanın mevcut halini hükümsüz kılan gerçek hareket’ şeklindeki bir komünizm görüşünden hareketle geleceğin anti-kapitalist eğitiminin üç unsurdan ibaret olduğunu iddia etmekteyiz: Eleştiri, insan ihtiyaçlarına hitap edilmesi ve özgürlük alanları” ( Marksist Eğitim kuramı ve Radikal Pedagoji, Glenn Rikowski, Kalkedon) Kuracağımız yaşamdaki eğitimi bu üç ilke üzerinde inşa edebiliriz. Eleştiri özgür düşüncenin temelidir. Toplumsal yapıların “gerçek hareket”e uyum sağlayabilmesinin yegane koşulu özgür tartışmadır, eleştiridir. Eleştirinin bastırıldığı yapılar, toplumlar donar, sorunları çözülemeyecek noktaya kadar birikir. İnsan ihtiyaçların hitap etmeyen bir eğitim yüktür. Üretim sürecinden kopuk, insanlığın büyük tarihsel birikimine ulaşılmasını sağlayacak dil köprülerini kuramayan, bireyin dünyaya ve kendine doğru bakma biçimlerini geliştiremeyen, diğerkamlığı öğretemeyen, kişiye kendi potansiyellerini sonuna kadar geliştirme ile ilgili güç veremeyen eğitim işlevsizdir. Eğitimi; sermayenin işçi, dinin kul, ulus devletin milli vatandaş yetiştirmek için ideolojik aygıtı olarak gören tüm anlayışlarla mücadele edilmelidir. Düzenin eğitimi özgürlük alanlarını boğma üzerine kuruluyken sosyalist eğitim en temelde bireylere özgürlük duygusunun önemini ve vazgeçilemezliğini öğretmelidir. “Özgürlük, toplumun üstüne yerleştirilmiş bir organizma olan devleti, topluma tamamen bağımlı bir organizma biçimine sokabilmektir ve bugün bile devlet biçimleri ‘devletin özgürlüğü’nün sınırlandırılması ölçüsünde az ya da çok özgürdür, ya da değildir” (Marx&Engels, Gotha&Erfurt Programlarının Eleştirisi, s.40) Özgürlük, devlete rağmen ve ancak örgütlü mücadeleyle kazanılır. Parayla, malla, statüyle, koltukla değil….
“ Keramet evde değil. Mekanın kerameti insanındandır. İsterse orası dört duvar bir hapishane hücresi olsun… Değerli ve yüksek insanlık hikayelerinin saraylardan çok hücrelerden, yoksul barınaklarından çıkmasının sebebi biraz budur. Koca bir saray ya da villa yapıp bir hikayeniz yoksa eksiksinizdir. Yani dünyanın, mekanın tek başına bir kerameti yoktur, dünyanın kerameti insanındır demek istiyorum.” ( Zeki Demirkubuz, Cumhuriyet Gazetesi 27.9.2015 tarihli röportajdan)
Eğitim bunu öğretmiyorsa parasız da olsa zararlıdır.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]