Siyasi ve ekonomik sonuçları 2001 krizinden daha ağır olacak bir ekonomik krizin içerisindeyiz. Bu krizi, Rahip Brunson meselesi üzerinden ABD ile yaşanan gerilimden kaynaklanan bir geçici durum olarak değerlendirme hatasına asla düşülmemelidir. Türkiye 2013’ten bu yana adım adım, bağıra bağıra gelen bir ekonomik türbülansın içinden geçecek. Daha önce birçok yerde bunun mekanizmalarını anlatmaya çalıştım, burada sadece “para geldiği sürece cari açık sorun değil” klişesinin artık devrinin dolduğunu; şirketleri, bankaları ardından da devlet bütçesini iflasa sürükleyecek bir momentte olduğumuzu hatırlatmak yeterli.
AKP malum 2001 krizinin temizlediği siyaset sahnesine bir yıldız olarak düşmüştü. Parti neredeyse kurulur kurulmaz iktidara çöreklenmişti. 2001 krizini tetikleyen dinamikler konuşulurken Ecevit’in Irak’ın işgaline karşı çıktığı için önce kendi partisi içinden çıkan unsurlar tarafından, ardından da ekonomik kriz marifetiyle iktidardan düşürülmek istendiği çok vurgulanır. ABD, Irak işgaline kalkışırken Kıbrıs işgalinden tanıdığı Ecevit ile iş tutamayabileceğini düşünüyordu. Ecevit de Saddam’ı ziyaret ederek ABD’ye gerekli mesajı vermişti. 2001 krizi ve sonrasında Derviş eliyle yürütülen IMF programı AKP’ye iktidarı altın tepsi içinde sunmuştu. Malum henüz Başbakan olmadan Beyaz Saray’da ağırlanacak kadar samimi ilişkilere sahip olan Erdoğan hem IMF politikalarını milimi milimine uygulamış hem de ABD ile Irak’ta işbirliği yapmak için son derece istekli davranmıştı. Sokak muhalefetinin de etkisiyle 1 Mart tezkeresi reddedilip ABD askerinin Irak’a Türkiye üzerinden girmesi engellenince buna en çok hayıflanan da yine Erdoğan olmuştu. Sonrasında bunun siyasi faturasının ABD tarafından askerlere çıkarılmasını sağlayarak Ergenekon Davası’yla ordu içindeki muhaliflerini etkisizleştiren de kendisi olmuştu.
Şimdi ise akıllara durgunluk verecek bir biçimde içine girilen ekonomik krize gerekçe olarak Türkiye’ye açılan “ekonomik savaş” gerekçe gösteriliyor. Krizden bahsetmek neredeyse vatan hainliği ile bir tutuluyor. Twitter’da “krize kriz diyenler” avına çıkıldı. “Krize kriz diyenlerin” doların yükselmesine sevindikleri gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarılması da teklif edildi. Böylece faşizmin ne anlama geldiği konusunda çok daha net deneyimler elde ediyoruz. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü dahiyane bir açıklamayla “Türkiye ekonomisinin içine girdiği krizin aslında Türkiye ekonomisi ile bir ilgisi olmadığını ifade ediyor”. Faşizmin akılcılık karşıtlığı, faşist propagandanın akılcı açıklamalarla sergilediği tezata dair akılda kalıcı örnekler bunlar. 24 Haziran seçimleri öncesinde yandaş medyanın pek saygın isimlerinden birisi Ankara’da gerçekleşen sellere yol açan şiddetli yağışların arkasında da seçim sonuçlarını manipüle etmek isteyen emperyalistlerin olduğunu iddia edip epeyce madara olmuştu. Bugün bu cin fikirleri üretenlerin kenarda köşede ne kadar altını, doları bulunduğu ortaya çıkarsa kimse şaşırmasın.
Türk lirasının yılbaşından bu yana %60 değer kaybetmesi bir ekonomik kriz olarak değil de hangi kavram ile karşılanacak? Merkez Bankası’nın eriyen rezervleri, cari açık patlaması (GSMH’nin %7’sine yaklaştı), rekor dış ticaret açıkları, zirve yapan dolar cinsinden şirket borçları (Merkez Bankası verilerine göre Mayıs başında finans dışı firmaların net döviz açığı 217 milyar dolar) aylardır ortadayken bugün esas sorulması gereken soru bu yaşananların seçim öncesinde neden yaşanmadığıdır. İşin içinde emperyalizm parmağı arayanlar önce bu soruyu cevaplasınlar. Erdoğan bu yaşanmasın diye Şimşek ile MB Başkanı’nı seçimler öncesinde Londra’ya neden göndermişti? Faizler neden astronomik olarak arttırılmıştı? Emperyalizmin paralarıyla yıllardır ucuz kahramanlık peşinde koşanlar para akış nehirleri kuruyunca emperyalizmi suçlamaya başladı.
Türkiye kapitalizmi bir birikim rejimi krizine girmiştir. Bu tarz krizlerden yeni bir birikim mekanizması ile çıkılabilir, yeni birikim rejimlerine geçiş ise oldukça sancılı gerçekleşir. İktidar bloğu içerisinde kimi kaymalar, yeni ittifaklaşmalar gerçekleşir. 1980’de ilan edilen 24 Ocak kararları tıkanmış olan ithal ikameci birikim modelinden ihracata dayalı rejime geçişin çerçevesini ortaya koymuştu ancak 12 Eylül’le uygulanabildi. Bugün artan devalüasyona rağmen mukayeseli üstünlük elde edemeyen bir üretim altyapısından dış pazarlara daha yüksek nitelikli ürün ihraç edebilen bir yapıya geçilmesi gerekiyor. Ucuz dış kaynaklarla iç talebi arttırmaya dönük bir modelin yaşama şansı kalmadı. Şirket iflasları ve işsizliğin artması ve yoğun bir değersizleşme süreci bizleri bekliyor. Erdoğan’ın gerçeklikle neredeyse tüm bağını koparmış bir biçimde sağa sola parmak sallamaya devam etmesine bakılırsa doların zirve değerine ulaşmamız için daha oldukça uzun bir yol var. Günübirlik iniş çıkışlar bu eğilimi geri çevirebilecek etkiler yaratmaz. Şuradan buradan birkaç milyar dolar bularak krizden kurtulma çabası ise orman yangınını şişeyle su dökerek söndürmeye çalışmaya benziyor.
Saray rejimi küresel rejimin çok kutuplu konjonktüründen yararlanabileceğine fazlasıyla güveniyor. İlk hamlelerden bir tanesi AB’ye yanaşmak adına iki Yunan askerini serbest bırakılması oldu. Rusya ve Çin ile yakınlaşmanın sınırlarını ise eli kulağında İdlip operasyonu ile çok daha yakından görecek olabilir. ABD ile Türkiye’nin girdiği süreç ile İdlip operasyonuna hızla geçilmesi arasındaki bağı görmek zor değil. Suriye’nin tüm cihatçı çetelerinin toplaştığı bölgenin hamisi görünümünde olan ve önceki Astana sürecinde olası bir İdlip operasyonunu veto eden Türkiye, bu hafta Ankara’ya gelen Lavrov’a ne diyebildi? 1 milyondan fazla nüfusu barındıran İdlip’ten Antakya üzerinden göçmen akışı başladığında varolan ekonomik kriz de düşünüldüğünde nasıl çelişkiler ortaya çıkacak? Rusya ve Çin, Türkiye’yi ABD’den mümkün olduğunca uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Paranın sahibi olan Çin, çok somut kimi kazanımlar elde etmeden Türkiye’nin derdine derman olacak bir kaynağı asla kullanıma açmayacaktır. Çok güvenilen BRICS bankasının toplam sermayesi Türkiye şirketlerinin Eylül Ekim’de ödemeye yükümlü olduğu borcun yarısı kadar bile değildir. (https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/08/01/brics-t-yoksa-turkiye-niye-katildi/)
Sarayın hegemonyası krizin, “emperyalistlerin ekonomik saldırısı” olarak anlaşılmasına nereye kadar yarayabilir? Krizin etkileri birebir daha somut bir biçimde vatandaşın bütçesinde hissedilmeye başladığında rekor fiyatlardan dolar, altın bozdurmayı emperyalizmle mücadele etmek olarak lanse eden zevatın parodisi daha bir görünür hale gelecek. Bu döneme kadar sosyalistler olarak halkı kriz konusunda bilgilendirmek, aydınlatmak ve krizin faturasını Saray faşizmine ve sermayeye çıkarmak için örgütlemek konusunda inisiyatif almalıyız. Sosyalistlerin ekonomik gelişmeleri halka anlaşılır biçimde aktarmak için internet üzerinden ortak yayınları planlaması çok olumlu sonuçlar verebilir. Kamu Özel İşbirliği ile yapılan köprü ve tünellerde, şehir hastanelerinde dolar cinsinden verilen ödeme güvencelerinin TL’ye çevrilmesi kampanyası Saray ile yandaş sermayenin ortak talanını deşifre için önemli bir araç olabilir. İflas eden ve üretimi durduran firmaların işçi denetimine alınması ve buralarda üretimin devam ettirilmesi için şimdiden iş yerlerinde işçi komiteleri kurmalıyız. İşsizlik karşısında nasıl mahalle dayanışmaları örgütleyebileceğimiz üzerine kafa yormalıyız. Özellikle kardeş Yunan halkının krizle başa çıkma yöntemleri konusundaki deneyimlerinden öğrenebileceğimiz çok şey var. Dayanışma ağlarımızı geliştirmek için şimdiden hazırlıklar yapmamız gerekiyor. Bu arada da yaşananın bir kriz olduğunu her noktada haykıran, Saray faşizmini ve kapitalizmi gelecek yoksullaşmanın gerçek sorumluları olarak lanse etmek, krizi faşizmi silkelemek için bir manivela haline getirecek politik taktikleri hep birlikte olgunlaştırmamız gerekiyor.
Hayatın sosyalistlerin diline yaklaşacağı bu döneme çok güçlü yanıt üretmeliyiz.
Not: Samir Amin’in ölümü sosyalist düşüncenin yaratıcı bir biçimde geliştirilmesi konusundaki çabaları zayıflatacak çok olumsuz bir gelişme. Mısırlı sosyalist Amin’in özellikle “Eşitsiz Gelişme” kitabı, Kıvılcımlı ile paralel okunduğunda son derece anlamlı tartışmaları tetikleyecek çok olgun bir metindir. Siyasal İslam’ın analizi konusunda zaman zaman bizim ulusalcılara benzeyen kategorik tutumları benimsese de son derece üretken olmaya devam ediyordu, Monthly Review için yazdığı son yazı “Faşizmin Geri Dönüşü”başlığını taşıyordu. Sosyalistlerin bilincinde ve kavgasında yaşamaya devam edecek.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari” align=”right” font_style=”italic” icon=”-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]